Tanıtım

426 57 45
                                    

Yeni bir kitap , yeni bir maceradır.
Yeni bir maceraya hazır mısın?

Yasak bir aşkın bedelini, kaç hayat öder?

Bir taht için, kaç masum hayat söner?
Bir prenses, bir savaşçı ve ortak bir kader...

                         

                            🌹🌹🌹

-Viçe- (Sümle)

Araları iyice açılmış tahta bahçe kapısı tiz bir gıcırtı eşliğinde yavaşça açıldı. Ağaçların dallarını sallayan rüzgarın uğultusunu yaran bu ses bahçeyi bir anda sardı.

Koca ağaçların gölgelediği , yemyeşil bahçede Nena'dan başka kimse yoktu. Her zaman ki gibi çiçekleriyle ilgileniyordu.

Nena , yanında eğildiği yeni açan pembe gül goncasına diktiği bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdi.

Dalgalı , kahverengi saçları hafif esen rüzgarla savrulurken, koyu renk gözlerini kapıdan giren siyah cüppeli siluete çevirdi.

Yüzü görünmeyen, siyahlara bürünmüş bu kişi, akşam güneşini arkasına alarak Nena'ya doğru yürümeye devam etti.

Nena , gözlerini kısarak bu gizemli siluetin kapişon altında kalan yüzünü seçmeye çalışsa da bu mümkün olmadı. Yavaşca ayağa kalkarken eli her daim belinde taşıdıği, artık bir parçası haline gelen hançere kaydı."kimsin?" diye sordu.

Siluet cevap vermek yerine yaklaşmaya devam etti. Bu durum Nena'nın tedirginliğini arttıtdı.

"Bahçemde ne arıyorsun?" derken sesi ciddiyetini ve gerginliğini belli ediyordu.

Cevap vermek yerine ağır ağır Nena'ya yaklaşan kişi hançerden etkilenmişe benzemiyordu. Adımları kararlıydı ve gittikçe sıklaştı. Nena'nın kalbi kulaklarında atıyor, rüzgarın uğultusunu bastırıyordu.

Nihayet siluet iyice yakınlaşıp güneşin etki alanından çıktığında kapişonu, neredeyse beyaz eliyle geri itip başını yavaşça kaldırdı.

Uğultu kesildi.

Rüzgar dindi.

Doğa, Nena gibi donup kaldı adeta.

Porselen gibi beyaz teninde tıpkı az önce incelediği pembe gül goncası gibi duran dudaklarına ve kıvrık kirpiklerinin gölgelediği safir mavisi gözlerine baktı Nena. Alnında ki zarif taçtan ve saçlarının gümüşi sarılığından bu kişinin halktan biri olmadığı aşikardı.

Nena şaşkınlığını gizlemeye gerek duymadı. Aralanan dudaklarından saçma sapan ve gereksiz bir kaç hece döküldü fısıltı halinde.

Ancak bir tanrıya ait olabilecek kusursuz yüze baktı Nena.

Derin bir hüzünle konuşmaya başladı tanrıçayı andıran kadın," Sana güvenebileceğimi biliyorum, Nena." sesi en yumuşak kadifeden daha yumuşak, en güzel ezgilerden daha huzur vericiydi.

"En az benim kadar değer verecek, en değerli varlığın sayıp koruyacaksın."

Safir mavisi gözlerini Nena'nın koyu kahve gözlerinden bir an ayırmıyordu. Nena hipnoz olmuşçasına ne konuşabiliyor ne de gözlerini alabiliyordu. Anlamayarak bakışlarını zor da olsa kadının büyüleyen gözlerinden ayırıp, araladığı siyah cüppesine kaydırdı.

Beyaz ipekten bir kumaşa sarılmış , neredeyse kumaş kadar beyaz bebeği fark etti o an. Henüz saç çıkmamış başında, pembe yanaklarında gezdirdi bakışlarını. Porselenden yapılmış minik bir melek gibi uyuyordu.

Kadın, zarif ses tonuyla konuşmaya devam edince tekrar safir gözlere baktı Nena.

"Ona iyi bak. Ve zamanı geldiğinde ona bunu ver." diyerek boşta kalan eliyle bebeği tuttuğu elinde ki yüzüğü çıkardı. Yüzüğü Nena'ya uzattı.

Ne zamanından bahsediyordu? Ve zamanı geldiğini nasıl anlayacaktı? Bu büyüleyici kadın ona ne anlatıyordu?

Hiç bir fikri yoktu ama kendisinin de anlayamadığı tuhaf bir sebepten ağzını açıp tek bir kelime edemedi, itiraz edenedi.

Nena, şaşkınlıktan açılmış gözleri ve afallamış ifadesiyle kadının ona uzattıği yüzüğe baktı.

Kristalden yapılmış bir yüzüktü bu. Ortasında kocaman bir safir taşı parlıyordu. Bir müddet tereddüt ettikten sonra yüzüğü aldı.

Bir tanrıçayı andıran kadın hüzünlü bakışlarını kucağında ki bebeğin yüzüne kitledi. Hiç konuşmadan öylece bebeği izledi. İçinden ona veda etti. Güzel yüzünü hafızasına kazımak istermiş gibi gözlerini bile kırpmadan sadece seyretti.

Ve sonra küçük bedenini yüzüne yakınlaştırıp küçük ve zarif burnuna dayadı. Gözlerini yavaşça kapatıp kokusunu içine çekti.

Bir kaç saniye daha bebeğin masum yüzünü seyrettikten sonra onu kırılacak bir cam gibi dikkatlice Nena'nın kollarına yerleştirdi.

Bakışlarını bebekten ayırmadan derin bir hüzüne boğulmuş sesiyle konuştu.

" Onun ismi, Teona."

İsmini telaffuz etmesiyle birlikte, bir gümüşü andıran göz yaşı pürüzsüz yanağından süzüldü. Henüz açmamış pembe gül goncasına düşerken güneş bir anda kayboldu ve aniden şimşek çaktı.

Kapişonu tekrar kapatıp birden arkasını döndü ve bahçe kapısına doğru hızla yürümeye başladı.

Nena ilk kez ağzını açıp konuşma gereği hissetti. "Bekleyin!" bebeği kollarında tutarken bağırmaya devam etti. " Bekleyin! Ben... yapabileceğimden emin değilim!..."

Ne kadar seslense de kadın arkasını dönmeden bahçe kapısından çıkıp ormanın derinliklerinde gözden kayboldu. Aniden bastıram yağmur damlalarına karışıp yok oldu adeta.

Bebeğin ağlama sesi ve şimşeklerin gürültüsü birbirine karıştığında Nena kendine geldi.

Ne kadar süredir orada kadının arkasından bakakaldığını kestiremedi . Saçları sırılsıklam olup yüzüne ve boynuna yapışmıştı. İçeri girmesi gerekiyordu. Bebeği göğsüne bastırıp yağmur damlalarına siper olurken, bahçenin ortasında ki ahşap eve koşmaya başladı.

Küçük, sevimli ahşap bir kutuyu andıran eve girdi.
Kucağında ki bebeğe ve az önce ki gizemli kadınınkinin neredeyse aynısı olan safir mavisi gözlere baktı.

Beyaz kumaşta ki şişikliği fark ettiğinde işaret parmağıyla kumaşı hafifçe indirdi ve bordo kadife keseyi aldı. Açıp içine baktığında ise, o günün hayatının milatı olduğunu anladı.

Yaşadıklarının şokunu hala atlatamamışken bir elinde bebek, bir elinde kese , başını yavaşça kaldırıp önünde ki camı döven şiddetli yağmur damlalarını izledi. Ve o sırada pembe gül bahçesinde, az önce durdukları yerde bir şey dikkatini çekti.

Onca pembe gül arasında gümüş rengi tek bir gül goncası...

O günden sonra Viçe'de hava bir daha hiç açmadı.

🌹🌹🌹

Kurguyu beğendiysen sıralama da aktif kalabilmesi için oylamayı unutma olur mu? 😻
Gerçek okuyucuuu! ; seni seviyorum♡

Teona- Kayıp Prenses (YENİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin