Rüzgâr tenimi ısırıp geçtiği sırada zihnimin dibinde oluşan çatlaklardan kanlar damlıyordu.
Bir kan seline basarak yürüdüm. Ayaklarımın dibinde süzülen kırmızı sulara diktim gözlerimi. Hepsi zihnimin içinden akmıştı, aksi mümkün değildi.
Parmak uçlarımı tenime değdirdiğim an tırnaklarım kanı temizlemek istercesine aşağıya doğru kaydı ve beni gerçek hayata döndürdü.
Etrafıma baktım; sahilin temiz havasını çektim içime. Ruhumun dibinde yanan ateşi söndürmek istercesine denize diktim gözlerimi.
Beynimin içerisinde birbirleriyle savaşan düşüncelerim bir tümör gibi yayılıp, bedenimi ve ruhumu ele geçirdiği esnada bir dalga çarptı. Bu Tanrı'nın bir intikamıydı.
Bir ihanet kalbimin ortasına bir bomba gibi düşmüş ve orada ne var ne yoksa ateşe vermişti. Hislerim şimdi birer külden ibaretlerdi. Ama asıl hislerimi yakan bir ihanet değil; o ihanetin sahibiydi.
Annem.
Elim telefonuma kaydığında, gözlerimin önünde beliren küçüklüğüm dudaklarını büzerek başını iki yana salladı. Boş gözlerle onu izlemeyi bıraktım ve sanki ondan kurtulmak istercesine gözlerimi kapattım.
Yapmalı mıydım?
Yapmalıydım.
Telefonumun kilit ekranını açarak galeriye girdim ve titreyen ellerime aldırmadan son kez yutkunarak küçük kareye baktım. Sanki o kareye dokunursam bir bomba patlayacaktı. Ve o bomba geçmişimi sürüklediğim geleceğimin tohumlarını yakacaktı. Böylece bir ruh yok olacaktı.
Kendime engel olamadan ekrana dokunduğumda kare büyüdü.
Ve o bomba patladı. Bir geçmiş yandı; bir gelecek kül oldu.
Annemin yanına yakıştırdığım tek adam babamdı. Fotoğrafta ki yabancı sadece annemi değil, içime ektiğim güven tohumlarını da almıştı elimden.Boş sokakta çığlık atan tekerler içimdeki çığlığı bastıramasa da korkuyordum. Yüzleşeceğim kişiden korkuyordum, yüzleşeceğim gerçeklerden korkuyordum, kendimden korkuyordum ve en önemlisi; karşımdaki yabancının öfkesinden sıçrayan o ateşten korkuyordum.
Asrın Saygıner.
O bombanın sahibi her ne kadar annem olsa da, o bombayı ruhuma bırakıp kaçan kişi Asrın'dı.
Arabasını seri bir şekilde park etti ve indi. Uzun boylu, kirli sakallı olan bu adamı inceledim uzun uzun. Her adımı bir öncekinden daha güçlüydü. Yanıma ulaştığında bankta boş olan yere oturdu ve koyu kahverengi gözleri direkt olarak denize odaklandı.
Bir süre sessiz kaldım. İçimde yaşadığım savaşı bu şekilde yeniyordum. Sessiz kalarak. Ama yanımdaki yabancının sessizliği içimdeki savaşı yenmesine yetiyordu. Ve bana sadece çürümüş bir ruh bırakıyordu.
Daha fazla sessiz kalırsam sadece Asrın'a değil, kendime de yenilecektim. "Buraya beni seninle romantik bir şekilde denizi izlemem için mi çağırdın?'' Sorum üzerine cevap olarak dudakları iki yana kıvrıldı. Alayla. ''Romantiklik," dedi gözlerini denizden ayırmadan, "Hiç tarzım değil.''
"Ne söyleyeceksen söyle artık." dedim içimde biriken öfkeyle. Tek bir saniye. Sadece bir saniye içerisinde gözleri bana değdiğinde, zihnimin içerisinde yayılan yangın beni orada yakmaya başlamıştı ve karşımda bulunan sonsuz deniz bile o yangını söndürmeye yetmezdi. Bakışları beni o cehenneme ittiğinde, ruhumda yeşerttiğim ve özenle büyüttüğüm en nadide çiçekleri yakmayı başardı.
"Seni buraya normal bir buluşma için çağırdığımı falan mı düşünüyorsun?'' Toprağın dibini andıran gözlerine bakıp, "Ne istiyorsun?'' diye sorduğumda sesimin çatallaştığını fark ettim. Toprağın dibindeki kuyuda kaybolduğumu ise yavaş yavaş seziyordum.
"Anneni babamın üzerinden çek." Zihnimin çatlaklarından süzülen kanlar toprağa karıştı. Bu Tanrı'nın şeytanla yaptığı bir anlaşmaydı. Gözkapaklarım kapandığında yutkundum. Güçsüz biri değildim ve karşımdaki yabancının sözleri beni etkileyemezdi.
"Ben nasıl ki sana baban olacak adamı annemin üzerinden çek demiyorsam senin de bana bu cümleyi kurmaya hakkın yok.'' Ani bir refleksle ayağa kalktı ve bileğimden tutup beni de kaldırdı, tıpkı bir kukla gibi...
"Sen benimle alay mı ediyorsun?" Toprağına süzülen kanımı emiyordu. "Ben o fotoğrafları sana ne kadar yakıştıklarını gör diye mi attım?'' Sesi yankılanıp suratıma bir tokat gibi çarptığında, karşımda beliren çocukluğum dehşetle yüzümü inceledi ve kısık bir sesle konuştu.
Bir yabancının sözleri seni yaralayamaz.
Sessizliğimden güç almış gibi sözlerine devam etti. "Bana bak kızım, annen gibi çok kadın gördüm ben hepsinin amacı belli." Ettiği laflar beni yerin dibine sokmayı başardı ve yanan çiçeklerimin külleri uçuştu etrafa. O sırada çocukluğumla tekrar göz göze geldiğimde gözlerimde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama onun gözleri de korkuya büründü.
Bir yabancının sözleri seni yaralayamaz.
Yaralamıştı. Ama karşımda ki yabancının sözleri değil, gerçekler yaralamıştı. Yüzleşmek sandığım kadar kolay olmamıştı.
''Öyle mi?'' Sesimdeki kırgınlıktan güç almış gibi bağırdı, ''Öyle!''
Tırnaklarımı avuç içlerime bastırdım. "Beni araştırıp o fotoğrafları atacağına neden gidip babanla yüzleşmiyorsun? Neden ona kusmuyorsun kinini, öfkeni!" Ani bir hareketle kolumu tutup sıkmaya başladığında neye uğradığımı şaşırdım. ''Çünkü senin annenle birlikte!'' dediğinde kolumu ondan kıvrak bir hareketle kurtarıp onu ittim. ''O zaman git babanı annemin üzerinden çek!'' Yerinden bir adım bile gerilemedi. Kahverengi gözleri bir ormanın karanlığına büründü ve beni o karanlığa hapsetti. "Yok öyle,'' dedi bir süre sonra, "Ben tek başıma yapmayacağım, birlikte yapacağız."
"Neyi?'' Sesimdeki merak onu etkilemedi bile.
"Aramamı bekle, bu iş burada bitmedi,'' Ellerini saçlarına daldırdı ve son kez yüzümü inceleyerek yanımdan geçti. ''Hatta yeni başlıyor.''
Ruhumda büyüttüğüm çiçeklerden kalan son kül tanesi bir rüzgârın esmesiyle güç bulup havalandı ve yerini terk etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÜVEYDA
ЧиклитRuhuma yayılan şeytanın izleri beni bir hataya sürüklemekle kalmayıp; beni bir günahın en dibine itiyordu. Bir cehennemin en kor ateşleri, bir cennetteki en masum çiçekleri yakıyordu. Ama asıl garip olan; o çiçeklerin yanmaktan zevk almasıydı.