Hayatımız boyunca her zaman unutmaya yelteniyoruz. Yada bize o şeyi unutturmaya çalışıyorlar çoğu vakit.
Neden peki?
Neden eski günlerimizi yâd edip, geleceğimize zemin oluşturmuyor, geçmişimizden dersler almıyoruz?
Neden yaşanmışlıklarımızı hiç yaşanmamış gibi tozlu raflara kaldırıyoruz?
Neden yaşantımızın sadece mutlu anılarını hatırlayıp, üzüntülerimizin, zorluklarımızın üstüne çizgi çekiyoruz?
Nedendir ki?...
Çünkü korkuyoruz. Yüzleşemiyoruz. En acısı da hiç yaşanmamış hiç yaşamamış gibi davranıyoruz.
Halbuki gerçek ne?
Asıl gerçek olan şu ki; sen, ben, o, ailemiz, dostlarımız, sokakta yanımızdan geçen bir teyze, evine ekmek götürmek için köprü üstünde peçete satan amca, sırf bu lanet olası üç kuruş dünya malı ve çıkarları için ülkesinde katliam yaratan insanların zulmünden kaçıp göç eden, yaşları daha bir elin parmaklarını geçmeyen çocukların, boğazlarından sıcak bir parça kuru ekmek geçsin ümidiyle yeltenip dilenmesi, daha yedi yaşında nice acıyı ailesi tarafından görüp bir günde on yaş büyüyen, yürekleri avuçlarından büyük olan gözü yaşlı çocuklar ve nice zorluğa göğüs germiş ne kadar düştüyse tekrar kalkmış "keşkelere" sığınmamış, geçmişten ders, geleceğe umut olmuş nice anneler bizim asıl gerçeğimizdir.
Önemli olan bu gerçeklerden kaçmamak. Üstüne gidip doğruyu bulup öyle yaşamak. İlk önce gerçeklerle yüzleşip gerçeği yaşayacak ki insan, zamanı gelince geriye döndüğünde bu sefer "ben gerçekten yaşadım be!" Diyebilsin.
Çünkü geçmişin ve geleceğin senin ellerinde, birini tamamlamadan diğerine geçiş zordur.Ve
unutma ki geçmişini bilmeyen, geleceğe umutla bakamaz!..
✍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaşanmışlığın Paslı Kaleminden
Short Story~Hala bazı güzel şeylerin yokluğu sığıyorken ceplerine bazı çocukların, o çocuklardan çalınmış şeyler adına... ~Yüreğimin paslı kelamından düşen sözcükler bunlar... ~Bazı acıların tarifi yok, olmamalı da zaten.