Kadersizler

163 6 0
                                        


kimimiz kader çizgisine inanırız. bense o çizgiden saptığıma ve yaşamak zorunda kaldığım gerçeklerin, kendi gerçeğim olmadığına inanırım.yoksa tanrı bu kadar acımasız olamaz. bir felsefe kitabında okumuştum bir şölende tanrıyı:
-'' o kadar mükemmel ki yoğunlaştı, yoğunlaştı ve patladı. patlamasın insanlar oluştu'' şeklinde tasvir etmişlerdi. her birimiz de bir o kadar mükemmel olmak zorundaydık. yada ben mükemmeliyetçiliği çok yüksek olan, kendi hayatını bu mükemmeliyetçilik yüzünden zora sokanlardandım. hayat serüvenimde tam olarak burada başlıyor.
ağlıya ağlıya gülesim.. düşünmekten düşüncelerimin birbirleri ile yarıştıkları ama karar verme potansiyelinde aynı hızla kaybolduğu sonunda düşünmekten vazgeçtiğim bir dönemdeyim.sürekli yeni arayışlar içinde olsam da hepsinden sıkılıp ve sonunda kendimle kalmam çok uzun sürmedi. uzun zamandır dönem dönem amaçsız olduğumu fark edip amaç arar oldum. örgüye merak sardım, resim yapmak, kitap okumak derken, bir dönem katil belgesellerine merak sardım ki o dönem uykusuz geçen dönemimdi. boyama yapmak , spor eğimi derken alkol ve mutlu filan, 12 saat uykunun en büyük hobim olduğu, banyosuz ve yemeksiz geçen lale devrim. tek bir koltuk ile uzun süre hayatta kalabildiğimi keşfettim. dönem dönem tek koltuk yeterken, dönem dönem koca ev yetmez oldu. ama bir de ayın aydınlık yüzü vardı. party-girll. partilerin vazgeçilmez ismi, davetlerde olmazsa olmaz süper insan demek çok isterdim ama öle olamadım. aksine alelade sıradan biri idim.
izmir de bol arkadaşlı bir hayatım geçti. okul hayatımda normal ama hareketli bir çocuktum. lisede eve gelen yazıda, devamsızlıktan kalmak üzere olduğumu öğrenen -ki kendisi öğretmen- annemin suratı ve panik ile babamı arayışı dün gibi gözümün önündedir. sorguya çekildiğimde söylemek istediğim bir şey yoktu. aslında cidden yoktu çünkü biz sadece en yakın kafeye giderdir ve orada biraz sohbet bezen laklak yapar bazen de ders çalışırdık.okul dışında yaramaz bir kız idim diyemem ama dost canlısıydım. tonla arkadaşım vardı.Neşem evlere sığmaz , uydurduğum hikayeler ve senaryolar hafızaların almayacağı cinstendi. Herkes gülsün isterdim. çünkü ne olursa olsun eve geldiğimde muhakkak somurtan yüzler vardı. Pek umursar değildim aksine kavga ederlerken bile yarın okulda arkadaşlarım ne yaptın dediklerinde onlara anlatacak hikayeler (yalanlar) bulmaya çalışırdım. Ailece yemek yedik sonra film izledik ''ay sormayın ne güldük, süper bir gece idi'' gibi. Ama aslında em sokağı kabusundan farkı yoktu evin. Babamın evi basışları en büyük adrenalinimizdi. paraşütle atlamak gibi. Babamı görünce boşlukta uçarken hissederdim kendimi. Annemse benim için yeni çıkan jelibonlar gibi hani ekşi yersin ama içi tatlıdır ya işte o cinsten. asla ne diyeceğini kestirememek en büyük bilmece idi bizim için. Kendimle tahmin oyunu oynardım. Eğer karnım çok ağrırsa annem evet diyecek, eğer ağarmaz ise hayır. Ve çoğu tutardı da bense king-flosh yapmış kumarbaz gibi sevinçten bildim tuttum edasıyla sevinirdim. Daha çok evet dediğine değil tahminini doğru bildiğime sevindiğimi hatırlarım.
O zamanlar beni en çok mutlu eden şey eve gelen ablamın arkadaşları idi. Onlar varken coşkulu bir ev olabiliyorduk. Ama benim ve kardeşim arkadaşları gelmezdi. Gelseler bile annem evde yokken çağırırdık çünkü ev annemin rahat edebileceği bir yerdi ve bizim arkadaşlarımız varken rahat edemezdi. Ama nedense kendi arkadaşları da gelmezdi. Hafızamda olaylar böle canlanırken bir anda annemin ne kadar acı çektiği geldi aklıma. Davranışlarının birer sebebi vardı aslında. mutsuzdu. aşkı yaşamamıştı. Hayat arkadaşı diye evlendiği kişi sadece aynı evi paylaştığı, çamaşırlarını yıkamak zorunda olduğu, beslenmesinden sorumlu bir kişi idi.

İçimdeki Ben Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin