*September 15 2011*
Bradford yine soğuk ve yağmurlu bir güne uyanmıştı. Eylül ayı teraneleri işte. Aramızda kalsın, yağmurdan hiç hoşlanmam. Bir de kış aylarından.
Uyandığımda yatağın diğer tarafı buz gibiydi. Üzerimde açık kalmıştı. Gördüğüm saçma rüyada bundan kaynaklanıyor olsa gerek. Parmaklarımı uzatıp, yanımda ağabeyim Steve'in sıcaklığını aradım ama tek bulduğum yatağın süngerimsi kumaşıydı. Gece yine deli gibi yatmamdan rahatsız olup odasına çekilmiş olmalı. Tabii ki öyle yapmış, her gece yaptığı gibi.
Dirseğimin üzerinde doğrulup bacaklarımı yataktan sarkıttım. İçeriye gri gün ışığının dolmasını sağlayarak perdeyi sıyırdım. Ne yazık ki akşam yağan yağmur hala devam ediyordu. Yağmuru sevmiyordum, çünkü her yerim su içinde kalıyordu. Hava durumunu umursamayarak kot şort, gri tişörtümü ve siyah deri ceketimi giydim. Saçlarımla uğraşmak istemedim çünkü zaten yağmurda yine bozulacaklardı. Sırt çantamı ve telefonumu alıp annemin hazırlamış olduğu kahvaltı masasına oturdum. Babam çay içip, her zamanki gibi gazetesini okuyordu. Steve de uykulu gözlerle etrafı süzüyordu. Annem elindeki portakal suyunu önüme koydu.
"Nasılsınız bakalım?"
"Sabah sabah nasıl olmamızı bekliyorsun Ariana?" diye çıkıştı Steve. Ona dil çıkardım ve babamın masanın üzerine koyduğu gazeteyi elime aldım. Portakal suyumdan bir yudum alıp sayfanın başında olan haberin başlığına bir göz attım.
"3 ZORLU SENENİN ARDINDAN O ARTIK ÖZGÜR!"
"Sıkıcı," diyerek gazeteyi tekrar eski yerine koydum.
"Bugün çıkışta Ariana'yı senin almanı istiyorum Steve" dedi annem.
"Niye, okulu hemen şurda. 5 dakika ötede, ben niye alıyorum? Yürüme gelemiyor mu?"
"Hayır, çünkü orada artık bir televizyon dizisi çekiliyor. Bu yüzden uzun yolu tercih etmek zorunda"
"Ne?" dedim gözlerimi pörtleterek. "O yol 40 dakika! TANRIM!"
O yolu seçmek en son istediğim şeylerden biriydi. 40 dakika boyunca yürüyecektim. "Anne," diye mırıldandım. "Okula giderken de Steve bıraksa olmaz mı?"
"Asla olmaz! Sabah sırf sadece seni bırakmak için evden çıkamam"
"Of, tamam" diyip önüme döndüm.
*
Ürkek adımlarla yürümeye devam ettim. Bu yoldan daha önce neredeyse hiç geçmemiştim. Yol ıssız ve bomboştu. Ayrıca can sıkıcı derecede ıslak. Ceketim beni yağmurdan korumak için yeterli oluyordu, ama kot şortum için aynısını söyleyemeceğim. Islandığı için neredeyse siyaha dönmüştü. Yanaklarımı şişirip etrafa baktım. Her yer kırmızı yapraklarla doluydu. Yolun iki yanını kaplayan kavak ağaçlarından aşağıya birer birer düşüyorlardı. Yağmur her zamanki şiddetini korurken ensemden aşağıya, bel oyuntuma sızıyordu. Sırtımın ürperdiğini hissedip ceketimin başlığını kafama geçirdim. Yolumun uzun olduğu kendime hatırlatıp ezik telefonumu cebimden çıkardım. Yağmurdan korumak için elimle telefon yüzeyini koruyup müzik kutusunu açtım. Sonunda aradığım şarkıyı bulmuştum. Coldplay - Paradise. Açmaya çalışırken kafamı kaldırmamla gördüğüm manzara karşısında küçük dilimi yuttum denilebilir. Neye uğradığımı şaşırmış bir şekilde hiç bir şey yapmamaya çalıştım. Serseri gibi giyinmiş 4 adam, ellerinde bıçaklarıyla bana bakıyorlardı. Geriye doğru bir kaç adım atayım derken yere çakıldım. Başımın sarsılmasıyla gözlerim karardı ve parmaklarımı acıyla alnıma değdirdim. Bir süre vücudumda dolanan adrenalini dinleyerek, ölmeyi yeğledim. Bu adamlar kimdi? ve benden ne istiyorlardı? Ayrıca bu havada, bu ıssız yolda ne yapıyorlardı? Giyim tarzlarının onları ele verdiğini düşünüyordum. Serseri olabilirlerdi? Bir çete? Bizim okuldaki 3 salak çete üyesine benziyorlar diyebilirim. Ama onlar değillerdi, tipleri onları andırmıyordu. Gözlerim kapalı bir şekilde yatarken,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THEY DON'T KNOW ABOUT US
Romance******* " Ariana, " diyerek duraksadı Zayn. " Tanrım, Ariana. Sağ eline noldu senin? " Sağ elim, sağ elim, SAĞ ELİM. Elimi nereden görüyordu? Gözlerim penceren dışarıya, kaldırıma kayınca Zayn'i gördüm. Görmemiş gibi yapıp hemen bakışlarımı çevirdim...