Hatırlamak. İşte! Anahtar kelime buydu. Bana belki de şu mutsuz, karamsar hayatımın aslında gerçek olduğunu kanıtlayabilen tek şeydi şu dört heceli kavram...
Tam bu gün, 11 yıl önce, babamın gözümün önünde öldürüldüğü anda, anlamıştım ölmenin her zaman biyolojik bir olay olmadığını. Çünkü babamla birlikte benim de belki içimde hâlâ bir yerlerde yaşamayı başarabilen yaşama sevincim ve umudum usulca beni terketmişti.
Şimdi ise benim babam olan, her türlü pis işlerde parmağı olduğunu öğrendiğim kirli geçmişli adam, bu toprağın altında çürümüş bedeniyle gömülüydü.
"Belki de sevdiklerimizi bizden aldığı için bu kadar güzel kokuyordu bu toprak."Şuan başında durduğum bu mezara her baktığım zaman, içimde kopuk olan damarın sızısını daha da derinden hissederim. Baba sevgisine en muhtaç olduğum yaşlarda, onu bu dünyadan gökyüzüne uğurlamanın acısı, 7 yaşındaki minik omuzlarıma çok ağır gelmişti. Bu omuzlarımdaki ağırlık, benim hayata karşı daha da dik durmamı sağlamış, beni daha da güçlü yapmıştı. Tabi bana kalsa babamın bedenini toprağa gömüp ruhunu gökyüzüne uğurlamaktansa; nârin, güçsüz, kırılgan bir kız olmayı tercih ederdim.
Her ne kadar anneme yaptığı ihanetlerin haddi hesabı olmasada bana olan sevgisi gram eksilmemişti. Anneme her el kaldırdığını gördüğümde, benim çığlık seslerimle hemen elini indirir, koşar gelir bana sarılırdı. Sonunda da benden özür diler, o minik kalbimi kolayca kazanırdı.
Her yaptığı şeye rağmen onu sevmekten asla vazgeçmedim. Hani derler ya, "Her kızın ilk aşkı babalarıdır." diye. Benimde ilk aşkım ve kahramanım babamdı. Sanki o sonsuza kadar yaşayacakmış gibi gelirdi. Çünkü kahramanlar asla ölmezlerdi/ölemezlerdi.
Babamın hafif nemli olan mezarına yaklaşıp,"Sensiz 1 yıl daha bitti. 11 yıl oldu bak. Hâla seni bir çocuk masumluğuyla seven minik kızın, 19 oldu artık." dedikten sonra babamın da beni gördüğünü düşünerek ayağa kalktım ve gözyaşlarıma hâkim olarak yürümeye başladım. Bilirim, ağlamama dayanamazdı çünkü.
Hava epeyce kararmıştı. Sabahtan beri babamın yanındaydım. Herkes karanlıkta mezarlıklardan korkarken benim daha da hoşuma giderdi karanlıkta toprağa verdiğim sevdiklerimin yanında olmak. İşte o zaman tam anlamıyla onların yanında olabilecekmişim gibi gelirdi...
Mezarlıktan çıkıp, deniz kenarında biraz da oyalandıktan sonra kapıyı açmak üzere anahtarımı çevirdim. Eve adımımı attığım anda büyük bir karanlık karşıladı beni. Annem onun için çok önemli olan bir iş yemeğindeydi. Evimizdeki yardımcımız Nurgül Teyze ise bu gün izinliydi. Koskoca ev, bomboş ve zifiri karanlıkla beni bekliyordu. Elimi minik bir şıklatmayla tüm ışıkları yaktım. Anahtarımı da kapıdan aldıktan sonra kapıyı kapattım ve odama gitmek üzere merdivenlere yöneldim.Merdivenleri bir superman edasıyla üçer beşer hızlıca tırmandıktan sonra odama ulaştım. Odam çatı katında ve çatısı camdandı. Yani yıldızlar tam da tavanım oluyorlardı. İşte burası en sevdiğim yerdi!
Kendimi hızlıca yatağıma bıraktım. Her zaman giydiğim siyah kotumun arka cebinde duran telefonumu, yatağımın başucunda duran çekmeceli komodinimin üzerine bıraktım. Bu gün hava açıktı, o yüzden yıldızlar da çok fazlaydı. İzlemesiyle ayrı bir zevkli olurdu benim için her zaman...
Üstümdeki siyah dar kot pantolondan ve mavi ince kazağımdan kurtulduktan sonra yatağıma tekrardan uzandım ve bir müddet yıldızları izledikten sonra gözlerimin uykuya teslim ettim.Adım gibi derin olan uzun bir uykudan sonra gözlerimi yeni bir güne açtım. Ayağıma panduflarımı geçirdikten sonra merdivenlere yöneldim aşağıya inmek için. Aşağıya indiğimde koltukta arkası dönük olarak oturan annemi gördüm. Birkaç saniye ona baktıktan sonra annem, ciddi tavrından taviz vermeyerek konuşmaya başladı.
"Onun yanına gittin yine dün değil mi?"
İlk başta neyden bahsettiğini anlayamasam da, sonradan mezara gitmemden bahsettiğini anladım.
"Anne, bak o be-"
"Baban filan değil o senin! Sadece biyolojik katkısı olan biriydi. Bu dünyadan gitmesi de çok iyi oldu zaten!"
Sesinin tonu iyice yükselmişti ve benim gözyaşım, gözümü kırptığım anda akabilecek bir yerdeydi. Tam konuşmak için nefes aldığında bu sefer ben bağırarak araya girdim.
"Yeter! Bıktım artık tamam mı? Babam o benim be babam, babam! Babamın yanına gitmek için bile senden izin alacak değilim tamam mı? 11 yıldır aynı gün, aynı tartışmayı yaşıyoruz hep."
Sesim gereğinden çok daha fazla yükselmişti. Karşımda sinirli gözler ve çatık kaşlarla bana bakan annem, ondan hiç beklemeyeceğim bir hareket ile bağırmama karşılık verdi. Tokat! Bu zamana kadar, en büyük yalanımda, en düşük sınav notumda, en büyük kavgamda... Bana hiçbir zaman elini bile kaldırmayan bir kadın, şimdi babasının mezarına gitti diye kızına el kaldırmıştı.Annemin bu hareketinden hemen sonra belki gururdan belki de gözyaşlarımın boşaldığını annemin görmemesi için hemen arkamı döndüm ve merdivenleri hızlıca tırmanarak odama çıktım ve kapıyı çarptım. Bir anda yere oturdum ve ellerimi diz kapaklarıma sararak kafamı da içine aldım. Ayaklarım bu yükü daha fazla taşıyamamıştı çünkü. Hıçkırıklarım odamın içini kaplarken dışarıdan annemin de evden çıktığını belirten bir kapı sesi geldi. Bunun da verdiği rahatlıkla hıçkıra hıçkıra bağıra bağıra gücüm yettiği kadar ağladım. Sanki babam gittiğinden beri içimde biriktirdiğim acılarım, sustuklarım, içime attığım çığlıklarım düşüyordu gözlerimden. Belki de saatlerce ağladım orda oturduğum yerde. Bilmiyorum. Bilemiyorum.
Gözyaşlarımla birlikte akan rimelin gözüme verdiği yanma hissi iyice artmıştı. Biraz kendime geldikten sonra en son hâlime bakmak için odamda duvarıma yaslı duran boy aynasının önüne geçtim. Son yıllarda bu aynada görmeye alışık olduğum bir tablo vardı karşımda. Rimelden simsiyah olmuş bir çift göz, silmekten kıpkırmızı olmuş bir burun ve morarmış gözaltları!
Bir anda arkamda beliren gölgemsi ama bir o kadar da gerçekçi görüntüyle göz göze geldim. Eşzamanlı olarak da çığlıklarım karıştı, zaten ağlamaktan mosmor olan gözlerimden akan yaşlara. Evet bu oydu! Kesinlikle!
Babam, gözlerimin önünde ard arda birçok kez kurşun darbesine mâruz kalınca, ben de yine kendimi ağlayarak odama kitlemiştim. Ve yanımda az önce gördüğüm ve şuan göz göze olduğum, o zaman 8-9 yaşlarında oldunu tahmin ettiğim, ve de o zamandan beri bir daha göremediğim o gölgemsi ama gerçekçi görüntü yine yanımdaydı.
"Ama, ama o sensin."
O kadar şaşkındım ki, ne diyeceğimi, nasıl bir tepki vereceğimi bilemiyordum. Ve yaptığım tek şey ise bir süre onu aynadan öylece izlemek oldu. Arkamı dönersem eğer onu kaybedebilmekten korkuyordum çünkü.
"Evet küçük hanım. Benim. Sen ne zaman içten ağlarsan her zaman burda olacağım. Gözyaşlarını sileceğim senin. Yaslanabileceğin bir omuz olacağım sana. Umudun en dibe vurduğu zamanlarda güzel günlerin haberini fısıldayacağım gizlice kulağına. Ama en önemlisi ne biliyor musun küçük hanım?"
Benden cevap bekleyen bir tavrı yoktu ama yine de susup bekledi bir müddet.
"Asla seni yarı yolda bırakıp, gitmeyeceğim. Belki zor geliyor sana inanması ama. Gitmeyeceğim. Buna inanarak yaşa olur mu?"
Konuşmayı bitirdikten hemen sonra derin bir nefes aldı. Evet, beni etkilemek hiç de zor değildi. Hemen inanır, kanardım herkese/her şeye... Bu sefer de ben içimdeki sesin konuşmasına engel olamadım.O duyguyu tanıyorum bayım. Yenileceğimi de biliyorum. Yorulacağımı ve sonunda kaybedeceğimi ve ya sizi bir daha asla göremeyeceğimi. Ama belki de o masmavi umut dolu düşler çok da uzakta değildir ha?
Evet değildi. Tekrardan masmavi bir umuda kapılmak, başımızı kaldırıp masmavi bir gökyüzüne bakmak kadar yakındı bize. Ve ben, sonunu bile bile, başımı kaldırıp masmavi umutlara kapılıyorum yine. Umarım, bu umdum, tüm acılarıma, hayal kırıklıklarıma isyan olup, içimde tekrar yeşerebilmeyi, tekrardan hayata tutunabilmeyi başarabilir...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DERİNDEN AŞK
Fiksi RemajaBir genç kızın paranoyalarıyla -hayal dünyasında- oluşturduğu ve aşık olmaya başladığı bir genç adam. Ailesinin bu paranoyalarından kurtulması için tedaviye başlattığı genç paranoyak bir kız. Kız bu paranoyalarından yavaş yavaş kurtulmaya başladığın...