bir

23.9K 2.6K 1.8K
                                    

O gün neşe ile aralıyorum çiçekçi dükkanımın kepenklerini; bütün çiçeklerim bana gülümseyerek bakarken, gülümseyerek bakıyorum bütün çiçeklerime.

Yavaşça okşuyorum her birinin yapraklarını, dokundukça artıyor gülümsemem, tamamlanıyor eksik parçalarım; çok yaralıyım yaralı olmasına, lâkin kaybetmedim henüz parçalarımı, her birini saklıyorum çiçeklerimin yapraklarında. Sanıyorum ki bir gün gelecek, artık çiçeklere dokunduğumda sakladığım parçalar kesemeyecek parmaklarımı; kendim tarafından yaralanmayacak kadar toparlanmış olacağım.

Lâkin o güne dek yaralı kalacak parmaklarım, sorun değil ya, beni asıl üzen şey günün sonunda sızılarımı öpecek kimselerimin olmayışları. Kendi canım kendi canımı yaralarken acımasız da, korurken yabancı kesiliyor kendine, can'ımı bulamıyorum parmaklarımda. Üzülüyorum.

Her sabahki ritüelimi gerçekleştirip severken çiçeklerimi, ayırt edemiyorum üzerimdeki farklı bakışları, zira ruhumda çiçekler kadar güzel bir etki bırakmış olsa gerek, büyüyü bozmak istemiyor ruhum. Lâkin bakışlarım dükkanımın karşısındaki kaldırıma çevrildiğinde, boş olmayan fakat doldurulamayacak kadar yorgun gözler karşılıyor beni, gülümsemem asılı kalıyor dudaklarımda.

Küçük tezgahındaki bir dolu sürahi limonatası kadar sarı saçları, ve bir limonu sıkıştıramayacak kadar küçük ellerine yaslamış başıyla izliyor beni; sanıyorum ki farkında değil henüz O'na baktığımdan, sanıyorum ki farkında değil henüz bana baktığından. Bakışlarındaki yaraları görmesem, çiçeklerden daha güzel biri olduğunu kabulleneceğim; fakat ruhum bile bakışlarını çiçeklerimden ayırt edememişken, benim ne haddime O'nun güzelliğini sorgulamak?

O güzel biri imiş, az sonra dokunacağım çiçeğim fısıldayacak son parçamı bırakırken parmaklarıma. Dağınık sarı saçlarıyla, tombul yanakları ve gülümsemeyen dolgun dudaklarıyla, küçük ellerine indirdiği çekingen bakışlarıyla güzelmiş; o gün dokunduğum son yaprağa hak veriyorum ve aklıma bile gelmiyor parmaklarımdaki sızılar, o gün sızılarımı unutturacak kadar yaralı bakışlarla karşılaşıyorum.

Ve o gün ilk defa günün sonunda kendi sızılarımın değil, limonata standındaki sarı saçlı çocuğun bakışlarındaki yaralar öpülsün istiyorum; kendi canım artık tamamen yabancı kesiliyor bana.

Derince soluklanıyor, hasır şapkamı geçiriyorum başıma; yüzümde hâlâ aptal bir gülümsemenin olduğundan bihaberim. Hava sıcak, güneşin özellikle bolca vurduğu caddeyi seçtim çiçek dükkanım için; halbuki sarı saçlı çocuğun standında ne bir tente var, ne de şemsiye. Bu sıcak havayı bahane ederek, kendi kaldırımımdan karşı kaldırıma adımlıyorum; anında kaçırılan bakışlar karşılıyor beni.

Yüzümde hâlâ aptal bir gülümseme, O ise, çekingen olsa gerek.

"Merhaba," diyorum neşeli bir sesle, tuhaf, değil mi? Yaralarımın yalnızca parmaklarımla sınırlı kalması beni güçlü mü yapar yoksa aciz mi bilemesem de, neşeli olmayı seviyorum, parmaklarımın sızılarını kendime unutturmayı seviyorum. Anlık bir dilek geçiyor sarı saçlı çocuğun gözlerine bakarken, umarım diyor dilek fısıltıyla, bakışlarındaki yaraları da unutturabilecek kadar neşeliyimdir.

Bundan olsa gerek, büyüyor gülümsemem, devam ediyorum. "Ben Min Yoongi, şu karşı yoldaki çiçekçinin sahibiyim." Parmağımla dükkanımı gösterdikten sonra geri dönüyorum sarı saçlı çocuğa; gözlerini kısmış bir şekilde, dükkanımda gezdiriyor bakışlarını.

"Senin adın nedir peki?" diye soruyorum hafif bir heyecanla, sesini ilk kez duyacak olmanın heyecanı olsa gerek, bakışlarım dudaklarına kenetleniyor. O ise yalnızca omuz silkiyor, bana bakmıyor, küçük parmakları arasında duran bir kağıt parçasıyla oynuyor.

Cevap vermesini bekliyorum, konuşmuyor; gözlerimden düşüyor gülümsemem lâkin hâlâ dudaklarımda asılı, dileğin etkisi güçlü olsa gerek. "Bakabilir miyim?" diye soruyorum elindeki kağıda ithafen, zira bana verip vermemek arasında kaldığı tereddütten kurtarıyorum O'nu. Yavaşça başını kaldırıyor, birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra uzatıyor kağıdı, başını tekrar eğiyor.

İsmim Park Jimin, yazıyor kağıtta, dudaklarımı birbirine bastırıyorum; konuşamıyor olduğunu bilmiyordum. Gülümsememe farklı renkler karışıyor lâkin ben bile ayırt edemiyorum o an tonları; Park Jimin yalnızca bir anlık değil, her anlık dileklere lâyık biri olarak görünüyor gözüme, dudaklarıma kadar gelen dilekleri zor asıyorum kalbime.

"Ne de güzel bir ismin varmış, Park Jimin. Benim de bir limon ağacım var, ismi seninki kadar güzel, ama bana küs olmalı, uzun süredir çiçek açmıyor. Peki, bana bir limonata koyar mısın?"

Başını sallıyor yavaşça, karton kahve bardaklarından birine limonata dolduruyor, cebimden birkaç kuruş çıkarıp sürahinin yanındaki klasik araba şeklindeki kumbaraya atıyorum. "Teşekkür ederim," diyorum gülümseyerek standtan ayrılmadan önce, yalnızca başını sallıyor, gülümsemiyor.

Çekingen olmalı, diye düşünüyorum, ilk kez, bakışlarındaki yaraları seviyorum.

Dükkanıma döndüğümde ise, limon ağacımın ektiğim zamandan beridir ilk kez çiçek açtığını çok sonradan fark ediyorum; kalbimde zapt edemediğim her bir dileği asıyorum çiçeklere.

...

yazdığım karakterleri kendimden bir türlü bağımsızlaştıramıyorum, hâlbuki oldukça neşeli bir min yoongi sunmak isterdim

beceriksizliğimi mazur görün, iyi geceler

limonata standı, yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin