Park Jimin'in gözyaşlarının dindiği vakit, güneşin önünü gölgeleyen bulut da çekiliyor kenara; tekrardan parlıyor gün ışıkları Park Jimin'in sarı saçlarında. Görmeyi en sevdiğim görüntülerden biri artık bu; eskiden gün ışığını sırf bembeyaz papatyalarımda görmek için kalkardım erkenden, şimdi ise, limon kokulu artık gün ışıklarım.
Bu güzel bir hismiş de bazen ağır geliyor kalbime, birini kendinden taviz verecek kadar çok sevmek. Kalbimin tamamını sararsa limon kokusu, eksikliğinde ne kokar parmak uçlarım? Oysa bembeyaz papatyalarımı da bıraktım Park Jimin'in gülümsemelerine; eksilsem demek ki, sığınabileceğim hiçbir şeyim kalmayacakmış, bir boşluktan ibaret oluverecekmişim.
Park Jimin; senden eksilsem, artık bir hiçmişim. Bunu kabullenmek kolay da, dillendirmek zor işte; bu yüzden Park Jimin asla bilemiyor bunu, beni eksiltmekten hiç mi hiç çekinmiyor. Kızamıyorum O'na, kızmadım da, kızmayacağım. Benimkisi yalnızca, bir avuç kırgınlık olarak kalacak kalbimde hep; şanslıysam da üzerine eksiklikten kalan bir avuç limon kokusu siner, kırgınlığımla yetinmeyi öğrenirim.
Fakat bir gün gerçekten de kırgınlığımla yetinmeyi öğreneceğimi bilemiyorum o gün, limon kokusu tam burnumun ucundaki saçlardayken, bunu fark etmek çok zor. Kızamıyorum, kızmadım, kızmayacağım.
Uzun ağlayışlarından geriye derince iç çekişleri kalıyor, başını kaldırmak için henüz bir hamle yapmamış olması sevindiriyor beni içten içe; en kırgın anında boynuma sığınacaksa böyle, kirpiklerindeki kırgınlıkları dahi sevmeye razıyım. Zira biliyorum ki, bir gün mutlaka doğar mutluluk kırgınlıkları kapatmak adına, işte o zaman Park Jimin kırıldığı için değil, mutluluğunu paylaşmak için saklar yüzünü boynuma; ve ben de, en güzel şekilde ağırlarım O'nu.
Fakat uzun sürmüyor sevincim, Park Jimin başını kaldırıyor ağır ağır; nasıl bir sıcaklık bıraktıysa nefesleri boynuma, eksikliği bir anda üşütüveriyor beni. Gözleri kapalı, kirpikleri ıslak; ağlamak acıtmış olmalı gözlerini. İçim gidiyor O'nu böyle görünce, ben alışık değilim ki böylesine dağılmış bir Park Jimin görmeye? Benim en sevdiğim Park Jimin, bembeyaz papatyalara bakarken gözleri parlayan, eski not defteri parmak uçlarındayken ifadesi huzur dolu olan Park Jimin; oysa karşımdaki dağınıklık ne de ağır geliyor kalbime, toplayamıyorum.
Gözleri hâlâ kapalı iken derince bir nefes alıyor, soruyorum. "Kirpiklerini okşayabilir miyim?" Dağınıklığının birazını alsam kalbime sorun değil, ben nicesine alışığım zaten.
Gözlerini açmıyor lakin bir minnet ifadesi oturuyor yüzüne; Park Jimin'in kokusu, o an neye ihtiyacı olduğunu bilecek kadar çok sinmiş demek ki yüreğime, toparlanmaya ihtiyacı olduğunu anlayıveriyorum hemen. Ben gülümsüyorum, O görmüyor bunu, parmaklarım yavaşça yanaklarını kavrıyor; sanki biraz kuvvet uygulasam yalnızca kirpikleri değil, tamamen kendisi dağılacakmış gibi. İlk önce gözlerinin altında çok hafif belli olan çillerini okşuyorum, öpmek vardı şimdi her birini, derince bir iç çekiyorum. Parmak uçlarım öpüyor ya her birini, o bana yeter geliyor o saniye.
Ardından kirpiklerini buluyor baş parmaklarım, özenle dokunuyor, canını acıtmaktan korkarcasına alıyorum kirpiklerindeki ıslaklıkları. Hiçbir gözyaşı tanesinin kalmadığına emin olana değin okşuyor parmaklarım kirpiklerini, gülümsediğini hissediyorum gizlice, ardından artık kuru olan kirpiklerine birer öpücük bırakıyorum, en hafifinden.
"İşte şimdi oldu," diye fısıldıyorum kapalı gözlerine doğru; bakışlarım saçlarından gözlerine, burnuna, dudaklarına düşüyor. "Artık kırgınlığın parmak uçlarımda, emin ellerde. Özenle saklayacağım, bundan emin olabilirsin sevgili Park Jimin."
Başını sallıyor hafifçe, kapalı gözleri aralanıyor; arkamda kalan güneşin ışıkları doğrudan parlıyor gözlerinde, ne de güzel bir kahverengi bu, mest oluyorum.
Parmaklarım kayıyor teninden, avuçlarım kucağıma düşüyor, dizlerimiz ise hâlâ kesmemiş birbirine olan teması. Bakışlarını, düşen ellerim ile beraber indiriyor kucağıma, beyaz parmaklarımda dolaşıyor. Avuçlarımda neyi gördüğünü merak ediyorum; topladığım kırıklarını mı, yoksa benden topladığı papatyalarımı mı, kestiremiyorum. Önemli değil, bugün için aklımda özel planlarım var.
"Hadi o zaman," diyorum heyecanla ayağa kalkarken, ne yaptığımı anlamayan bir yüz ifadesiyle önce gözlerime, sonra O'na uzattığım avucuma bakıyor, gülümsüyorum. "Bugün limonatamı yalnız içmeyeceğim, elimi tut, daha sana dükkanımı göstermedim ki hem."
Tereddütte kalıyor, fark ediyorum bunu, hevesim kırılmıyor değil. Park Jimin'e yürümeyi öğretmemişler ki, bana doğru bir adım atmasını bekleyeyim? O yüzden düşünmeden tutuyorum elini nazikçe, geri çevirmeyişini umut belliyorum kendime, diğer elimle de tezgahında duran sürahiyi kavrıyorum. Yavaşça geçiyoruz karşıya, benim yüzümde bir gülümseme, Park Jimin çekingen fakat ilk defa eğik değil başı, gözlerinde barizce belli olan merak çiçekleri açmış. Mutlu ediyor bu, kendi içinde dönen iç savaşta mücadele ediyor olduğunu bilmek öylesine güzel ki, oturup ağlamak istiyorum saatlerce, ağlasam belki papatyalar dökülür avuçlarıma.
Cam kapıyı ayağımla ittiriyorum içeriye doğru, kapının tepesindeki çan çınlıyor neşe ile; çiçeklerimin bana kırgın olduğunu biliyorum, daha ne suladım onları, ne de her birini okşayıp güzel olduklarını fısıldadım. Ondan olsa gerek, normalde dükkanımda hiç eksilmeyen neşe şarkısı bırakmış yerini sessizliğe, Park Jimin'in bunu fark etmemesini umuyorum. O gün en güzel şekilde ağırlamak isterdim O'nu dükkanımda, fakat şanslı değilmişim demek ki, gördüğüm rüya tüm dengelerimi sarsacak kadar etkilemiş beni.
Elimdeki sürahiyi tezgahıma bırakırken göz ucuyla bakıyorum Park Jimin'e, bir sıra dizili olan mor lavantaların yanında, yavaşça dokunuyor her birine. Rahatsız etmek istemiyorum, sırtımı tezgahıma yaslarken kollarımı kavuşturuyorum önümde; parmak uçlarında eski bir defter yerine benim çiçeklerimi görüyor olmak ne de güzel bir görüntüymüş. Umarım, diye geçiriyorum içimden, içime bir sıkıntı düşüyor ansızın. Umarım, öptüğüm parmak uçlarında huzuru topluyorsundur, sevgili Park Jimin.
Daha iyisini dilemek gelmiyor elimden, fakat en çok lavantalar sever beni, yüzümü kara çıkartmayacaklarından eminim o gün. Ve fark ediyorum ki, Park Jimin lavantalara her dokunuşunda kırılıyor sessizlik, neşe şarkısı yayılıyor etrafa.
Duyduğunu biliyorum, zira yüzünde açan kocaman bir gülümseme ile bana dönüşünün başka bir açıklaması olamaz. Hafif kırık dişi, gözlerini kapatan dudak kenarları, o kenarların arasında kaybolan kirpikleriyle Park Jimin, o gün ilk defa net bir şekilde, tıpkı rüyalarımdaki gibi bana gülümsüyor.
Böyle bir hismiş meğer, kalbimde limon çiçeklerinin açması böyle hissettiriyormuş. Parmak uçlarım titriyor, gözlerimde düşmeye hazır papatyalar yer etmiş; izin versem düşmelerine eksikliğim kızar bana, vermesem ayrı bir yük kalbime.
"Demek kokunu aldığın çiçekler bunlar," diyor, bir papatyam düşüyor parmak uçlarıma, ne de güzel yakıyor canımı Park Jimin. "Nasıl da güzeller."
Keşke önce kızsaymışım Park Jimin'e, kırgınlığım ve ben, çok güzel dost oluyoruz.
...
çok tekrara sarıyor, değil mi? farkındayım, buraya güzel bir not bırakamadığımın da farkındayım, bu yüzden;
sizleri çok seviyorum! ehe
ŞİMDİ OKUDUĞUN
limonata standı, yoonmin
Fiksi Penggemar"Konuşmayacak mısın?" diye soruyorum, kirpiklerini kırpıştırıyor birkaç kez; çekingenliği gülümsetiyor beni hafifçe. Gülümsüyorum, konuşmuyor; çekingenliğini seviyorum. "O zaman," diyorum neşeli bir sesle, bakışlarını üzerimden çekemiyor. "Beraber...