Bilir misiniz, çiçekleri yıldızlara tercih ettiğim günden beri doğmaz odama yıldızlar; limon ağacıma bunu ilk anlattığımda bana söylediği ilk şey, küsmüş oldukları idi. Lâkin ikimiz de, ne limon ağacım ne de ben, yıldızların gökyüzümden kaydığını hesaba katmamıştık.
Bunu şimdi fark ediyorum, çünkü o gün çiçek açan limon ağacım diyor ki; yıldızlarım Park Jimin'in sarı saçlarında gizli imiş.
Bu beni sevindiriyor, yıldızlarımın güvende olması; zira ben çiçeklerimle ilgilenmeye devam ederken, Park Jimin farkında olmadan yıldızlarımı da koruyacak, böylece O'nun yaralarını her daim sarabilecek yakınlıkta olacağım. Ama ilk önce, o sönmüş yıldızlara dokunup canlandırmam gerek her birini, yoksa ne işe yarasın?
İşte bu yüzden o gün, limonata standına gittiğim zaman Park Jimin'in saçlarına dokunmayı unutmamayı not ediyorum kendime; bu öyle heyecan verici ki, bir türlü duramıyorum yerimde. Suladığım lavantalar bu halime kıkırdamadan edemiyor.
Dükkanıma son bir bakış attıktan sonra, kasanın olduğu tezgahın ardındaki askılıktan kapıyorum hasır şapkamı; hem bu dükkan, hem de bu hasır şapka bana büyükbabamdan kalma, bu yüzden gözüm gibi bakarım onlara. Ama ben büyükbabam gibi iyi bir çiçekçi olamadım sanırım, baksanıza, limon ağacım bile daha yeni çiçek vermeye başlıyor. Oysa bana kalırsa, bir çiçekçi dükkanında eksik olmaması gereken ilk kokudur limon kokusu.
Ama sorun değil ya, esas limon çiçekleri bahçemde değil ruhumda filizlenmeye başlamış bile; ilk defa yıldızlarımın eksikliğini hissetmiyorum.
Dükkanımdan çıkıp karşı kaldırıma doğru ilerlerken, Park Jimin'i yine eskitme desenli sayfaları olan deftere bir şeyler yazarken buluyorum; ama hayır, yolun ortasında aniden durmama sebep veren şey bu değil. Dün, limonata sürahisinin yanına bıraktığım bembeyaz papatya saksısı, tezgahında yok.
Beni henüz fark etmemişken, ilk defa geri dönmeye yelteniyorum; o gün Park Jimin'e yürümek, bir gülün dikenli sapında yürümek kadar acı veriyor. Oysa ben O'nu hiçbir çiçeğe değişmeyecekken, O bütün her şeyimi anlattığım beyaz papatyalarımı eski bir deftere satıyor; Park Jimin'in gözünde hiç kimse olduğum, bütün yıldızlarımın düşmesine sebep oluyor Park Jimin'in saçlarından.
Limon kokusu yakıyor olmalı gözlerimi, kirpiklerim hafif nemli; kim bilir, belki de artık yorgun düşme zamanıdır. Sessizce arkamı dönüp ilerleyecek iken, dolu sürahiye vurulan metal sesiyle duraksayıp dönüyorum tekrardan O'na; yüzünde karmakarışık bir ifade var, anlamsız gözlerle bakıyor bana, defterini kapatmış çoktan.
Tereddütle eli havaya kalkıyor, ardından sallıyor selam vermek istercesine; size yemin ederim, ilk defa bir papatya yaprağının Park Jimin'in dudak kenarından düştüğünü görüyorum. Oysa ben bütün ruhumu dizdiğim papatyalarımın kabul edilmediğini sanarken, Park Jimin en gizli gülümsemelerine saklamış onları çoktan, solmamaları için.
Solsa ne yazar, benim şuan taşıdığım gülümseme, ikimize yeter de artar. Henüz saçlarına daha dokunmadım fakat, çoktan bir yıldızın parlayıp saçlarında sallandığını görebiliyorum.
Hızla geri dönüp standın önüne yürüyorum hafifçe zıplayarak, ellerim ise kot bahçıvan tulumumun arka ceplerinde saklı. Gülün dikenli sapını aşıyorum, yaralarımdan papatya yaprakları dökülüyor, eksilen parçalarımı ise ulaştığım gülün yapraklarıyla tamamlıyorum. Elimde bir adet, Park Jimin'in parıldayan gözleri kalıyor.
Ne de çok yanılmışım! Sanmıştım ki, bakışları yalnızca yaralarla dolu, yıldızları için yer yoktur gözlerinde. Ama fark ediyorum ki, saçlarından daha çok yıldız var gözlerinde; yaralandığı kadar sarmış yıldızları. Ne de şanslıyım, ben yaralarını sarmayı dilerken, Park Jimin çoktan yıldızlarla sarmaya çalışıyormuş yaralarını; şimdi ise tek yapmam gereken saçlarına dokunmak ki, canlanan yıldızlar iyileştirsin yaralarını.
"Bugün nasılsın, Jimin?" diye soruyorum tezgahın önünde, yüzüyle aynı hizada çömelirken. Bu bacaklarımı ağrıtıyor, lâkin Park Jimin beni bu standın daimi müşterisi olarak kabul edene dek, buna katlanacağım.
Omuzlarını silkiyor, bakışları bu sefer kendi ellerinde değil, tezgahtan destek aldığım benim ellerimde oyalanıyor, bu daha da gülümsetiyor beni. Öyle ki, bakışlarımda kayboluyor Park Jimin, sadece hislerimde kalıyor.
"Ben çok iyiyim, gün geçtikçe daha da limon kokuyor parmaklarım. Ve biliyor musun, yıllar önce bana küsüp giden yıldızlarımı buldum bugün; henüz sönmüşler lâkin tekrar canlandıracağım onları.
Hem, bugün çok ayrı güzelsin Park Jimin, dudaklarında benim papatyalarım var."
Beni ilgiyle dinlemesi çok hoşuma gidiyor, Park Jimin'in gözünde bir değerim olduğunu bilmek sızım sızım sızlatıyor canımı. Nasıl bağladın beni kendine, bir anda? diye hesap sormak istiyorum ama sorsam, alamayacağımı bildiğim cevaplar arasında kayboluverir sanki, nasıl da korkuyorum.
Oysa nasıl da utanıyor Park Jimin; elleri yanaklarına kapanırken yüzünün tek bir yerini göremeyeceğim kadar eğiyor başını, sarı saçlarıyla baş başa kalıyorum. İşte! diye fısıldıyor limon kokusu kulağıma, nefesimi çoktan tutmuşum. Dokun onlara!
Dokunmuyorum, daha iyisi geliyor aklıma, daha kötüsü. Uzanıp, Park Jimin'in sarı saçlarına uzunca bir öpücük bırakıyorum.
Nasıl da parlıyor birden saçları, nasıl da sersemletiyor buram buram limon kokan yumuşacık saçları beni. Bu öyle tarifi imkansız bir his ki, bunu daha önce tatmamış olan dudaklarım titriyor muhtaç bir şekilde, tekrar ve tekrar öpmek isterken buluyorum kendimi.
Park Jimin, öylesine dokunuyor ki ruhuma, kendi kokumu ayırt edemez oluyorum artık, etrafım buram buram limon saçları gibi kokuyor ve ben bütün nefeslerimi adıyorum o kokuya.
Başını hafifçe kaldırıyor, hüzünle parlayan gözlerle bakıyor bu sefer; korkuyu hissediyorum bakışlarında. Gülümsemiyor, fakat sözümü bozuyorum ve O'nun yerine de gülümseyemiyorum, tek bir hüzün bile ağır dudaklarım için.
"Saçların," diyorum, bu sefer bakışlarını parmaklarına yönelten ben oluyorum. "Nasıl da güzel kokuyorlar öyle, her daim solunması gereken özel bir koku sanki."
Bakışlarım henüz parmaklarımda iken, hasır şapkamın başımdan çekildiğini hissediyorum; yanaklarındaki ellerinden biri şapkayı tezgaha bırakıyor ve siyah tutamlarıma daldırıyor küçük parmaklarını. Dokunuşları nasıl da yumuşak, nasıl da kırmaktan korkarcasına özenli; dokunuşlarıyla saçlarıma bıraktığı papatyalar, tıpkı benim hissettiğim gibi hissettiriyor, kirpiklerim hafifçe nemli.
O gün, müşterisi gelen dükkanıma geri dönerken, Park Jimin'in fısıldadığı cümleyi duyamayacak kadar darmadağın oluyorum; her bir parçamın üzerinde limon kokulu bir papatya yaprağı yer etmiş.
Yapma, diyor Park Jimin, limon kokuludur aşk, fazlası yakar ruhunu.
Oysa Park Jimin unutuyor; bir çiçekçinin dükkanı, her daim limon kokmalıdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
limonata standı, yoonmin
Fanfic"Konuşmayacak mısın?" diye soruyorum, kirpiklerini kırpıştırıyor birkaç kez; çekingenliği gülümsetiyor beni hafifçe. Gülümsüyorum, konuşmuyor; çekingenliğini seviyorum. "O zaman," diyorum neşeli bir sesle, bakışlarını üzerimden çekemiyor. "Beraber...