Levent'in ağzından
Bir kaç gün önceki doğum gününden sonra, sonunda cuma olmuştu. Bugün hem kulüp vardı, hem de haftanın son günüydü. Başucumda borazan sesiyle son ses öten alarmı kapatmak için telefonumu elime alıp ekranda yazan kocaman CUMA yazısını gördüğümde bunu düşündüm. Ayrıca bildirim penceresinde yazan "2 cevapsız arama 3 mesaj" yazısını da umursamadım ve o bildirimlere daha sonra bakmak üzere telefonu komidine koyup lavaboya doğru ilerledim. Sabahları uyandığımda aynaya bakmak benim için bir işkence oluyordu. Aynaya zor da olsa baktım ve kendi kendime düşündüm;
"Yahu normalde bu kadar yakışıklı olup da sabahları nasıl bu kadar dağınık olabiliyorum?"
"Maşallah hayvan gibi deli uyuyon da ondan abim"
Sanırım sesli düşünmüştüm.
"Abi?"
"Oğlum senin dağınık halin de yakışıklı merak etme."
"Ee kimin kardeşiyiz?"
"Aferin lan öğrendin sen bu işi."
Bende abim gibi güldüm.
"Neyse ben şu saçımı bi düzelteyim. Şey.. Abi?"
"Efendim?"
"Saç fırçanı alabilir miyim?"
"Sende yok mu? Bi de saç fırçası diyor artiste bak."
"Abi ya"
"Al abim al. Napıcan başka türlü kızlar beğenmiyor demek ki."
Güldüm. Abim zaten dağınık olan saçlarımı eliyle karıştırdı. Ben de abimin elinden zorla aldığım "saç fırçasıyla" aynaya döndüm. Saçlarımı taradım. Dişlerimi fırçalayıp yüzümü de yıkadıktan sonra dağınıklığımı düzeltmeyi başarmıştım. Aynaya tekrar bakıp "yakışıklıyım be" demeyi de ihmal etmedim tabi. Saçlarımı elimle arkaya doğru ittim ve tekrar odama gittim. Yatağa oturup komidinin üzerindeki telefonumu aldım. Saat henüz 07.30'du. Okulun başlamasına daha 1 saat vardı ve evim yakın olduğu için 5 dakikada orda olabiliyordum. Bu yüzden hazırlanmak için erken olduğunu düşünerek üstümü giyinme fikrini kafamdan -o an için- sildim. Bildirimleri açtığımda önce aramalara baktım. Oğuzhan ve Alperenden gelen iki tane arama vardı. Onlara geri dönsem mi diye düşünsem de vazgeçtim çünkü zaten biraz sonra okula gidecektim ve onlarla görüşecektim. Mesajlara baktım. Üç tane mesaj vardı ve hepsi farklı kişilerdendi. Biri Efe'den gelmişti. Doğrusunu söylemek gerekirse şaşırmıştım çünkü Efeyle tek bağımız aynı sınıfta olmamızdı ve ondan nefret ederdim. Doğru düzgün konuşmazdık bile. Neden mesaj atmıştı ki? Kendimi daha fazla meraklandırmanın anlamsız olduğunu düşünerek mesajı açtım. Mesajda "Bu ara iyi anlaştığın kişilere dikkat et. Herkesi dost sanıp güvenme. Sadece bir arkadaş tavsiyesi.." yazıyordu. Neydi bu şimdi? Bi kere biz arkadaş falan değildik ki tavsiyesi olsun. Ayrıca bu ara iyi anlaştığım kişiler deyince aklıma sadece 1 kişi geliyordu. Bu ara... Efenin bahsettiği kişi büyük ihtimalle Oğuzhandı. Fakat ona hayatta dostum diyemezdim. Ama Efeyle de çok iyi anlaşırlardı. Herhalde kavga etmişlerdi ve acısını benden çıkarıyordu. Ya da benle arkadaş olmaya çalışacaktı. Tabiki sevdiğim kızla çıktığını unutmamak gerek. Yanıma gelse onunla tek kelime konuşmazdım. Neyse. Onunla kafamı yoramazdım. Diğer mesajlara bakmaya karar verdim. Birisi Oğuzhandandı. Mesaja baktığımda " okula erken gel seninle bir şey konuşmamız gerekiyor" diyordu. Kendi kendime "tamam." dedim ama mesaja cevap vermedim. Ama bu işte bi iş olduğu belliydi. Her neyse kalan diğer mesaj benim için daha önemliydi. "Gönderen: Aydenizim" onun ismini görmek istemsiz bir şekilde gülümsememe neden olmuştu. Tabi gelen mesajda da, onun ne kadar sinirlendiği belli olsa da beni güldüren bir şey yazmıştı: "Levent!!! Ceketimi ne yaptın bilmiyorum ama en yakın zamanda (mümkünse bugün) getir. Valla hayal gücümü zorlarım!" Evet ceketini biraz ödün(çalmış) olabilirdim. Ama hem çok güzeldi hem de onundu. Uzun zamandır bende duruyordu bu yüzden haklıydı. Gerçekten bugün geri versem iyi olacaktı. Mesajları okurken yaklaşık 5 dakika geçmişti. Dolabımdan genelde giydiğim ve çok sevdiğim kot pantolonumla beyaz sweet-shirt'umu çıkardım. Üstümü giyindikten sonra çantamı da koluma geçirip elimde Aydeniz'in ceketiyle evden çıkıp okula doğru yürümeye başladım. Elimdeki ceketi gördükçe, aklımdan "keşke Efeyle ayrılsalar da duygularımı ona itiraf etsem" düşünceleri geçiyordu. Bu sefer bilerek yavaş yürüdüğüm için yaklaşık 10-15 dakika sonra okuldaydım. Dersin başlamasına yarım saat falan vardı. Sınıfa çantamı attım ve tam çıkıyorken Alperen'in sesini duydum:
"Kanka nerelerdesin?"
"Noldu kanka çok da geç gelmedim sakin ol."
Ben böyle deyince saatine baktı: 07.46
"Evet çok da geç değil ama olsun. Hemen benimle gel." "Noluyo lan çekiştirip durmasana!" "Kanka şu Oğuzhan denen şerefsiz var ya?" "Ee seni bu kadar sinirlendirecek ne yaptı ki bu kanka?" "Sen de sinirlenirsin duysan. Ama benden değil onun ağzından duy istiyorum. Hadi gel aşağı inelim." Kaşları hala çatıktı. İçim içimi yiyordu. Kolay kolay sinirlenen biri değildim ve Alperen bunu bilirdi. Ne yapmış olabileceğini gerçekten merak ediyordum. Tam aşağı iniyorduk ki koridorda bir ses yankılandı. "Gıybet çekemiyolar bizi." Gittikçe bize yaklaşıyordu. Ve sesin geldiği yere baktığımda şaşkınlığımı belli etmeye engel olamamıştım. "Aydeniz?" Alperen de aynı şaşkınlıkla "Selda?" diye bağırdı. "İçtiniz mi kızım siz?" "Sende bizi çekemiyosun Levent." "Çekemiyorsunuz işte" Kıskanmak? Onları mı çekemiyorum? Ne diyo bu? Bu kızlar gerçekten içmişler galiba. "Kızım kafan iyi mi bu ne hal?" "Evet iyi. Hemde çok iyi. Muhteşem." Sonlara doğru sesi kısık çıkmaya başladı ve bi anda morali bozuldu. Kantindeki koltuklardan birine oturdu. Ve çok içten bir şekilde ofladı. Selda yüzünde hem üzgün hem de sanki biraz bıkkın bir ifadeyle Aydeniz'e döndü. "Ya yeter artık kızım. Hani bizim mutluluğumuzu çekemiyorlardı? Hani inadına mutlu olacaktık?" "Çekemiyecekleri bir mutluluğum yok ki ortada. Ne yapıyım mutlu olamıyorum. Mutluyum demenin ne faydası var? Tek başımayken hep ağlıyorum. Mutlu eden de, benimle ağlayan da, gözyaşlarımı silen de yok." Bunları söylerken o deniz gözlerden iki damla yaş süzüldü. Donup kalmıştım. Onun hep neşeli biri olduğunu sanırdım. Öyle gösteriyordu çünkü. Ama şuan içindeki hüzne karşı duvar olarak kullandığı güzel gülücükleri kaçıp gitmişti ondan. Gözyaşlarını saklayamıyordu. Üzgünlüğünü gizleyemiyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Yanına oturdum. Yüzünü bana çevirdi. Elimle o gözlerden akan yaşları sildim. "Aydeniz, senin gözlerin içi gülerken güzel. Ne oldu neye üzüldün bilmiyorum ama hiçbir şey, hiç kimse senden önemli değil. Kendini mahvediyorsun. Ne gerek var? Belki göstermiyorum ama ben yanındayım. Senin için hep burdayım." Aydeniz bu söylediklerime çok şaşırmıştı ama garipsemedim. Ben bile şaşırmıştım. "Teşekkür ederim hiç böyle bir şey beklemiyordum." dedi ve güldü. Gözümün önüne gelen saçımı eliyle arkaya itti. Ben de güldüm. Sonra aklıma Oğuzhanla konuşmam gerektiği geldi. Alperen de aynı şeyi düşünmüş olacak ki, hadi kalk gidelim der gibi bir bakış attı. Tamam diyerek başımı salladım ve kalktım. Aydeniz'e "Dediğim gibi kendini başkaları için üzme. Benim gitmem lazım." dedim. Söylediğimi başıyla onayladı. Onlarda kalktılar sanırım kantine gittiler. Koşarak bahçeye çıktım Alperen de peşimden geldi. Oğuzhan'ı görünce yüzüme ciddi bir ifade takınıp yanına doğru ilerledim. Biraz yaklaştığımda o da beni gördü. Bi anda yüzü gülmeye başladı. Napıyordu bu? Doğru dürüst alakam olmayan çocuk Efeyle küsünce, beni gördüğünde gülmeye başlamıştı. Ama bu gülüşlerde sinsi bir ifade de seziyordum. Bakalım ne söyleyecekti. Yanına geldiğimde ne oldu diye sormaya kalmadan konuşmaya başladı: "Ya kanka ben bi kıza aşık oldum. Bakışı, gülüşü, her şeyi beni kendisine bağlıyor. Sence çıkma teklifi etmeli miyim?" İstemsizce kaşlarımı çattım. "Hop yavaş gel! Biz nerden kanka okuyoruz bu bir. İkincisi kimmiş o kız?" "Şu kulüpteki kız. Ay mı deniz mi güneş mi. Neyse artık." Aydenizden bahsediyordu. O benim gökyüzümdü. Kimse de kafasını çevirip bakamazdı. bu çocuk herhalde beni delirtmeye çalışıyordu. "Saçmalama. Bir kere o Efeyle çıkıyor seni ne yapsın?" Bunu söylerken de içim yanıyordu. Hiç bu kadar kalbimin acıdığını hatırlamıyordum. "Banane. Efenin beni taktığı mı var?" "Ulan Allah'ın beyinsizi. Sevgilisi var kabul etmez." "Haklısın belki bu konuda ama nerden biliyorsun bana aşık olup Efe'den ayrılmayacağını?" Amacı bu muydu? Delirtmişti beni. Kendimi zor tutuyordum ama Oğuz şansını iyice zorluyordu. "Hem bu önceden seni sevmiyor muydu? Şimdi Efeyle çıkıyorsa benle de çıkar." Ulan şefersiz. Bunu söylemeyecektin. Artık öfkemi kontrol edemedim ve yüzüne gelişi güzel bir yumruk attım. Bunu beklemiyordu. Bu yüzden neye uğradığını şaşırmış, afallayıp yere düşmüştü. Alp beni tutup geri çekti. Tam Oğuzhan'a elini uzatıyordu ki "sakın Alperen. Çok ciddiyim." dedim. Bu bakışımı biliyor olsa gerek ki, vazgeçti. Sonra beraber içeri girdik. Oğuzhan napıyordu böyle? " Oğuzun amacı ne Alperen? Bu ne böyle. Karşıma bir Efe çıkar bir Oğzuhan. Ben sevdiğime kavuşamıyacak mıyım?" "Ya kanka bir şey soracağım." "Sor." "Sen neden Aydeniz sevdiğini söylediğinde bende seviyorum demedin?" "Bilmiyorum. Umutsuzluk gurur arası bişeydi. Sanki artık sevmiyordum. Unutmuştum onu ben. Öyle sanmıştım. Unutamamışım. Ama Efeyi sevdi işte beni sevmedi." "Kanka belki o zaman kabul etseydin onu sevdiğini, o zaman söyleseydin Efeye ihtiyacı kalmazdı. Yani şöyle ki, bence o senden karşılık alamadı ama seni çok seviyordu. O yüzden kalbinde senden kalan bir boşluk vardı. Sevgiye ihtiyacı vardı yani. Bunu da Efeyle doldurmaya çalıştı. Ve şunu da söyliyim bence hala seni seviyor. Sadece buna inanmak istemiyor çünkü senin onu sevmediğini düşünüyor. Bu yüzden de vazgeçmeye çalışıyor. Henüz vazgeçememiş olduğu sana bakışlarından belli. Ama eğer ki Efe onu mutlu ederse senden vazgeçip onu gerçekten sevebilir. Öyle bir ihtimal de var. "O şeref yoksununu mu sevecek? Düşüncesi bile kötü be." "Kanka madem bunu istemiyorsun, senden vazgeçmesini önlemeye çalış. Söylemiyorsan da bari sevdiğini belli et, hissettir." Başımla onayladım. Derin bir iç çektim. Sınıfa gittiğimizde Efe çapraz önümdeki sırada oturuyordu. Çok düşünceli bir hali vardı fakat açıkcası ne düşündüğü umrumda bile değildi. Kim bilir yine bir hinlikler planlıyordu belki de kendi aklınca. Ege ve Batur daha gelmemişlerdi. Efeye biraz daha baktım. Bu hafta olan bütün her şeyi düşününce, jeton düştü. Bu işte bir iş vardı. Alperen'i dürttüm: "Kanka az düşün. Bu sabah Aydeniz'in ağlaması, Oğuz'un söyledikleri ve tavırları, Efe'nin hali. Bu işte bir şey var. Oğuzla Efe, ya birlikte ya da birbirlerinden bağımsız, bir şeyler karıştırıyorlar." "Haklısın. Var bir şeyler. Bakalım çıkar kokusu." "Saçmalama. Çıkar konusu deyip öyle mal gibi oturcak mıyız?" "Ne yapabiliriz ki? Hani arkadaş olsak onlarla bir şey buluruz da.." Sözünü kestim. "Tabi ya. Tabiki öyle. Arkadaş olacağız. Aklıma muhteşem bir plan geldi. Şimdi bakın bakalım. Asıl oyunu kim oynuyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şah ve Mat
Novela JuvenilHer oyun bir gün biter. Ve hiç biri tek kişilik değildir. Bir kazanan bir de kaybeden vardır. Son gülen iyi güler denir. Kim gülecek, kim ağlayacak, kim kaybedecek, kim kazanacak. Bir kıza oyun oynarsan, kendi kurallarınla kaybedersin...