jungkook, 2017, busan
gözlerime çarpan ışınlarla kirpiklerimi aralarken sırtımdaki acının artık olmadığını anladığımda yanımda bir başkasının daha nefes aldığını duydum. perdelerden kaçan ışık, onun kahverengi saçlarına düşüp görsellikte bir numaraya oynarken kapalı göz kapaklarına baktım ve onun ne kadar değerli olduğunu bilmediği o küçük benlere bile parmak uçlarımla dokunabilmek istedim.
aklıma gelen dokunma eylemiyle elimin üzerinde hissettiğim bez ile şaşkınlıkla bir nefes verdim. kaşlarım havalanırken kendimi ağlamamak için zor tutuyordum.
taehyung, elimi tutup bana destek olmak istemişti ve tenime değemeyen parmakları için bir çözüm yolu bulmuştu. beze sardığı elini benimkinin üzerine yerleştirip bir nevi yanımda olmaya çalışmıştı.
onun kalbi, kalbime çoktan sarılmıştı, sadece bundan henüz haberi yoktu.
beze sarılı eline dokunurken hem temkinli hem de korkaktım. gece onun yaralarına geçiş yaptığımdan beri uyuyor olmalıydım ve benim başımda geçirdiği tereddütlü saatler olmuş olmalıydı.
onu endişelendirdiğim için kendimi hiç affedemeyecek gibi hissettim.
boğazımdan yükselen acı tat, dişlerimin minesine ulaştığında yataktan fırlayarak banyoya ulaştım ve dün ne yediysem safrasıyla birlikte klozete boşalttım. basınçlı kustuğumdan yüzümü kırmızı noktalar kaplamıştı ve zangır zangır titreyen ellerimi durduramıyordum. başım, otobanda giden bir arabanın tekerleği gibi dönerken banyonun aralık kapasına yaslanıp beyaz odanın eşiğini şenlendiren adama baktım.
tanrım, beni sadece izlerken bile doğa harikası gibi görünüyordu. onu; düştüğüm çukurlara, yaralandığım ormanlara ve asla gidemeyeceğim cenmet bahçelerine dikip ulaşılmaz bir çiçek olmasını diledim. bana böylesine ürkek ve telaşlı bakarken; gözlerini sadece ben göreyim istedim.
dünya, bizim için yörüngesinden çıkarken başımı yerinde tutamayacağım sandım ve omurlarıma gönderilen ağrı ile bağırdım. taehyung'un şaşalı bakışları büyürken ismimi haykırdığını duydum.
"jungkook!"
banyonun içine, yığılıp kaldığım yere doğru giriş yaptığını gördüm ama o ayak bastığında ben artık banyonun içinde değildim.
jungkook, bilinmeyen, bilinmeyen
busan'ın aksine nemsiz havasına alışık olmadığım garip yerin pembe kumlarında yürüyordum. pembe kumların görüntüsünü taehyung'un gülümseyişine benzetirken her şeyde biraz biraz onu bulmama; aşk deniyordu sanırım.
banyodaki kıyafetlerimin içinde hiç bilmediğim bir zamansızlığın kollarında gezinirken pembe kumların ötesinde uzanan yeşil denizi ve onun ardındaki yuvarlak, güneşe benzeyen siyah cismi izledim. farklı bir dünya, farklı bir evrende gibiydim. tüylerim diken diken olurken beynimin alt lobunda bir hareketlenme hissettim ve kumların içine düştüm.
"jungkook," diye bağırıyordu taehyung, boş banyonun içinde. "neredesin?"
ağlayışı, mantık sınırlarımı zorlarken bu saçmalığa sıkışıp kaldığımızı yeni fark ediyordum. bir yerden başka bir yere ışınlanmıştım, pembe kumlar ve havasız bir atmosfer vardı. saniyelerin geçmesine kalmadan ölebilir veya öldürülebilirdim.
ama tek umursadığım, taehyung'un ağlayışıydı.
o ağlarken ben zaten ölüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
soulmate :: vkook
Fanficbirbirinden habersiz iki genç, aynı anda aynı şeyleri yaparlar. eh, çünkü ruh ikizi olmak bunu gerektirir.