—Kahretsin, Allah’ın cezası! Azıcık daha öteden geçsen ölür müsün! Lanet olsun sana! İnşallah tekerin patlar!
Adeta kasıtlı olarak yolun kenarına çok yakın bir mesafeden geçip yolda birikmiş tüm suyu üstüme sıçratan arabanın ardından, avazım çıktığı kadar sövüyordum ki… Yetişmeye çalıştığım otobüs yanımdan geçiverdi.
—Kahretsin! Allah beni de kahretsin! Yolun ortasında durmuş deli gibi söylenirken otobüsü de kaçırdım. Şimdi nasıl yetişeceğim ben son vapura? Hah! Bir de soruyorum, değil mi? Yetişemeyeceğim, tabii. Saatlerce yağmur altında yürüdükten sonra son vapuru da kaçırdım işte! Kahretsin! Umarım kızlar bu gece evlerine kabul eder beni.
Dizlerine kadar ıslanmış, çamura bulanmış pantolonumun ağırlaşan paçalarını sürükleye sürükleye yürümeye devam ettim.
Neyse ki şemsiyem var. Gerçi var da ne işe yaradı! O lanet araba yüzünden ıslanmama engel olabildi mi? Tüm üstüm sırılsıklam oldu. Tek kuru kalan yerim saçlarım oldu, bir tek onları koruyabildi. Şimdi daha çok üşüyorum. Bu ıslak çoraplar yüzünden ayaklarım donuyor. Şemsiyeyi tutan parmaklarım ise mosmor…
Titreyen ellerimi nefesimle ısıtmaya çalışırken durağa bakıyordum. Çok yaklaşmıştım. Biraz daha hızlı yürürsem en azından üstü kapalı bir yerde olabilecektim. Bu düşünceyle adımlarımı hızlandırmıştım ki elimdeki şemsiye bir anda parmaklarımın arasından kaydı. Hızla savrulup yere çakıldı. Ne olduğunu anlayabilmek için arkamı döndüm. İri yarı bir adam hızlı adımlarla yanımdan geçerken şemsiyeme sert bir omuz geçirmiş sonra da arkasına bakmadan yürümeye devam etmişti. Öküz! Zavallı narin şemsiyemi yerlere savurmuştu. Oysaki o benim tek koruyucumdu. Bir şey olmamasını umarak uzanıp yerden aldım onu. Ama aldığı sert darbeyle kolu kanadı kırılıvermişti. Artık kullanılmaz durumdaydı.
—Lanet olsun! Lanet olasıca öküz!
Sinirlenip şemsiyemi hızla yere savurdum, ardından da bir tekme patlattım. Sanki olanların tüm suçlusu oymuş gibi… Ona bir darbede ben vurursam rahatlayacakmışım gibi… Ama nafile! Hiçbir şey! Hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Bu lanet günde tam da her şey daha fazla kötüye gidemez derken şimdi sırılsıklam olmuş bir halde yağmurun altında öylece kalakalmıştım. Artık saçlarımda ıslaktı. Gözlüklerime vuran yağmur damlaları beni sinir ediyordu. Yanaklarımdan süzülen su kümeleri artık yağmurdan olmayabilirdi. Belki de sinirimden ağlamaya başlamıştım da haberim yoktu.
Elimdeki defterleri kafama siper ederek pes etmeden yürümeye devam ettim. Hah! Sanki onlar beni koruyabilirdi de! Her şeyim gibi defterlerimde sırılsıklamdı. Omuzumdaki çanta da daha bir ağırlaşmıştı. Resmen sokaklarda sürünüyordum.
Ah İstanbul! İyisin, hoşsun da… Yağmurlu günlerde bir canavara dönüşüyorsun! Ve biz zavallıları acımasızca hırpalıyorsun.
Durağa geldiğimde kalabalıktan bırak oturmaya yer bulmayı kafamı çatının altına güçlükle sokabildim. Islanan saçlarımı arkaya atıp gözlüğümü çıkardım. Nasılsa artık yağmur damlalarından bir şey göstermez olmuşlardı. Kendimi sokağa terkedilmiş, yağmurda sırılsıklam olmuş zavallı bir köpek yavrusu gibi hissediyordum. Hayatta hiçbir gün bugün kadar kötü olamazdı.
Tabii söz konusu benim hayatımsa bu koca bir yalandı. Evet, maalesef kocaman kötü bir yalandı. Bu güne kadar bundan çok daha kötü bir hayatım olmuştu. İster kader deyin kabullenin, ister bana acıyın isyan edin. Ama… Ama bu bir gerçek… Bunu değiştiremezsiniz. Bana “Masal” adını koyan anne babam bile değiştiremedi çünkü. Onlara mutlu son getirmemi dileyerek koydular adımı ama değiştiremediler işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖNÜM NOKTASI
Mystery / Thriller"Her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır yalnızlık." der şair. İnsanlar doğuştan, bir şekilde yalnızlığa mahkum edilmiştir. İnsanın içinde bir yerdedir yalnızlık. Bulunamaz çıkarılamaz. Peki tedavisi yok mu bu hastalığın? Yine aynı şair şöyle veri...