Sevgili Aptal,
Neredesin? Beklerken ömür geçmiyor. Yoksa kırgın mısın? Mektup olacak kadar yazamadım. Mecalim yok. Kalmadı diyemem hiç olmadı ki sen yanımda olmayınca.
Elimdeki kağıtta yazılanları okuduktan sonra kitabımın arasına sıkışıtırmıştım. Önlüğüme geçen hafta koyduğumu hatırlayıp bu kağıdı açmıştım ki aptal sözcüğü ile başlaması... Bir de neredesin demesi sanki kendisinin terk edilişini anlatıyordu. Aptal...
"Aptal."
Aptal sözcüğüne takılmam bana o genci hatırlatmıştı.
O gün, yazdığı mektubu okuyup okumadığımı sormuştu. Aptal... Aptal demişti üstelik onun bana ikinci kez aptal deyişiydi. Bu mektubu bana mı yazmıştı? Bana yazmasaydı okuduğumu sormazdı. Ama bir şey yanlıştı. Ben daha önce o genci tanımıyordum. Onun da beni tanır gibi bir yanı yoktu. Biz iki yabancıydık.
Ah bilmiyorum, bilmiyorum. Elimdeki viladayla yerleri temizlemeye devam etmiştim.
Kütüphanenin sabahki işi bitmişti. Bir de akşamki işi vardı. Aslında akşamları fazla bir iş olmuyordu.
Akşamları fazla uğrayan olmazdı. Bende çıkış saatine kadar tükenmesini istemediğim kitapların sayfalarına doğru yolculuğa çıkardım.
Öğle yemeği saati biterken ellerimi birbirine çırparak kendimi akşamki rafların tozunu almam için moral veriyordum.
"Çocukça şeyler..."
Kimseye aldırmamayı az da olsa öğrenebilmiştim. Elimi boş ver dercesine salladım. Tekrar çırpmaya başladım bu sefer daha kuvvetliydi. Sonuçta kargaşada bu ses arı vızıltısı gibiydi.
Bahar ayına yaklaşan mevsimle içimde oluşan heyecana el koyamıyordum. Çiçeklerin rengarenk bir edayla açması, güneşin her gün canlı bir renkle doğması ve yeşeren umutlar...
Sanırım yeşeren umutlar en çok sevdiğim kısımdı. Az da olsa tohumları ekildiği içimde solgunca çıkıp çıkmayacağını bilememek ama sonra tevekkül etmek vardı.
Yani Allah(c.c)'a dayanmak en içtenlikle. Şu zamanlara sağlam basmanın nedeni tam da buydu işte.
Kütüphanede işler neredeyse bitmişti. Tam kapıyı aralamışken el arabasını zorluklarla sürükleyen adamla karşılaşmış "Yardımcı olabilir miyim?" kısık bir sesle sormuştum.
Soluk soluğa kalan adamın yüzü parlamıştı hemencecik.
"Sağ ol kızım kütüphane burası değil mi?"
Şaşkınlıkla başımı sallamıştım. Bir ucundan tuttuğum arabayı çekiştirmiştik. Merakımı körükleyen bir sürü karton kutularda ne olduğu idi.
"Kusuruma bakmayın, çok meraklı birisi olduğumdan değil ama bu kutuların içinde ne var?"
Adam nereden geldiğini bilmez bir tavırla gülümsemekle yetinmişti.
Neydi bu şimdi? Cevap bile vermeye tenezzül etmemişti. Garip. Biraz da şüphe uyandırıcı...
Dedektif değildim sürekli herhangi bir şeyden şüphelenecek ama bu adamın tavırları normal değildi.
Kütüphaneden yeni çıkmama rağmen kapıyı yavaşça aralamıştım. Ortalıkta boşça esen rüzgardan başka gelip geçen yoktu. Nereye gitmiş olabilirdi? Meraklı olmamam gerekirdi. Bana ne idi adamın tavırlarından. Ama içimdeki büyütecin camı gibi kabaran merak bu düşünceyi engelleyememişti.
Ayak ucumda ses çıkarmadan yürürken başımı sağa sola çeviriyordum. Olur da bir yerlerden çıkma ihtimaline karşı. Tamam adam suçlu değildi. Sadece suçlu gibi davranması tek sorundu.
Başımı yavaş bir şekilde arkaya çevirdiğimde kitaplıktan bir kitap hareketlenmişti. Boğazıma dayanan nefesimle gerilmiştim. Kitaplığın arkasında birisi vardı. Korkusuz değildim ama kendimden çok kütüphaneyi önemsemiştim. Kitapların içindeki dünyaların çalınmasını veya hırpalanmasından oldum olası korkmuştum. Onlar çok değerliydi.
Adımlarımı temkinlice atarken kitaplığın arka tarafındaki karton kutular da belirmeye başlamıştı. Yaklaştıkça kulağıma gelen hışırtı sesleriyle ayak ucuma basmayı sonlandırıp hızla arkasına geçmiştim kitapların.Korkudan gözlerim kapalıydı. Ve hızla atan tüm kalbimle bağırmıştım kelimelerimi.
"Onları hemen bırak!"
Hışırtı sesi sonlanmıştı. Ama tekçe çok yakından gelen nefes sesleri vardı.
"Bunlar senin için değerli mi?"
Yutkunarak sesimi toparlamıştım.
"Evet!"
Bir dakika... Hızla gözlerimi araladığımda sesiyle birleşen görüntüsünden karşımdaki kişiyi tanımıştım. Bu Aptal kelimesini kendine zikir eden aptaldı. Gözleri direk olarak gözlerime doğru yol almıştı. Keskin bir kağıt gibiydi. Gözlerimi yerdeki kutulara doğru yönlendirdim. Onların içindekiler ne idi?
"Demek şarkı albümlerim senin için değerli? Öyle mi?"
Albümler mi? Ama benim kastettiğim kitaplardı.
"Hayır. Benim kast ettiğim onlardı."
Arkamı dönerek parmağımla kitaplığın raflarını işaret etmiştim.
"Ah! Aptal cidden aptal."
Bunlar neden buradaydı? Her rafta şarkı albümleri ile doluydu. Üstelik çok fazlaydı.
"Daha önceden hayranım olduğunu söyleseydin daha iyi bir başlangıç yapabilirdik."
Önüme dönmüştüm şaşkınlıkla. Hayran mı? Kim, ben mi? Onun hayranı olduğuma kendini çok inandırmıştı.
"Pardon? Ben kimsenin hayranı değilim. Olmakta istemem, kalsın."
Arkamı dönerek yanından uzaklaşmıştım. Ki tam kütüphanenin kapısından çıkacakken sesini duymuştum.
"Madem hayranım değilsin. Bunu bana kanıtla! Üstelik vaktin sınırlı yarın öğle arasına kadar!"
Bu da neydi böyle? Hayranım değilim dedikçe üsteleyip duruyordu. Bakalım kim kime neyi kanıtlayacak göreceğiz.
Ufak bir oyun oynama vakti gelmişti.