2002, Eylül, 13
Ahh buna inanamıyorum! Onu herkes sever. Ne oldu da bir kavgaya karıştı acaba? Kafamda onlarca -binlerce- endişeli düşünce varken söylediğim tek şey ''Nerede?'' oldu. ''Holmes Chapel'a gittiğini söyledi.Lütfen Abby bul onu!'' Tamam nereye gittiğini biliyordum. Evlerininin, hayır, evlerimizin arka bahçesinden çıkınca birkaç dakikalık yürüme mesafesinde olan ağaçlık bir yere gidiyordu. Holmes Chapel'ın oldukça turistik bir yeriydi ama insanlar Londra'ya gezmeye gelince genellikle böyl ağaçlarla gizlenmiş yerlere dikkat etmiyorlardı. Bu sayede renk renk çiçeklerin, ufak bir gölün bulunduğu bu güzel yer sadece bize kalıyordu. Biz oraya 'Cennet' demeyi daha çok seviyorduk. Sonunda ulaşmıştım. Harry oarada, bizim çok sevdiğimiz büyük ağacın gölgesine oturmuştu. ağaç Harry'nin kafasının biraz üstünden iki kola ayrılıyordu.Geldğimi duyunca kafasını kaldırıp bana bakmıştı. Gözleri, güzel gözleri, ağlamaktan kızarmış ve bu benim içimi parçalamıştı. Koşup ona sarıldım, o da kollarını bana sardı ve başını boynuma gömdü. Bende her zaman yaptığım kahverengi buklelerine parmaklarını daldırıp onları okşadım. Buraya geldiğimizde onu bir orman perisine benzetirdim. Çünkü yeşilin her tonunu barındıran bu yerde, kahverengi saçları ağaç kabuğuna karışmış bir halde yeşilin her tonunu barındıran gözleriyle bana bakınca Harry'nin buraya çok güzel uyum sağladığını düşünürdüm.
‘’Annem ve Babam…’’(üzgünüm tarihi biraz ileri almam gerekti. Hikayenin gerçeğe uymayan %20 lik bölümlerinden biri…) dediği anda onu daha çok kendime çektim.’’ Şişşt… Biliyorum. Üzülme. Belki aynı evde olmayacaksınız ama o yine senin annen, babanda yine senin baban… ayrılmaları seni sevmedikleri anlamına gelmez.’’
‘’Ben… Bilmiyorum…’’
‘’Nasıl bilmezsin? İkisi de seni çok seviyorlar! Benim babam sürekli yurt dışında çalışıyor ama annemle evli. Sizin ki de biraz buna benzeyecek… babanı az göreceksin belki ama seni sevdiğini daima bileceksin, hem belki böylesi daha iyidir, belki böyle daha mutlu olurlar ha?’’ Acaba ileri mi gittim? Onun kalbini kırmak istemiyordum ama artık neden kavga ettiğini anlıyordum. Sinirini atması gerekiyordu. Geri çekilip yüzünü bana döndürdü. Bir süre öylece baktı. İyice endişelenip elimi yanağına koydum, tam ‘’iyi misin?’’ diyecekken kızarmaya başladı. Onun üzerinde böyle bir etkim olmasını seviyordum. Beni görünce rahatlıyor, ona dokununca kızarıyordu. O da beni hiç kimsenin yapamadığı şekilde sakinleştiriyor, en olmadık zamanda bile güldürüyordu. Neden böyleydik bilmiyorum ama iyi ki de böylrydik. Birlikteyken mükemmeldik.
‘’Sen… Bu şekilde mutlu musun? Yani babanı bu kadar az görüyorken?’’ Elimi geri çekip yanına oturdum.’’Şey… Aslında babamı daha çok görmek isterdim. Okuluma gelmesini, beni parka götürmesini isterdim… Ama bana beni her gördüğünde söylediği bir şey var, ‘Bir Dawson olmak zor iş Meleğim…Hazır olduğunda seni de yanıma alacağım ve seni bir Dawson olarak ytiştireceğim Prensesim. Ne olursa olsun çevrenden kopmayacaksın. Seni seviyorum.’’ Güldüm. ‘’hep bunu söyler işte.’’ Harry’de güldü ama gözlerinde biraz hüzün vardı. ‘’öyle ya da böyle gideceksin yani…’’ Bu bir soru değildi ama cevaplamam gerektiğini hissettim. ‘’ Şey, sanırım evet. Ama şunu bil ki seni hep seveceğim, asla unutmayacağım.’’
2004, Haziran, 7
Bu kadar erken olacağını tahmin etmemiştim. Ah! Tahmin edemezdim ki! Birkaç gün önce eve gelmiş, bana tuhaf sorular sormuş, sonra da ‘’ bavulunu hazırla meleğim, yeni bir yerde gerçek bir Dawson olarak yaşamaya başlayacaksın. Artık sen sıradan bir kız değilsin hayatım, tüm dünyanın tanıyacağı Prenses Dawson olacaksın’’ dedi. Annem buna üzülmüştü, o burada kalacaktı, bende yeni okuluma pariste başlayacaktım, şanslıydım ki annem yarı fransızdı ve bazen evde Fransızca konuşuyorduk. Bu nedenle pek sıkıntı çekeceğimi sanmıyordum… şu an için tek sıkıntım annemi sadece tatillerde görebilecek olmam. Ve Harry’yi… tanrım! Harry! Beni cennete çağırmış, ben de bu karmaşa da unutmuştum! Evden koşarak çıktım. Tipik Londra, yine yağmur yağacaktı… onu yine 2 sene önce oturduğu ağacın önünde otururken buldum. Ayağa katlı ve bana döndü. O rahatlarken ben çığlığı basmıştım. Anlaşılan yine bir kavgadan çıkmıştı, birkaç yumruk yemişti. Koşup şişmeye başlamış gözünün üzerinde elimi gezdiridim. O da alışkanlıktan ellerini hemen belime sardı. ‘’ tanrım, Harry! Yine ne oldu?’’
‘’itin teki sana laf etme cesaretinde bulundu, bende onu bi güzel dövdüm.’’ Ona bir bakıp güldüm. ‘’ Ah evet-‘’ elimle çenesinden damlayan kanı tuttum.’’- kesinlikle dövmüşe benziyorsun’’ homurdandı. ‘’ O daha kötü durumda’’ yine güldüm, sonra bir anda ciddileşip parmaklarımı patlamış dudağında gezdirdim.
‘’ Acıyor mu?’’
‘’Artık acımıyor.’’dedi. şarşırdım. ‘’Harry…?’’ dediğim gibi konuşmaya başladı. ‘’ Biliyorum belki küçüğüz ama şunu da biliyorum ki sen benim geçmişim ve şimdimsin ve geleceğimde sen olacaksın, bundan eminim. Zaten değil 10 yıl, 100 yıl bile geçse bana senden daha mükemmel uyabilecek ve ya sana uyduğumdan daha mükemmel uyabiliceğim birini bulamam, denemeyeceğim de… Şunu da biliyorum ki ilk karşılaştığımız gün bizim kaderlerimiz birleşti ve ben seni o günden beri seviyorum. Belki bana çok duygusalsın diyeceksin ama bu böyle…’’ afallamıştım. Doğrusu Harry’nin şu an söyledikleri benim kendime bile itiraf edemediğim şeylerdi. Ahh hadi ama! Biz kardeş gibi büyümüştük, bu büyük bir gerçekti! Ve yine bir gerçek… sanırım birazdan onunla öpüşücez, tanrım küçüğüz, öpüşüceeeezz, ahh küçüğüz, öpüşüyoruz!!! Ne küçüğü be?! Onunda dediği gibi değil 10, 100 yıl bile geçse beni böyle öpebileek, benimde böyle öpebileceğim birisi daha olmayacaktı. O an aklıma geldi ve geri çekildim. ‘’ ben gidiyorum.’’ Dedim gözlerimi kaçırarak.
‘’ Ne? ‘’
‘’ Zamanı gelmiş, Dawson olmamın. Gelmeden önce evde bavulumu hazırlıyorduk.’’ Dedim ağlamaklı bir sesle.
‘’Gitmesen?’’ Sesi umutsuzdu. Bu güne kadar hiç bir şeyden vazgeçmeyen inatçı Harry pes etmişti… çünkü o da imkansız olduğunu biliyordu.
‘’ Hiç itiraz etmedin dimi?’’ dedi. Başmı iki yana salladım. Gereksizdi itiraz etmek. ‘’Artık prenses olmamın zamanı gelmiş.’’ Dedim. Soğuk bir şekilde güldü. ‘’ bu mu yani? Seni bu kadar cezbeden bu mu yani? Prenses lakabı mı?!’’
‘’ Saçmalıyorsun!’’
‘’ Ya öyle mi prenses hazretleri?’’ dedi yapmacık bir referansla. Sinirden doğuştan gelen İngiliz kibarlığı kaybolmuştu. Geri geri gitmeye başladı.
‘’ Harry, yapma…’’ diye yalvardım.
‘’ Neyi yapmayayım? Bir şey yapan sensin Abby! Giden sensin!’’ diye bağırdı ve arkasını dönüp gitti. Öylece arkasını dönüp gitti…
Gitti…
O gitti…
Yağmur başlayana kadar onu Harry yokken pek de ‘’ cennet’’ gibi olmayan cennette bekledim. Gelmeyince eve döndüm. Çok endişelenmiştiler. Hemen yola çıkmamız gerekiyormuş. Banyo yapıp üstümü değiştirdim. Harry’nin annesi ve Gemma ile vedalaştım. Harry dönmemişti… istemeye istemeye arabaya gittim. Şoförümüz kapımızı açtı, babamla arkaya oturduk. Havaalanına gidiyorduk. Uçağımız bizi bekliyormuş. Camdan dışarı baktım ve Londra’nın benim şanssızlığıma aşladığını düşündüm. Geçmişim ve şimdim olan kişinin de geleceğim olmak istediğini, olamayacağını öğrendikten yarım saat sonra öğreniştim. Kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Babam bana sarılıp ‘’ Merak etme Prensesim, oraya da alışacaksın, bazen annen de gelir, üzülme…’’ gibi şeyler diyerek beni teselli etmeye çalışıyordu… Ama bilmiyordu ki sorun alışmak veya annem değil, ruhum ve kalbimdi!
Eveeeet J sonunda yeni bölüm geldi ha? Çoook üzgünüm geç olmasından dolayı gerçekten. Ama bundan sonra artık gerçek hikayeye döneceğimiz için daha aktif olmaya başlayacağım… siz bu bölümün tadını çıkarın ben gidip yenisini yazmaya başlayayım J umarım düşüncelerinizi ve gelecek bölümlerle ilgili düşüncelerinizi benden esirgemezsiniz J bu siyah yazı şeysinden nefret ettiğim için daha fazla devam etmiycem… öpüldünüüüz J
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Story Of My Love (ASKIDA)
Fiksi PenggemarSaçları beyazlamaya başlamış olan adam, özel çalışma odasındaki televizyona bakıyordu. Son dönemlerde oldukça revaçta olan bir erkek grubunun çapkın üyesi hakkında bir haber vardı; yine farklı bir kadınlaydı. " Vasat," dedi orta yaşlı adam, "Anlaşıl...