Hypnogaja - Here Comes The Rain Again
Multimedia: Eylül Ünal
Yolculuk kısa sürmüştü.
Eylülde bende yol boyunca hiç konuşmamıştık.
Taksi kalabalık bir meydanda duraksadı. Belirli bir miktarda ücreti taksiciye uzattıktan sonra kapıyı araladım. İlk olarak bacağım olmak üzere ardından tüm bedenimi dışarı attım. Şehvetle esen rüzgarın bedenime çarpmasıyla ceketime daha çok sarıldım. Eylül ile birlikte kaldırıma çıkarken bakışlarımı kısa bir süreliğine etrafta gezdirdim. Lüks arabalardan inen, şık giyinimli insan topluluğu pahalı mekanlara doğru ilerliyorken meydanı süsleyen renkli ışıklandırmalar göz dolduruyordu.
Her adımımda ayakkabının yüksek topuğu ıslak zeminle buluştuğunda çıkan tok ses rüzgarın uğultusuna eşlik ediyordu. Meydanın en gözde mekanına doğru ilerliyorken nabzım hızlanmaya başlamıştı.
Mekanın kahverengindeki kapısının önünde dikilen iki koruma gelen konukları içeri alırken sıra bize gelmişti.
"Ebru Sancaktar," dediğimde adam elindeki listeyi gözden geçirdi. Saniyeler sonra adam kapının önünden çekilirken "Mehir Ursal ve Eylül Ünal öyle değil mi?" dediğinde kafamı onaylarcasına salladım.
Aldığı cevap karşısında "Buyrun," diyerek içeri girmemizi işaret eden adama ufak bir hareketle teşekkür ederken içeriye girdim. Kırmızı halı serilen uzun, dar duvarlar arasında ilerlerken bir mağarayı andıran bu koridorun hoş bir görünüme sahip olduğu kanısına vardım.
Koridorun sonunda ise bizi bir merdiven karşılamıştı. Merdiven basamaklarını teker teker inerken büyük salonun fazlasıyla dolu olduğunu gördüm.
Arkamdan gelen Eylül kulağıma eğildi ve "Burası harika," diye fısıldadı. Ben ise sahte bir tebessümle karşılık verirken kalabalığın arasına karışmıştım. Kalabalık ve yüksek sesli mekanları oldum olası sevmemiştim lakin bugün umursamadım.
Saniyeler sonra tüm çıkış kapıları aniden kapatıldığında devasa büyüklüğe sahip olan salonda yankılanan yüksek sesli müzik kesilmişti.
"Hepiniz hoşgeldiniz,"
Balık modelindeki, zümrüt yeşili elbiseyi kıvrımlı vücudu ile tamamlayan esmer kadın eline aldığı mikrofonla salondaki misafirlerine sesleniyordu.
"Bildiğiniz üzere Sancaktar Yetiştirme Yurdunu açan Bengü Sancaktar'ı anmak amacıyla her yıl yapılan törende tekrar birlikteyiz. Hüzünlü değiliz, aksine mutluyuz çünkü her yıl binlerce çocuğun tekrar hayata tutunmasını sağlıyoruz."
Orta yaşlardaki bakımlı kadının yosun yeşili gözleri tüm salonda dolaştı. Birini arıyor lakin bulamıyor gibiydi.
"Ben Bengü Sancaktar'ın ilk kızı Müge Sancaktar olarak annem adına bu salondaki herkesin eşini bulup, sakin bir müzik eşliğinde dans etmesini istiyorum. Kapılar kapandı. Çıkış yasak, kaçış yok." Kadın mikrofonu bir adamın eline tutuşturduktan sonra sahneden indi ve kalabalığa karıştı.
Bu konuşmadan anladığım kadarıyla biraz önce sahnede duran kadın Ebru Hanım'ın senelerdir küs olduğu ablası idi. Farklı şehirlerdeki yurtların müdüresi oldukları için karşılaşma şansları olmuyordu. Sadece senede bir gün aynı mekanda bulunuyorlardı o kadar. İşte o gün kesinlikle bugündü.
Piyanodan koparak etrafta süzülen bir nota duvarlara çarparak salondaki tüm insanların kulaklarında çağladı. Bir kaç saniyenin ardından bu melodiye keman eşlik ettiğinde tüm benliğim müziğe karışmıştı.
Ne olduğuna anlam veremeyen insanlar birbirinden farklı maskeleri ile salonda dört dönüyordu.
Dakikaları geride bırakırken müziğin ritmi gittikçe artmaya başlamıştı. Herkes göz göze geldiği kişiyle el ele tutuşuyor ve müziğin ritmine ayak uydurarak dans ediyorlardı. Bu süre zarfı içerisinde Eylülde beni şaşırtarak tanımadığı bir adama kendini teslim etmişti.
Fütursuzca geriye doğru bir adım attıktan saniyeler sonra ayağım yerden kesilmişti. Naif bedenim zeminle buluşacağı sırada bir el sırtıma yerleşti. Beni hızla kendine çeken adamın okyanus mavisi gözleri suratımda dolaşırken bakışları dudaklarımda takılı kaldı. Bir an gözlerinde öfkeyi gördüm. Lakin karşımdaki adam saniyeler sonra kendini toparlamış, yeniden ifadesiz görüntüsüne bürünmüştü.
Mavi gözlerini benden çekip üzerinde ceketi tek hamleyle düzeltirken ben kalbimdeki yabancı tepkiyi görmezden gelmeye çalıştım. Mahçup bir şekilde gülümserken "Teşekkür ederim," diye mırıldandım.
Sahte bir öksürükle boğazını temizleyen adam saniyeler sonra sağ elini bana doğru uzatmış ve gözlerini gözlerime dikerek "Benimle dans eder misiniz hanfendi?" diye bir soru yöneltmişti.
Kalbim biraz önce verdiği tepkinin iki katını sergiliyorken hiç düşünmeden ellerimi ellerine kenetledim.
Ellerimi daha sıkı bir şekilde kavradı ve ince bedenimi kalabalık arasından kolaylıkla sıyırdı. Salonun tam ortasında durduğumuzda insanların bakışlarını üzerimde hissettim. Dik omuzlarım utançla düşerken karşımda dikilen adam ince belimi kavradı ve beni sertçe kendine çekti.
Uzun boyu nedeniyle eğilmek zorunda kalan adam kulağıma doğru eğilip "Korkuyorsun," diye fısıldadı.
Nabzım git gide hızlanırken cılız bir ses tonu ile "Asla," dedim. Tavandan zemine düşen ışıklandırmalar üzerimizde dolaşırken bedenlerimiz birbirine sarmaştı. O yüzüne alaycı bir gülümseme kondururken nefeslerimiz birbirine karışmaya devam etti.
"Korkma." Kelimeler dudaklarından döküldüğü an bir tokat edasında yüzüme çarpan nefesi beni öfkelendirmeye başlamıştı.
Yutkundum. Elbisenin uzun eteği zemini süpürürken "Korkmuyorum," dedim isyan ederek.
O ise söylediklerimi dikkate almadığını belli etmek istercesine iki eliyle belimi kavradı ve ayağımı yerden keserek beni savurdu. Sergilediği kaba hareketine karşılık öfkelenmedim, aksine kıvrak hareketlerimle ona ayak uydurmaya devam ettim.
Duvara asılan devasa büyüklükteki saat ötmeye başladı. Tüm gözler ışıl ışıl parlayan, harika bir işçiliği olan saate kaydığında saat on ikiyi gösteriyordu. O an okyanus mavisi gözlere sahip olan adamın belime sarılan iri elleri gevşedi ve bir adım geriledi.
O uzaklaşıyorken, ben istemsiz bir şekilde daha çok yaklaşıyordum.
"Gelme peşimden külkedisi," dediğinde adeta yerime mıhlanmıştım. Cümlesine devam ederken merdivenlere doğru yaklaşıyordu.
"Bugün değil ama belki birgün bir yerde karşılaşırız. İşte o gün güneş doğana dek, yıldızların altında, elini hiç bırakmadan seninle dans etmeye söz veriyorum külkedisi."
Kumaş pantolonu, gömleği, ayakkabısı ve redingot ceketi dahilinde siyaha bürünmüş, okyanus mavisi papyonu ile gözlerini ortaya çıkaran adam salondaki tüm kadınları kendine hayran bırakarak koşar adımlarla gözden kayboldu.
İşte tam o an dilim lâl olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OKYANUSLAR SEN
Teen FictionBedeni zifiri bir karanlığa gömülürken, ruhu genç adamın merhametli kollarına emanet edildi.