3. Bölüm

52 7 9
                                    

Multimedya Burak


Merhaba arkadaşlarr!! Uzun süredir yeni bölüm atamamamızın nedeni sınavlarla cebelleşmemiz. Bu bölümü uzun yazmaya çalıştık. Umarız beğenirsiniz. İyi okumalarr!!




"Sen kafes dövüşü mü yapıyorsun?"
Emre'nin sesi kulaklarımda çınlarken şu an hayatımın en kötü anını yaşıyordum. Şaşkınlık dolu gözlerle Emre'nin arkasından gelen Ecem'e baktım. Ecem de ne yapacağını bilmez bir şekilde adeta koşar adımlarla bize doğru geliyordu.
Başımı tekrar Emre'ye çevirdiğimde sinirli bir şekilde nefes alıp veriyordu. Sakinleşmeye çalıştığı her halinden belliydi. Çoçukluğundan beri oldukça sinirliydi fakat bu sinirini bana göstermezdi. Emre'yi ilk gördüğümde kötü bir önyargı oluşturmuştu bende. Çünkü bazı zengin insanlardan nefret ediyordum. Aslında hala öyle. Fakat bazı arkadaşlarım zenginlerden olunca bu önyargım azaldı. Her neyse. Şu an konumuz bu değil.
"Cevap bekliyorum."dediğinde düşüncelerimden hızlıca uzaklaştım.
" Emre... bak. Beni dinlemeden hemen sinirlenme."
Ellerini saçlarından geçirdi. Gözleri ve yüzü sinirden kızarmıştı.
Ağzımdan hızlı bir şekilde "Evet, ben kafes dövüşü yapıyorum." cümlesi çıkınca ben bile kendime şaşırdım.
Emre sinirle haykırdı. "Nasıl yaparsın böyle bir şeyi?!"
Diğerleri de Emre'nin arkasından gelerek Duru, "Sorun ne? Herkes buraya bakıyor. Bir sorun var ve bizim dışımızda herkes bunu biliyor. Ecem?" dedi ve gözlerini Ecem'e yöneltti. "Bunu herkesin Rüya'dan öğrenmesi daha makbul." diyince bütün gözler üstüme çevrildi. Emre ise gözlerini bana dikmiş bakıyordu.
"Bakın. Ben kafes dövüşü yapıyorum çünkü..." deyip sakinleşmek ve cümleleri kafamda bir düzene sokmak için birkaç saniyeliğine gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. "Çünkü ailemin paraya ihtiyacı vardı. Nasıl elim kolum bağlı durabilirdim ki? Benim ailem sizinki gibi zengin değiller. Havadan da para yağmıyor. Muhtemelen bunu hiç anlamayacaksınız ama dünyada sadece zenginler yaşamıyor, Emre." gözyaşlarım akarken bu cümleleri söyledim. Normalde çoğu kız gibi hemen ağlayan tiplerden değildim fakat bu çok ağır gelmişti. Ağlamam gitgide şiddetleniyordu. Yaşlı gözlerimle Emre'ye baktım.
"Şimdi anladın mı neden kafes dövüşü yaptığımı?" Emre'ye baktım. Onun da gözleri dolmuştu. Daha fazla burada kalmak istemiyordum. Koşarak okulun bahçesinden çıktım. Koşarken arkamdan Ecem'in "Rüya!!" diye bağırdığını duydum ama duymamazlıktan geldim. Şu an hiç kimseyle konuşmak istemiyordum.

***

Taksiden indiğimde apartmanın kapısını açarak içeri girdim. 3.kata geldiğimde evin kapısı açık olarak gördüm. İçimi saran korku ve telaşla ellerim titriyordu. Titreyen ellerimi zar zor zapt ederek kapıyı sonuna kadar açtım. Yavaş adımlarla mutfağa girerek "Anne!"diye bağırdım. Sesimin titremesini umursamadan mutfaktan çıktım. Evin içinde korkutucu bir sessizlik vardı. Salına girdiğimde ise gördüğüm manzara ile kan beynime sıçradı. Bacaklarım adeta beni taşımıyordu. Zar zor annemin yanına gittim. Başucuna geldiğimde yere çöktüm. Ellerimle annemin kafasını kavradım. Yüzü morarmıştı. Ve dudağının kenarından kan akıyordu. "Anne!Anne uyan!"diyerek vücudunu sarsmaya başladım.Hıçkırmamla beraber ağladığımı farkettim. Bağırmak istiyordum fakat sesim çıkmıyordu. Hemen cebimden telefonumu çıkardım ve taksi çağırdım. Etrafa baktığımda her yer darmadağındı. Hırsız girdiği her halden belliydi. Taksi geldiğinde adamı yukarıya çağırmak zorunda kaldım.

***

Babam etrafta dört dönerken ben küçük bir kız çocuğu gibi yere çömelmiş ve kafamı kollarımın arasına almıştım. Bir türlü hıçkırıklarımı durduramıyordum. Kendime gelemiyordum. Sesleri bile tam olarak algılayamıyordum. Bugün olanlar beni oldukça yormuştu. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu.
Doktor geldiğinde birden ayağa kalkmamla tansiyonum düşmüş olacak ki, başım döndü ve gözlerim karardı. Hemen kendime geldim ve doktora soru dolu gözlerle baktım.
"Hasta iyi. O anki şoktan dolayı bir baygınlık geçirmiş ve kolu, darbe aldığı için ezilmiş." Bugün hastanede kalması daha iyi olur. Hastayı ziyaret edebilirsiniz." doktorun dediklerinden sonra hemen annemin olduğu odaya girdim.
Annemi bembeyaz yatakta yatarken gördüm. Hemen yanına gittim. Yatağının kenarına oturdum. Elini, iki elimin arasına aldım. Yüzüme yaklaştırdım ve dudaklarıma yasladım. Gözlerimi kapatarak kısık bir sesle "Anne. Annem. Sana ihtiyacım var. Hemen uyan, sultanım." diyerek alnından öptüm. Rahatsız bir şekilde yatakta kıpırdandı. Yatağın diğer tarafında duran babama baktım. Oldukça perişan duruyordu. Saçları dağılmıştı ve gözlerinden yorgunluk akıyordu.
Annem gözlerini açtığında hemen ayağa kalkıp "Anne!" diye seslendim. "Seni çok seviyorum annem. Senin için ne kadar endişelendik haberin var mı?"
Annem hafif bir gülümsemeyle cevap vermeye çalışırken onu susturdum, "Tamam anne. Senden cevap beklemiyorum. Sadece dinlen." diyerek yüzüme zorla bir sırıtış yer verdim.
"Evet, hayatım. Bugün mutlaka uyuyup dinlenmelisin. Gece de yanında olacağım." diyerek annemin elinden tutup öptü. İki insan beraber bu kadar tatlı olabilirdi!
"Ben hava almaya gideceğim. Dışarıdan istediğiniz bir şey var mı?"
"Yok kızım. Fazla geç kalma." diyen babamın yanına giderek yanağına kocaman bir öpücük kondurdum.
Hastaneden çıktığım anda gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Gerçekten olabildiğince bunalmıştım. Yavaşça yürümeye başladım. Akşamın serinliği yüzüme vururken saçlarımı okşayarak havalandırıyordu. Gözlerim ağladığımdan yanıyordu ve ağlamamı hala durduramıyordum. Gözyaşlarım benim kontrolüm dışında gözlerimden firar ediyordu. Yanımdan geçen bazı insanlar bana bakıp öyle yollarına devam ediyorlardı.
           Bugün Emre'yle olanları unutamıyordum. Belki bu basit bir şey gibi gelebilir fakat ilk defa bu şekilde kavga etmiştik, küçüklüğümüzden beri. Yaptığım hatanın farkındaydım. Ama onun da anlayış göstermesi gerekliydi. Söylemeyi gerçekten denemiştim ama Emre'nin bana maddi yardım yapacağını bildiğim ve bunu istemediğim için ona söyleyemedim.
           Düşüncelerimle boğuşurken okulun yakınlarındaki parka geldiğimi farkettim. Zor zamanlarımda hep bu parka gelip salıncakta hafif hafif sallanırken düşünmekten çok hoşlanıyordum. Uzun zamandır buraya gelmiyordum. Belki de gelmemi gerektirecek üzüntülü zamanım olmamıştı veya zamanım olmamıştı.
           Salıncağa oturdum ve kafamı salıncağın zincirlerine yasladım. Ayağımla ileri geri yaparak yavaşça sallandım. Bugün olanları düşündüm. Ne yapmalıyım? Gidip Emre'den özür mü dilemeli yoksa sadece zamana mı bırakmalıyım? Nasıl bu duruma düştüğümüz aklıma gelirken gözümden bir damla yaş daha indi.
O sırada yanımdaki salıncakta bir ses işittim. Sağ tarafımdaki salıncağa baktığımda ultra yakışıklı bir çocuk gördüm. Muhtemelen benim yaşlarımda, kumral saçlı bir gençti. Gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Boğazımı temizleyerek başımı tekrar sol tarafa çevirdim. Allah'ım! Ne güzel şeyler yaratıyorsun! Bir dakika.. Tamam yakışıklı ama neden bana öyle bakıyor? Sanki ayı oynuyor! diye içimden geçirdim.
"Eh.. Öyleyimdir biraz tipim kurusun" diye bir ses işittim. Sağ tarafıma döndüğümde o çocuğun söylediğini farkettim.
Kaşlarımı çattım. "Ne?"
"Bu arada ismim yakışıklı çocuk değil. Rüzgar." diyerek elini uzattı.
Çocuğun dediğini idrak etmeye çalışıyordum. Kaşlarım hala çatıkken elimi yavaşça uzattım.
"Anlamadım?" diye bir soru yönelttim.
"Demin bana yakışıklı demedin mi?" dediği anda bana da jeton düştü. Ben onu sesli söylemişim! Ahh, ne diyecektim şimdi? Kan yüzüme hükmederken kıpkırmızı olduğumdan emindim. Allah'tan hava kararmıştı.
"Ah.. şey-"
"Bir şey demene gerek yok. Yakışıklı olduğumu herkes söyler zaten" diyerek göz kırptı.
"Bu arada adın?"
"Rüya" diyerek cevapladım.
Kaşlarını çatarak bana baktığında soru dolu bakışlarımı ona gönderdim. "Ağladın mı sen?" dediğinde derin bir nefes verdim. Bundan ona neydi? Şu an sinirlerim bozuktu ve tanımadığım bir insanı kırmak istemediğimde sorusunu cevapsız bıraktım.
"Rüya?"
"Bunun seni ilgilendireceğini sanmıyorum?" sesimin biraz yüksek çıkmasını umursamadan.
"Sadece normal bir soru sordum. Neden böyle sert çıkışıyorsun?" diyip sinirle gitti. Her güzelin bir kusuru var diye boşuna dememişler.
             Tekrar kafamı salıncağın zincirine koyup düşüncelerle boğuşurken yeniden sağ tarafımdaki salıncaktan ses geldi. Yine mi bu çocuk! Sapık mıdır nedir?! Uflayarak kafamı sağa doğru çevirdim.
            "Yine mi se-" sözümü tamamlayamadan salıncakta oturan tanıdık simaya baktım. Bir dakika... Umut? Onun burada ne işi vardı?
"U-Umut?"
Her zamanki soğukluğunu koruyarak "Merhaba" dedi. "Bu saatte burada ne yapıyorsun?" dediğinde birkaç saniye düşündüm.
Yere doğru baktım. "Her canım sıkkın olduğunda, bir şeye sinirlendiğimde, yalnız kalma ihtiyacı duyduğumda buraya gelirim. Bu küçüklüğümden beri böyle. Bir tür alışkanlık?" diyerek dudağımı büzdüm.
"Yani şu an canın sıkkın." diyerek yavaşça ayağıyla ileri-geri yaparak sallandı. Kafamı iki yana sallarken gözümden bir yaş düştü. Elimin tersiyle onu sildim.
"Hayat bazen çok acımasız öyle değil mi? Bir bakıyorsun herşey yolunda, sana gülüyor, seninle eğleniyor; bir bakıyorsun senin sırtından hançeri saplamış gülüyor." alaycı bir şekilde gülümsedi. "İnsanlar gibi. İnsanlar da öyledirler. Seninle koşup oynarlar, gezerler tozarlar, eğlenirler, yaşamının bir parçası haline gelirler. Sonra yok olurlar. Ansızın." dediğinde konuşurken bile olan alaycı gülümsemesi soldu. Derin bir nefes çekti içine. "Neden bu kadar üzgünsün bilmiyorum ama insanlar bunun için değmiyorlar. Bazı şeyleri umursamayıp zamana bırakmalısın, Rüya"
İlk defa bana Rüya dedi.
             Ne güzel konuştun be Umut. Hiç böyle şeyler söyleyecek birisine benzemiyordu. Kim bilir içinde neler yaşıyordu? Hayat, onu hangi zayıf yönünü kullanarak arkasından hançeri saplamıştı? O hançer hala sırtında durup onun canını yakıyor muydu? Merakımı bir kenara bırakarak Rüzgar'a çok sert çıkıştığım halde neden Umut'a aynı şekilde davranamadığımı düşündüm. Okula geldiğinden beri onda bir şeyler vardı sanki. Her şeye cevap verip sözünü eksiltmeyen ben, onun karşısında utangaç bir çocuğa dönüyordum. Her neyse! Bugün çok sık düşünce değişimi yaşadım. Bu kadar yeter.
             "Peki, sen neden burdasın?" diye bir soru yönelttim Umut'a. Bir süre öylece gözlerimin içine baktı.
            "Kaybettiğim bir şeyi arıyordum." dedi.
            "Bulabildin mi?"
            "Henüz değil." diyerek gözlerini yere indirdi.
            "Yardım edebilirim. Ne arıyorsun?"
            "Önemi yok. Ona yaklaştım hissediyorum."
"Umarım o kaybettiğin şeyi bulursun" dedikten sonra gülümsedim.
"Umarım."


           Hadi o güzel parmaklar vote ve yorumlara!!!

SalıncakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin