Hayatta hep acı çekmenin, en baştan reddedilmenin, hiç sevilmemenin size yaşattıklarını bilir miydiniz? Aileniz bile sizi kabul etmiyor. Yalnızsınız. Daima, her zaman tek.
Luhan bu hayatı yaşıyordu. 18 yıllık yaşantısında bir tane bile arkadaşı olmamıştı. Luhan, düşmanının bile olmasını istiyordu artık. Ama kimse Luhan’ı umursamıyordu. Onu insan gibi gördükleri şüphe konusuydu.
Luhan’ın ne arkadaşı ne düşmanı vardı ama onu her zaman pataklayan birileri olurdu. Ya parasını çalarlar uyarı için döverlerdi, ya birisi sinirlenmiş, sinirini Luhan’dan çıkarırdı ya da sadece eğlence amaçlı…
Luhan onları durdurmazdı. Artık acı hissetmiyordu. Daha önce yaralarını kapatmaya çalışırdı, etrafındakiler ve öğretmenler görmesin diye. Kısa süre sonra Luhan öğretmenlerin bile kendini umursamadığını fark etmişti. Yaralarıyla ilgilenmiyordu.
Ama Luhan her gün Tanrı’ya şükrederdi. Yaşayabildiği için… Yenilmediği için…
Luhan’ı bu hayatta tutan tek şey: Kitaplardı. Okumayı çok seviyordu. Çalıştığı işlerde aylık aldığı her maaşı bir tane kitap almak için veya saçlarını boyatmak için harcıyordu. Luhan saçlarını boyatmayı severdi. Dış görünüşü değiştiğinde sanki içi de değişiyormuş gibi hissederdi.
Bir de okul ve ev masrafları için harcardı maaşının büyük bir bölümünü.
Luhan okul gömleğinin önünü ilikledi. Lacivert kravatı taktı ve aynı renk ceketi üzerine geçirdi. Çantasını yerden alıp üst kattan gelen sesleri duymamak için beyaz converselerini giyip hızla evden çıktı.
Siyah pantolonu eliyle düzeltip okula doğru yürümeye başladı. Kulağında kulaklıklar vardı, dimdik karşıya bakıyor, önüne çıkacak üzerinde hayali “TEHLİKELİ” yazan birini görecek olursa saklanacak bir yer bakınıyordu.
Şans ondan yanaydı ki sınıfa gidene kadar bir şey olmamıştı.
Sırasına geçerken iki hafta önceden kalan karnındaki yaralar yüzünden dikkatle yerine oturdu. Telefonunu eline aldı ve yüklediği çizim programını açtı. Kitaplar yaşamasını sağlardı, resim çizmek ise duygularını dışarıya vurmayı.
Luhan becerikli parmaklarla telefon ekranına kalbinden geçtiği gibi şekiller çizdi. Eğer bir şeye başladıysa sonu kesinlikle mükemmel bitiyordu.
Zil çaldığında resmini, yarısı bitmiş resmini, kaydederek sırasına gömüldü. En arka sıra ve köşede oturuyordu. Önündeki, yanındaki ve çaprazındaki kişiler sanki Luhan’da virüs varmış gibi sırasına büyük bir ara koymuşlardı.
Fakat Luhan bundan memnundu.
Öğretmen sınıfa girdi. Öğrenciler sessizliğe büründü. Ders başladığı anda da eski haline geri döndü. Öğretmen sınıfı umursamıyordu. Biran önce zilin çalmasını bekliyordu.
Luhan öğretmenin tahtaya yazdıklarını not alırken üç tane çocuk paldır küldür sınıfa girdi. Arkasında iki çocuk daha. Ve bir tane daha. Luhan kafasını kaldırıp sınıfa baktı. O sınıfa geldiğinde genellikle sınıf tamamen boş olurdu ve daha sonra Luhan sınıfa dikkat etmiyordu. Luhan altı sıranın boş olduğunu gördü ve gelenler galiba bu sıranın sahipleriydi.
Luhan gelen üç çocuğa baktı. Hepsini tanıyordu. Sehun, Kris, Kai, Tao, Lay ve D.O. Hiç birinin gerçek adını bilmiyordu. Çünkü kimse onu tanımıyordu. Onlarda dahil.
“Köpek gibi orada kaldı!” Kai, kahkaha attı ve sırasına ayaklarını masasına koyarak oturdu.
“Nasıl tepki verdiğini asla unutmayacağım.” Tao ve Lay sandalyelerini birleştirirken, Lay söylemişti bunu ardından da sırıttı. Sehun, Kris ve D.O sıralarını hiçbir şey demeden oturdu ve öğretmene döndüler.
Luhan öğretmene döndüğünde – onları izlediğini yeni fark etmişti – öğretmenin hala ders anlattığını fark etti. Hiç umursamamıştı. Şaşkınlığını gizledi ve alttan telefonunu çıkardı. Bir dakika sonra zil çaldı.
Öğle yemeği zamanında Sehun, yemeğini erkenden bitirmiş ve arka bahçede dolaşıyordu. Her zaman oturduğu büyük meşe ağacının altına oturdu. Kalem ve küçük kağıdı cebinden çıkardı ve bestelediği melodiye uygun şarkı sözleri düşündü.
“Yıldızlar düşerse…” Kafasını salladı. “Hmm, hayır. Melekler düşerse/ Kanatları kırılır mı?/Masumiyeti gölgelenirse/Eski saflığına döner mi?” Gözlerini sımsıkı kapattı. “Bir şeye benzemedi bu!”
Sinirle kağıdı cebine soktu. Ellerini ensesine yerleştirdi ve gözlerini kapadı. İlham perisi neredeydi? İstediği zaman gelmezdi.
İlham perisi gelmezdi ama Sehun’un kulağına bir çığlık ve hemen ardından bir homurdanma sesi geldi. Çığlık Sehun’a tanıdık geliyordu. Bu sesi duymuştu. Hatırlıyordu. Nerden?
Sehun hızla yerinden fırladı. Aklına sarı saçlar gelmişti. Sesin geldiği yöne doğru koştu. Gördüğü manzara karşısında – okul ve spor salonun arasındaki yerdi – şaşkınlık içinde dondu. Ve sinir. Ve korku. Bu sefer karşısındaki bakır renkli saçlardı ama hala aynı gözlerdi. Ve aynı bakışlar.