Yazar: EcemB.
NOT: BİR SONRAKİ BÖLÜM FİNAL!
~ LU HAN ~
Gözlerimi açtığım anda başıma bir ağrı saplandı. O kadar fazlaydı ki gözlerim yaşarmıştı. Görüşüm halan bulanıktı ama bulunduğum odanın kirli olduğunu fark etmiştim çünkü nefes alış verişlerim sıklaşmıştı. Oturur pozisyona geçip gözlerimi ovuşturdum. Bodrum kattaydım galiba. Dört bir tarafım duvarlarla çevriliydi. Aslında burası bana tanıdık geliyordu. Sanki daha önce gelmiştim. Etrafı araştırmaya devam ederken yerimden kalkmaya çalışıyordum. Ayakta durmak bu kadar zor muydu? Sağa sola sallanmadan duramıyordum. “ Aish~” Bir ağrı daha saplanınca duvarlardan birine doğru yürüdüm ve ondan destek aldım.
Ağrı biraz hafifleyince derin bir nefes aldım. “ Garip ama burası bana tanıdık geliyor. “ İç sesimi dinleyip biraz daha duvarları araştırdım. “ Ah bu da ne böyle? “ Duvardaki silik kırmızı yazıya bakıp kaşlarımı çattım. Burada savaş mı olmuştu ne? Tozdan dolayı göremiyordum. Biraz temizliğe ihtiyacı vardı.
Yazıya doğru yaklaşıp üfledim. Tozların çoğu uçuşsada okunmuyordu. Elimle narince tozları temizlemeye çalıştım. Birkaç dakika uğraştıktan sonra sonunda yazıyı okuyabiliyordum. Okuduğum anda geriye birkaç adım sendeledim. Bu doğru olabilir miydi? Burada ne işim vardı? Duvardaki yazıya tekrardan baktım. “ YARDIM EDİN! “ Bunu ben yazmıştım. El yazımı tanıyordum. Ve silik anılar hafızamda canlanmaya başlamıştı. Tozlu oda. Kırmızı harfler.
~FLASHBACK~
Bana bir iş vermişlerdi. O adam eğer bu işi yaparsam bana daha bulaşmayacaklarını söylemişlerdi. Arkamda ve önümde iki adam vardı ve beni bir yere götürüyorlardı. Burası hücrelerin bulunduğu yerdi. Öğrencileri burada cezalandırıyorlardı. Aileler çocuklarını buraya nasıl gönderebiliyordu? Evet, okulun reklamı gerçekten şaheserdi ama çocuklarını gönderirlerken biraz araştırma yapmaları gerekmiyor muydu? Bu kadar umursamazlar mıydı? Çocuklarını niye önemsemiyorlardı? Eğer ben baba olsaydım – ki böyle giderse baba olmadan ölebilirdim – çocuğum hayatımın merkezinde olurdu ve onu mutlu etmek için elimden geleni yapardım. Onu korurdum. Bırakmazdım.
Uzun bir yürüyüşün ardından demir bir kapının önünde durduk. İçeride bu sefer kim vardı? Önümde duran adam kapıyı açtığında arkamdaki adam beni içeriye itekledi. “ Bunu al seni küçük mahlûkat. “ Kemerinde asılı duran kırbacı ayaklarıma doğru fırlattı. Önümdekine bomba işkencesi yaparken gözlerim beş karış açık halde adamlara döndü.
“ Bununla ne yapacağım? “ Kendimi kırbaçlamamı mı istiyorlardı?
“ Arkana bak, fare. “ Önceden arkamda duran kısa boylu adamı dinleyerek arkama baktım. Duvarlardan zincirler sarkıyordu. Hani şu filmlerde gördüklerimizden. Karşımda o zincirlerle duvara yüzüstü asılmış biri duruyordu. Sırtı çıplaktı. Yerdeki kırbaca baktığımda ne istediklerini anladım.
“ Bunu yapamam. “ Çatlamış bir sesle söyledim. “ Onu tanımıyorum bile. Benden bunu istemeyin. “
“ Onu tanırsan yapar mısın? “ Diğer adam – uzun olan – kollarını kavuşturdu. “ Adı Kim Jong In. O da senin gibi biri işte. Hemen yap şu işi. “
“ Hayır. “ Kırbacı tekmeledim ve zincirlere asılmış çocuğun yanına gittim. “ İyi misin? Beni duyuyor musun? “ Çocuğun esmer teni morluklarla doluydu. Yüzü solmuştu ve yanakları içe göçmüştü. “ Jong In! “
“ Sen ne yaptığını sanıyorsun? “ Kısa boylu adam bana doğru yaklaştı. Yerdeki kırbacı aldı. Kolumdan tutup beni uzun olana doğru attı. “ Bu iş böyle yapılmaz, hanım evladı. İzle ve gör. “ Kolunu havaya kaldırdı ve kırbacı Jongin’in sırtına indirdi. Onu baygın sanıyordum ama kırbaç sırtına vurduğu anda acıyla haykırdı.