Deliliğin Ölçütü
Dokuz gündür tek bir cümle yazmamış olmam yaşamımın monotonluğunun kanıtı değilse nedir? Şimdi yazıyorum çünkü tam tamına dokuz gün önce başıma gelen garip bir olayın tahlilini şimdi zihnimde gerçekleştirebildim. Hayatımın her dönemin de bana huzur veren zihnimi arındırmamı sağlayan, oldum olası sevdiğim tren yolculuklarından birini yapmak üzere istasyona doğru yola çıkmıştım. Vagon A, üç numaralı koltuk, hareket saati 13.05..
Vagon A'ya en yakın banka oturup I. Dünya Savaşı'nın yarattığı duygusal çöküntüyü atlatamamış insanların 'Gloomy Sunday' de ki kasveti iliklerine kadar nasıl hissettiklerini düşünüyordum.
'It is autumn and the leaves are falling
All love has died on earth
The wind is weepin with sorrowful tears
My heart will never hope for a new spring again...'Sanırım I. Dünya Savaşı'ndan sonra tanışsaydım bu sözlerle ben de bu kasveti kaldıramayarak intihar ederdim. Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgilerden birini daha keşfetmiş olarak, esen rüzgarın tatlılığı ile bir süre olduğum yerde uykuya dalmıştım. Rüyamda kalabalıklar arasında ördekleri ile ilerlemeye çalışan bir yaşlı kadın görmüştüm, öyle gerçekçiydi ki kadından mı yoksa ördeklerden mi yayıldığını anlayamadığım bir kötü koku burnuma nufuz etmişti, ördekler kadını gözden kaybediyor paytak adımlarla hızlanıp kadına yetişiyor daha sonra tekrardan geride kalıyor, bu bir döngü şeklinde ilerliyordu. Trenimin hareket saatinin gelmesi ile birlikte öten düdüğün sesiyle irkilip uyandım, ilk o an da görmüştüm onu tam dokuz gün önce, otuz derecelik bir açı ile başını sağa doğru eğmiş bana bakıyordu. Toplumsal deliliği ölçmenin bir ölçüsü olup olmadığından emin değilim fakat herkes kendine ait olan bireysel deliliğini ölçebilir, benimki tam tamına dokuz günlük!