Ruhun Acısı

57 10 0
                                    

Küçük kız eve vardığında duyduğu ilk ses televizyondaki reklamların sesi oldu. Paltosunu boyu yetişmediği için zıplayarak portmantoya astı. Salona girdiğinde anne ve babasının oldukça hiddetli bir şekilde ona bakmakta olduklarını gördü.

"Hemen gel ve şu koltuğa otur!" dedi annesi sertçe.

Kız ürkmüştü. Yavaşça annesinin dediğini yaptı. Babasını patlamak üzere olan bir bombaya benzetti. İçinden hafifçe güldü. Şu durumda dışarıya yansıtmaması gerektiğini biliyordu.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

Bomba patlamıştı. Kız başını kaldırdı ve kaş altından babasına baktı.

"Ne yapmışım?"

Baba sinirli bir gülümsemeyle anneye baktı. "Bak bir de soruyor? Sen çok iyi biliyorsun ne yaptığını. Etiketlenmek üzere olan bir çocuğu nasıl etkilersin sen? Bunun nasıl bir suç olduğunu biliyor musun? Biz sana her gün bunları anlatmıyor muyuz? İnsanların yüzüne nasıl bakacağız biz şimdi ha?"

Kız hiddetle oturduğu koltuktan aşağı indi. "Zaten bakmıyorsunuz ki! Hepiniz hastalıklıymışsınız gibi birbirinizden kaçıyorsunuz."

Baba sinirlerine hakim olamadı ve bir anda kızına tokat attı. Küçük kızın minik bedeni koltuğa savrulurken anne istemsizce bir çığlık attı ve hemen eliyle ağzını kapadı.

Baba işaret parmağını tehdit edercesine kızına doğrulttu. "Bir daha bana karşı bir cümle söylersen seni mahvederim anlıyor musun beni?"

Anne, kocasına bir şey söyleyemezdi. Ancak bu durumu beklemiyordu. İçi yanıyordu. "Baban haklı kızım."

"Odana git! Hemen!"

Küçük kız koşarak odasına gitti. Kendini yüz üstü yatağa attı ve ağlamaya başladı. Babasının attığı bu tokat fiziksel olmaktan ziyade duygusal olarak canını acıtmıştı. Bu hayattan nefret ediyordu. Etiketlenmek için doğmuş olmasından, öğretmeninde, her şeyi kabullenen toplumdan nefret ediyordu.

Kapısı hafifçe açılıp kapandı.

"Bir tanem. Lütfen ağlama. Üzme anneni."

Kız yattığı yerden doğruldu ve burnunu çekerek annesine baktı. "Neden anne? Neden hayal kuramıyoruz? Neden oyun oynayamıyoruz? Neden her zaman televizyon seyretmek zorundayız?"

Anne fısıltıyla konuşuyordu. "Ah kızım, senin yaşındaki bir kızın anlayamayacağı şeyler oluyor bu dünyada. Eğer güvende olmak istiyorsak, huzurumuzun bozulmasını istemiyorsak susmalıyız."

"Ama an..."

"Lütfen kızım. Benim için yap bunu." Gözünden bir damla yaş süzüldü. "Sana kendi çocukluğumu vermeyi o kadar çok isterdim ki." Anne kızının masum bakışlarına daha fazla dayanamadı ve onu kendine çekip sıkıca sarıldı. Kısa bir duraksamanın ardından yanlış yaptığını fark etti ve hızlıca kızını kendinden ayırdı. Yüzündeki yaşları silerken sesini sertleştirdi. "Anlaşıldı mı kızım?" Giydiği yeleğin cebinden mavi renk bir pastel boya çıkardı. "Kimseye ama kimseye söylemeyeceksin. Anlaşılırsa annesiz kalırsın. Tamam mı?" Kız hızlıca başını salladı. Annesinin elinden boyayı alırken annesi sesini yükseltti. "Babanın söyledikleri her gün geçerli. Ömrünün her anında. Anlaşıldı mı?" Kız başını salladı. Anne, kızının kızarmış yanağından bir kere öptü ve sessizce odasından çıktı.

Küçük kız annesi gittikten sonra hızla yatağından aşağı indi. Yatağının altına sakladığı kutuyu çekip çıkardı. Kutunun kapağını açtı ve içinden küçük çizgili defterini ve yeşil, kahverengi, kırmızı renklerindeki pastel boyalarını çıkardı. Annesinin verdiği mavi renk pastel boyayı defterine dokundurduğunda içi kıpır kıpır oldu. Gökyüzünü çizmeye başladığın ruhunun acısını unutmuştu.

ETİKETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin