İSTİRİDYE OLSA

11 2 0
                                    


   "Ne var?" Tanyeri ağarırken görmüştüm onu. Bana o gün ona çıkıştığım gibi "Ne var!" diye çıkışmıştı. O an dünyanın en ekstrem olayıyla karşı karşıya kaldığımı düşünmüştüm. Onu ilk defa müze bekçisine herkesin içinde,kimseyi umursamadan nedenini kimse anlamamışken bağırıp çekip giderken görmüştüm. Giderken bana göz kırpmıştı. Nedenini sadece ben anlamıştım; bekçinin çiçekleri çöpe attığını görmüştü, bende çok kızmıştım hatta durdurmak istemiş fakat bir şey diyememiştim.  Ve ekstrem olan bu değildi. Onu şu an çiçek toplarken görüşümdü tuhaf olan. "Hiç" dedim. Dejavu yaşıyor olmak (fakat yerlerimiz ters) hiç bu kadar güzel olmamıştı. O ben yokmuşum gibi bana soru sormamış gibi çiçek toplamaya devam ederken durdu, birden bana döndü. "Çiçeklere basıyorsun!'' parmağıyla gösterdiği yere baktım. Onun hizasındaki boş yere sıçradım tıpkı ben onu uyardığımda onun yaptığı gibi. "Hey hey! Şimdi de çimlere zarar veriyorsun. Ayakkabılarını çıkar." dediğini yaptım. Git demek yerine bana burada kalabilmemin şartlarını söylemişti. 4-5 adımda bir biraz çiçek topladı. Tıpkı bizim gibi.

     Böyle kaç hafta geçmişti bilmiyorum. Her gün kendimi onun yanında buluyorum ve artık korkuyorum. Her seferinde daha fazla. Bir gün sessizliğini bozacak ve “Ne işin var yanımda?” diyecek diye “Git. Gelme” diyecek diye çok korkuyorum. Şu derin uçsuz bucaksız mavilik, bazen lacivert bazen de simsiyahlık kadar korkuyorum. Ya git, dediğinde yalniz ben değil de o da giderse. Tüm büyü bozulursa. Benimle dalga geçen aklım yerine gelirse. Öyle diyorlar.

    Topladığı çiçekleri tek tek savuruyor, gözünden birkaç damla akıyor (o gördüğümü görmesin diye yüzümü çeviriyorum)  sonra oturuyor bir kayanın üstüne. Güneş iyice kendini gösterdiğinde kalkıp gidiyor. Ben de arkasından. Eve gidiyorum. Anneme “koşu yapıyorum” diye yalan söylediğimden her sabah duşa giriyorum. Çıkıyorum. Onu okulda göremiyor olmak canımı sıkıyor. Oysa ki Onun farkına vardığım o günden sonra okula koşar adım gidiş sebebim olmuştu. O bilmese de...
    Sınıf arkadaşlarım gereksiz koruyucu,baskıcı ve yapışkan bir hâl almışlardı. Neyseki onlara karşı göstermekte olduğum sabır kısa bir süre içindi. Sabahları kavuşacak olmanın bir işaretiydi tüm ondan önceki kuru kalabalık.

     Yine yanımdaydım. Kıyafetleri git gide soluklaşıyor kendi gibi ve bugün de önceki günler kadar mutsuz. Ben onu daha önce çiçek toplarken mutsuz görmemiştim. Sırf benim aptal, bencil ve dalgacı aklım yüzünden mi buradaydı ve bu yüzden mi mutsuzdu?

     “Ben çok bencilim!” Çiçek topluyordu ve ben böyle bağırınca irkildi birkaç saniye sonra arkasına döndü. 

     “Sus” diye mırıldandı. Benimle ikinci konuşmasıydı. Aylar geçti ve sonunda benimle tekrar konuştu. 

     “Çok bencilim. Özür dilerim.” Yüzüme baktı... Hala bakıyor. 

     “Git” dedi. Yutkunamadım. Bacaklarım zaten heyecandan hissizleşmişti. Düşeceğim sandım, düşersem belki söylediğini unutur sandım, düşmedim. Aptal bacaklarım hala işlev görüyordu ve ben kötü bir oyuncuydum. Arkasını döndü. Son kez bir çiçek daha koparıp döndü. Yanımdan geçerken her zamanki surat ifadesi yoktu. Gülümsedi… Eskiyi hatırladım. Çok eskiyi. Bana her vakit gülümsediği kadar eskiyi.

     “Ben sana git, diyemezdim.” dedim.

     “Yine çok bencilsin" dedi. Ellerindeki çiçekleri geri dönüp bana uzattı. “Ağlama” dediğinde ağladığımı fark ettim. Uzanıp silmek istedi gözyaşlarımı ama silinmediler. “Vurma” dedi, başıma tekrar tekrar götürdüğüm elimi tutmak istedi ama parmakları değemedi parmaklarıma. O da ağlamaya başladı. Başımı salladım. 

     "Bak... Bak dokunamıyorum sana Çiçek!" dedi. "Aç gözlerini de bak!" 

     “Git!” diye bağırdım. “Gitme.” Gözlerini aç aptal. Ya son görüşün olursa! “Deniz? Deniz neredesin ? Deniz!” Önümde kocaman, korktuğum, onu hapseden, onu benden alan, acımasız ve ismini taşıdığı denizden başka hiçbir şey yoktu. Cami mikrofonun cızırtı çıkarmasıyla benimle dalga geçen aklım yerine gelmişti. Selasını hatırlamıştım. Dün gece annemin “Onu görüyor” diye telefonda fısıldayışı düştü aklıma hemen. Evde toplanan kalabalık… Sabahları koşu yapanların bana garip garip bakışları. Deli değilim sadece kafamın içindekileri yaşıyorum. İnsan sevdiğinin selasını duyarda nasıl bir parça aklını yitirmezdi ki? Denizi benden daha çok seviyorsun, demiştim sana. Ben denizin içindeki milyonlarca balıktan biri, sen yaşamamı sağlayan tuzlu su, demiştin. Deniz olan sensin Deniz. Denize karışan sensin ama ben balık değilim. Ben unutamıyorum. Ben unutamıyorum, her gün her gün tekrar tekrar kayda alıyorum yaşadıklarımızı. Bu kafa balık kafası olamaz Deniz. Sende deniz olmasaydın olmaz mıydı? İkimizde milyonlarca sıradan iki deniz kabuğu olsaydık. İstiridye olsaydık mesela. Hiç açılmasaydık?

      Yine aynı saatte uyandım ama çıkmadım yatağımdan. 5-10 dakika sonra annem geldi. “Bugün koşmayacak mısın?” dedi. “Yok anneciğim” dedim. “Gitti.” Gülümsediğim gibi o da bana gülümsedi. Geldi sarıldı… Sımsıkı sarıldı. Biraz ağladı sanırım. Normalde kahvaltı yapardım ama yapamadım bugün. Normalde okula giderdim ama okula da gidemedim. Bu kez okula diye yalan söyleyip gittim oraya. Oturdum onun oturduğu kayaya. 

“Biliyorum… Aklımı kaybedeceğim için telaşlıydın. Delirmedim. Farkındayım. Seni biraz daha yaşamak istedi aklım galiba. Yine bencilim değil mi? Sen ölmüşsün ben acımı hafifletmek istiyorum değil mi? Doktor, eğer onun olmadığına kendisi inanırsa, sonuca kendi varırsa düzelir demişti? Biliyorum yoksun ama düzeldiğim söylenemez değil mi?” 

İSTİRİDYE OLSAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin