ve yılbaşı hüzün dolu {3}

621 119 21
                                    

31.12.1978

Trene kocaman ve boğaz düğümleyen bir sessizlik hakimdi. Oysaki bugün yılbaşıydı, yeni yıla girmelerine saatler, belki de dakikalar vardı. Sevinçli olmaları gerekmez miydi? Ama, hayır. Yaptıkları tek şey, Bayan Park'a yakalanma korkusuyla, ince örtülerin altına girip uyuyormuş gibi rol kesmeleriydi. Ayrıca Bayan Park onlara katı kurallar koymasa bile, kimsenin sevinçli olacağını zannetmiyorlardı. Ne için sevinsinlerdi ki?

Olmayan ailelerine mi, bir ihtimal evlatlık gidecekleri ailelere mi, o ailelerde göreceği muamelelere mi, yoksa hayatın daha en masum yaşta onları acıyla olgunlaştırmasına mı?

Canları yanıyordu birçoğunun -en azından aklı erişenin ve mantıklı düşünenlerin- ve belki de örtülerdeki ıslaklık bu yüzdendi.

Kim istemezdi ki, yılbaşı sabahı uyandığında çıplak ayaklarıyla sevimlice koşarak şöminede bir sürü hediye görmeyi? Kim istemezdi annesinin pişirdiği kurabiyeleri ılık ve büyük bir bardak süt eşliğinde yemeyi? Ama bu çocukların ne bir evleri vardı, ne de bir anneleri. Yarın uyandıklarında görecekleri ilk şey büyük ihtimal yine raylar olacaktı, yiyecekleri şey ise birer dilim kuru somun.

Tir tir titredi Yoongi, soğuk iyice bastırmış; eski trenin sızıntılarından yavaşça eklemlerine doluyordu sanki. Rayların tanıdık senfonisi eşliğinde tren, homurdanan yaşlı bir adam gibiydi. Sigara içmekten ciğerleri çürümüş bir adam gibi; kuvvetli öksürük seslerine benzer seslerle bölüyordu gecenin sessizliğini.

Uyanık çocuklar buna aldırış etmedi, uyuyanlar ise zaten alışkındı.

İşte 1978'in son gecesinde, Yoongi ve Jungkook uyanık olan kesimdendi. İkisi de diğerinin uyanık olduğunu biliyor lakin çıt çıkarmıyorlardı. Bu seferki sessizliklerinin sebebi Jungkook'tan kaynaklı değildi.

Yetimliklerinin daha belirgin hissedildiği bu gibi gecelerde çocukların kalp ağrıları birikerek boğazlarına yerleşir; ağızları değil, gözlerinden düşen damlalardaki acılar konuşurdu, yaşanmışlıklar ve en önemlisi yaşanamamışlıklar.

Yoongi ağlıyordu. Sıcak gözyaşları, kirli örtüye düşüyor, içini çekmemek için kendini zorluyordu. Ne kadar yaramaz, problemli bir çocuk olsa da çok duyguluydu. Diğerleri farkına varamıyorlardı belki, umursamaz, soğuk bir tip olarak analiz ediyorlardı belki, fakat Jungkook biliyordu, görüyordu.

İçindeki o kırılmış tarafı, kırıklarını, yaralarını görüyordu. Bütün bunları örtpas etmek için elinde sımsıkı bir maske tuttuğunu biliyordu. Kim bilir kolları ne kadar yorulmuştu, maskeyi tutmaktan. Kalbi sızladı Jungkook'un, korktu.
Evet hiç belli etmiyordu Min Yoongi acılarını, lakin Jungkook biliyordu.

Yara izinin olmaması onun yaralanmadığı anlamına gelmezdi.

Ağladığını duydu Yoongi'nin, soğuk ve acı birleşince öyle bir katlanılmaz oluyordu ki. Yanına yaklaşmak istedi, çocuğa sımsıkı sarılmak; kulağına iyi şeyler söylemek istedi. Siyah saçlarını okşamak, ihtiyaç duyduğu sevgiyi kendisinin de bilmemesine rağmen vermek istedi. Kalbi şimdi çok acıyordu Jungkook'un, şimdi daha çok korkuyordu.

Yoongi, daha fazla bastıramayarak kahroluşunu, bir hıçkırığın kopmasına izin verdi düğümlenmiş boğazından. Ardından minik elleriyle korkarak ağzını kapattı. Bayan Park koridorda geziyor olabilirdi, daha kötüsü Jungkook'u uyandırabilirdi.

Ağladığını görmesini istemiyordu, Jungkook, kendisinin aksine iyi bir çocuktu; kötü şeyler görmemeliydi. Bu trende yolculuk yapıyor oluşu başlı başına kötü bir şeydi, çoktan kötü şeyler görmüştü. Böyle düşününce Yoongi'nin kalbi (de) sızladı.

Bu hıçkırık ile birlikte kompartımanında rahatça uyuyan Bayan Park uyanmadı fakat Jungkook daha fazla dayanamadı.

Üzerindeki ince örtüyü kaldırdı ve Yoongi'nin bakışları altında koltuktan aşağı atladı. Yoongi hemen uyuyormuş gibi yaparak homurdanmalar çıkardı, Jungkook bu aptal numaraya karşı dudaklarını kıvırmak istedi; son anda yapamadı.

Ay ışığını yüzüne toplayan çocuğun sağ yanağında, elmacık kemiğinin üzerinde bir damla gözyaşı, inciyi andırır bir güzellikte parlıyordu.

Koltuğa oturdu Jungkook, Yoongi'nin örtüsünün altına girdi. Mevsimin keskin soğukluğunun üzerine, tenleri arasındaki sıcaklık bir perde misali çekilmişti.
"Shh, uyumadığını biliyorum."

Yoongi, kirpiklerini kıpraştırarak Jungkook'a baktı uykulu gözlerle. Maskesini tutuyordu yine, uyumuyordu ki, uykulu gözlerle bakışı tamamen bir gösteriydi. Tersçe baktı Jungkook'a, bir an önce yalnızlığına dönmek istiyordu. Eh tabi bir de dolu gözlerinden süzülmek üzere olan yaşı tutmak zordu.

"Ne var?"

"Ağlama."

"Ağlamıyorum."

"Yalan söyleme."

"Söylemiyorum."

"Gözlerinden belli oluyor, aptal."

Yoongi sustu. Aceleyle gözlerini ovuşturdu, gözleri acıyordu.

"Hadi git söyle ağladığımı herkese, dalga geçmeleri umrumda değil." Çemkirdi Yoongi, bu davranışı Jungkook'un kalbini kırdı. Bırak onlarla Yoongi'nin dedikodusunu yapmayı, konuşmuyordu bile. Yine de kendi yerine geçmedi.

"Huysuz bir çocuk olma Min Yoongi. Gözyaşlarını toplamaya geldim. Ve de bütün kırıklarını yapıştıracak kadar sıkı sarılmaya."

Yoongi, cesaret edemedi Jungkook'un yüzüne bakmaya. Korktu, kendini görmekten korktu o gözlerde. Onu görüyordu Jungkook, kırıklarını görüyordu. Bu ilk defa gerçekleşen bir şey değildi, kırıklarını birkaç kişi görmüştü elbet.

Lakin kimse kendilerini kesme korkusuna toplamamıştı Yoongi'nin kırıklarını. Jungkook topluyordu, sarılmayı teklif ediyordu o kırıklara.
İçi gitti Yoongi'nin, çocuğu kalbinden öpmek istedi.
Bunun yerine yanağıyla yetindi. Sarıldılar, zıt kutuplara sahip iki mıknatısın yaklaştırılması gibiydi bu sarılma.

Ve Jungkook'un dizlerine yattı Yoongi. Jungkook örtüyü serdi üzerine. Parmakları siyah tutamların arasında yer edindi, bu oldukça huzur verici bir şeydi fakat korkuyordu Yoongi, birinin onları bu hâlde görmesinden korkuyordu. Jungkook anladı ve fısıldadı.

"Korkma, gün ağarana kadar bütün gözyaşlarını toplamış olacağım."





angelot, yoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin