29.01.1979
Min Yoongi bugün yine çok güzel gözüküyordu, kıyafetleri, saçı, yüzü tamamen düzgündü. Ama bu sefer bu düzgünlüğü kendi değil, Bayan Park sağlamıştı. Yeni istasyonlarına ve yeni ailelerine -bunu güzel bir şey olarak görmüyordu- kavuşmalarına az kaldığını söylemişti Bayan Park.
Sadece yarım saat ve belki de daha az bir zaman dilimi içerisinde, pazarda sergilenen birer ürünmüşcesine sahneye çıkarılacaktı çocuklar, açık arttırma misali. Yoongi bu durumdan nefret ediyordu, trene bindiklerinden beri bu durumu ikinci yaşayışı olacaktı.Saatlerce hiç tanımadığı insanlarla göz göze geliyor, kendini beğendirmek için usluca gülümsüyordu. Onlara tembihlenenler buydu. Uslu bir şekilde gülümse, ellerini kibar bir tavırla önünde birleştir ve yanına gelenlere daima 'efendim' diyerek hitap et. Çocuklar bu durumu anlayamıyordu.
Madem yeni aileleri olacaktı bu insanlar, neden olara 'efendim' desinlerdi ki? Bu çok saçmaydı.
Fakat Jungkook biliyordu, Yoongi de biliyordu; elbet birkaç çocuk daha biliyordu gerçeği. Onları almaya gelen koruyucu ailelerin -koruyucu oldukları muammaydı- asıl amaçları kendilerine bir uşak, bir hizmetçi arıyor oluşlarıydı. Kimi insanlar daha fazla tölerans tanıyıp okula da gönderebiliyordu elbet. Lakin çoğunluğu katı ve köylü kesimden, işçi tutmaya maddi durumu yetmeyen, bunun yerine bir çocuğu çalıştırmayı tercih eden insanlardan oluşuyordu.
Yoongi bunu bildiği için gitmek istemiyordu, aslında bu sebep onun için fazla önemli değildi -çelimsiz vücudunu gören insanlar zaten onu tercih etmiyordu- fakat artık Jungkook da vardı. Önceki istasyonda onu farketmemiş olabilirlerdi, ama bu sefer farkedeceklerinden kesinlikle emindi Yoongi.
Çünkü Jungkook yakışıklıydı, güçlüydü, zekiydi ve elinden her iş geliyordu. Öyle ki, dümdüz bir tahta parçasından Yoongi için oldukça güzel, ay şeklinde bir kolye yapmıştı. Diğer kızların kıskançlıktan nasıl da çıldırdığını hatırlayınca sinsice gülümsedi Yoongi kendi kendine.
Sonra Jungkook geldi aklına, gülümsemesi yüzünde dondu, silikleşti ve yok oldu. Jungkook'unu vermek istemiyordu, onu almalarını istemiyordu. Çünkü biliyordu ki bu geri kavuşulmayacak bir veda olurdu. Sonsuza dek sürecek bir veda olurdu.
Hâlâ dışarıyı seyreden Jungkook'a baktı.Onu ve anılarını kavanoza sığdırmanın imkanı yok muydu? Öyle bir şeye gerçekten şu an çok ihtiyaç duyuyordu. Jungkook'u kavanoza saklar ve onu ellerinden çekip almalarına müsade etmezdi.
"Çok dikkatli bakıyorsun," Jungkook kendisini uzun süredir izleyen Yoongi'ye döndü. "Sorun nedir?"
Yoongi dudağını dişledi, bunca zamandır onu izlediğinin farkında mıydı yani?
"Sadece..." Ellerine dikti gözlerini çünkü henüz gözlerindeki korkuyu görmesini istemiyordu. "Şeyi düşünüyordum..."
Jungkook dik bir şekilde oturarak ifadesinden taviz vermedi, Yoongi'nin yüzüne bakıyordu direkt. Kaldırsın istiyordu kafasını, yüzünü görmek istiyordu, aydan daha güzel ve daha aydınlık çehresini görmek istiyordu, hafızasının her bir santimini bu güzellik ile doldurmak istiyordu. Jungkook da gelmekte olan vedayı hissediyordu.
"Neyi?"
"Az sonra ineceğiz ya, o zaman olacakları."
Yoongi her an ağlayacakmış gibi hissetti, üzerindekilere varana dek her şeyin bir başkasına ait olduğunu bildiği şu dünyada sadece Jungkook'u kendisinin olarak görüyordu. Şimdi ise onu kaybetme düşünceleri zihnini kemiriyordu; düşünmek istemiyordu fakat ne illet şeydi şu düşünceler, aklından bir türlü çıkmıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
angelot, yoonkook
Short Storyrüzgara karışmış fısıltım gelirse kulağına, hatırla benim küçük meleğim seni sonsuza ve sonsuzluk kadar seveceğim