Medet kadir-i mutlak ise, darda bile bir murad vardır

63 0 0
                                    

Atın üzerinde rahvan adımlarla ilerlerken gözümü tepemde dolaşan karabulutlara dikmiştim. Nagehbanı ve tavernacıyı düşünüyordum... Ben hiç, bir yerlerden bir şeylerden sevmezdim gitmeyi, lakin ben hiç kendime de gelemedim. Düştükçe düşlerimin peşine, eşiğinden dönüyordum diğer eşlerimin. Hani ben eşsizdim? Sahi ben kimim? Hangi benim... Sever miydim yine de öğrensem gerçekleri? Ya kendimeyse devrimim... Bu vakanın müsebbibi benmişim.
Aaah ah... Yine karıştı kafam. Kendimle de iki kelam laf edilmiyor yahu. Ne kadar düşünsemde evcilleştiremediğimden, salıyorum doğal ortamına fikirlerimi...
    - Bu kadar derine dalman iyi değil, gayrımeşru kuruntular peydahlıyorsun kafatasında!
Hayud derin düşüncelere daldığımı farketmiş olacaktı ki müdahale etme gereksinimi duydu.
Yol boyunca ara ara bize takıldığına alışık hale geldiğim Gohar atıldı sonra söze;
- Lafı uzatma Hayud yolun sonu demek bu kadar mı zor?
Sanırım Nagehban'ın sınırına gelmiştik, içimi kaplayan heyecanın sebebi buydu. Atımdan inip dostlarıma döndüm ve, ''Gelmek istemediğinizden emin misiniz?'' diye sordum. Cevap vermeden tebessüm etmeleri beklediğim cevap türüydü. Herkesin bir amacı vardı ve bir de rolü. Bunu bildiğim için ben de onlara tebessüm ederek başımı salladım. Uzun uzun sarılıp vedalaştık. Bu aslında veda değildi sanki. Çünkü en ümitsiz vedalaşmalarda bile bi umut vardır, bu kez öyle hissetmiyordum. Daha doğrusu düzenin sahibi böyle hissettiriyordu. Dostlarım dönüp uzaklaşmaya başladılar. Gözden kaybolana kadar, öylece durup izledim onları. Varlıkları bana hala cesaret veriyordu sanki. Sınıra geldik demişlerdi oysa. Eee ortada ne sınır vardı ne de diyar. Önümde duran bu derin denizin hırçın dalgalarıyla nasıl başedeceğimi de bilemiyordum. Biraz daha yaklaştım ve başım dönene kadar baktım suya. Başım dönüyordu. Yine düşecek gibi oldum tıpkı o gece olduğu gibi, ama toparladım. Beni içine çekiyordu buna karşı koyamıyordum... Belki de karşı koymamalıydım. Aradığım cevap bu muydu acaba? Mamafih koymadımda. Kendimi derin sulara bıraktım. Sanırım sınır burasıydı. Ve sınırın kapısından da ancak teslim olmak koşuluyla geçebilecektim. Sürüklenmeye başladım bir o yana bir bu yana. Karşı koymuyor, bir sal gibi denizin üzerine sırt üstü uzanmış sadece bulutların arasından ışıldayan güneşe bakıyordum. Renkler vardı gökyüzünde. Kimi zaman yağmur bulutlarında, kimi zaman altın sarısı güneşte.. Zaten her şey bu gök yüzünden başlamamış mıydı? Gökyüzüne sitem etmiş olmalıyım ki gözümün perdelerini indirip kapadım pencerelerimi. Bir vakit sonra kıyıya vurmuşum titreyerek uyandım. Etrafımda sadece yemyeşil ağaçlar, rengarenk kuşlar ve ufacık kaplumbağalar vardı. Issız bir adaya düşmemiştim ama ''Nereye gidersem gideyim bu üçünü isterdim sanırım yanımda'' diye düşündüm. Uzun zaman sonra iyi hissetmiş olmalıydım ki, kendi kendime gülümseyip; ''Hadi o zaman'' diyerek ayağa kalkıp sahilden içeriye doğru yürümeye başladım. Nihayet kasaba merkezine varmıştım. Tarif sorup duruyordum oradan oraya koşuştururcasına. Hava kararmasına yakın bizim tavernaya ulaştım. Kapıda duran yaşlı adam buraya ilk geldiğimdeki adamdı hatırlıyordum. Kaşlarını çatıp, ''Doymadın değil mi?'' diye takıldı bana. ''Hesabı ödemeden gitmişim o yüzden geldim'' diye cevap verince kaşları hala çatık olan bu adamın mimiklerinde bir tebessüm belirdi. Gir hadi ama unutma diyordu, ''Buraya ikinci kez gelen başka kimse olmadı.''  "Yani?'' diye sorduğumda, ''Artık sen de o ilk gelen kişi değilsin unutma, ve hiç bir şey aynı olmayacak...'' Bir şeylerin aynı olmasını dilememiştim sanırım ne söylemek istediğini de anlamamıştım. İçeri girip tavernanın tam ortasına doğru ilerledim.
İşte orada duruyordu. Durağanlaşmıştı herşey. Hareket eden tek şey aslında oydu. Sonra yeniden canlanmaya başladı nesneler. Hatta yanı başında duran bu şeklini bir halta benzetemedim mahluk bile.
- Selam tavernacı..
- Münzevi?
Onu düşünerek boş hayaller kurmaya tahammül etmek bana göre değildi. Bunun yerine ona ulaşma kararı almıştım. Lakin şimdi pişman olmuştum. Çünkü kaderimin yönünü ben tayin etmiyordum. Ben tayin etmediğim içinde, buna kader diyemiyordum. Bu durum bana sorulmamıştı, ben beklenmemiştim ki. Görmüş olmalıydım olacakları, görmeliydim önceden şu an burada duran bu tezek yığınından farksız bedenimi. Gitmemek üzere geldiğimde kaybetmiştim, şimdi gelmemek üzere gitsem ne kazanırdım ki? Aksileştim bak yine, tıpkı kendime benziyorum büyüdükçe... Arkamı dönüp gidecekken ikinci defa Münzevi diye çıkıştı ayağa kalkıp. Döndüm. ''Buraya nasıl geldin'' diye sordu, buymuş gibi bunca şeyden sonra tek sorgulanacak. O an anladım, ona göre evet buydu tek sorun. Karşısında duran pis mahluğa baktım önce, sonra uzun uzun ona. Denizleri aşıp gelmemiştim ki ben. Başka bir şeydi başardığım kendimce. Güzelken rüyasında yaşadıkları, uyanmaya bile nazlanan tıknaz, pısırık bir adam vardı karşısında. Bense gerçeklerimde boğularak ona ulaşmayı göze almıştım. Bu arada bana Münzevi demişken, unutmadan kendime hatırlatayım istedim. Münzeviydim ben haklıydı. Ben Münzevi o ise tavernacı... Nasıl olacaktı ki başka? Bir hikaye bırakacaktım geride hiç okunmayan ve gidecektim. Peki ya hikaye ben iken, nasıl bırakacaktım kendimi kendimden geride. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi gözlerine diktim. Göğsümden çıkardığım o eski hatıramı yani gözyaşlarımla büyüttüğüm çiçeği avuçlarına bıraktım.
- Artık ağlamak yok. Çünkü, artık çiçek yok. Çok konuştuk kendimle, çok söyledi kaybedersin diye. Hoş dinlemedim yine... Kaybettim. Biliyor musun? Kaybedince kaybetmediğini anlıyorsun bazen. Yani bu kazanmak da değil de... Olsun. Baki kalan tek şey hiç birşeyin baki kalamayacağıymış bana bunu öğrettin. Velhasıl kelam hiç bir şey öğretemedin bana yani... Ben, vedaları severim Tavernacı. Sanırım seninle tek ortak noktamız bu. Şimdi sen '' Haklısın'' dersin. Boşver deme... Zaten demeyecektin değil mi? Biliyorum. Neyse.. İzninle ben gidiyorum....
- Dinle. Bir gün çiçekler umrunda olmayacak Münzevi. Yağmurlar da, bu çiçeklerin güzel kokusu da. Belki tüm bunların varolmasına vesile olana ulaşırsın. Başını bir gün gökyüzüne kaldırırsın..
- Boşversene... Zaten her şey gök yüzünden.
Bu tavernadan çıkmadan önce ona kurduğum son cümleydi. Zaten sadece gözlerine baksan dahi anlaşabildiğin birine cümle kurmak, onunla konuşmak gürültü değil de neydi? Geri dönecek yerim yoktu, halim de yoktu. Yorulmuştum. Başladığım yere dönmüştüm. Hesabı ödemek için gelmiş, yine kendime bir yığın borç edinmiştim. Yanlış icra ediyordum sanırım hayallerimi. Maddeyi manadan ayıramıyordum. Kendi yakama yapıştım. ''Yanlış alemlerden medet mi umuyorsun ulan'' diye dövünüyordum. Tanımamızlıktan geliyordum kendimi yine, hesap sorarken kendime. Dizlerimin üzerine çöküp başımı ellerimin arasına aldım. Kan çanağı gözlerimle yine gök yüzüne bakıyordum...
Canda derman kalmamıştır,
Bu ne derin bir ummandır.
Medet, Kadir-i mutlak ise;
Darda bile bir murad vardır...

Nevrotik Adam.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin