Ocak kışında evsiz kalmış bir öksüzün, sabaha kadar titreyerek uyukladığı ayazlı tepeye doğan güneşte; ellerini ısıtarak hayatta kalma çabasıydı o... O'nu anlatabilmek için kaleme kağıda girişmişken, o tüm mısraların üstünü çizmişti. Grimsi bir kazma ve pas tutmuş bir kürekle, tarihe gömüyordum yıkıntıların altında kalan düşlerimi. Farkım yoktu sahra çöllerinin kumlarında gezenden, ya da dağları delenden belkide burada yanlış yapmıştım? Oysa ki uyarmıştı o beni, ben zaten oradan geliyorum diyerek... Ellerimdeki kazmaya bir kez daha bakıp sımsıkı sıktım dişlerimi... ''Bir kadın ilk erkeğini kalbine gömmüşse, sonrakiler kazmalıktan öteye gidemez ki'' diye avuttum kendimi çaresizlik yayına gerdiğim sabrımla. Onu gördüğümde cemre düşmeden çiçek açan bir fidandım, şimdi zayiydim toprağa dahi küsmüştüm... Ha munzevi ha Zayi dedim kendi kendime bileğimden bezi söküp kazdığım çukura atarken. Azad ettiğim halde beni terketmeyen duygularım, yolundan hiç şaşmadan akan su olmuş, yolunu bulmuş, taşıyordu gözlerimden. Onun aksini yansıttığı için gönlümün ormanında kırıp döktüğüm tüm aynalar, bir yangın sebebi olmuş hektar hektar kavuruyordu bedenimi. Onu görmemi engelliyordu, kaderimin kederden olan gayri meşru peydahı. Ona git derken, tüm şehir ışıklarını söndürmüş sükunete ermişti sanki. O ise hiç itiraz etmeden gitmişti. Arkasından bakıp gitme diyecek olurken, içimdeki ses ''Bırak o yalancıyı'' diye haykırıyordu. Ne dese kabul edeceğim, kolayca kanacağım halim onu yanlış bir yola itmişti daha bir kaç günlükken tüyü bitmemiş sevdamın. Benimle kalsaydı, milyonlarca ağacı kalem edip yazsam dahi bitiremeyecektim onu anlatacağım şiirleri, oysa şimdi bana sadece kararsızlık ve çaresizlik ifade eden bir kaç kelime bırakmıştı giderken;
belki de, ama, acaba, ya da, yoksa, sanırım...
Ellerinde bir kibrit çöpüydüm o karanlığın ortasındayken. Parmaklarını yakmadan sönerdim yeter ki birazcık görseydi, yanı başında duran kapalı kutuyu. Sarhoşun mektubu okunmaz demişler ya, onunki de o hesaptı sanırım. Keşke bilseydi, en kılcal damarlarımda bile onu hissettiğim için uyuşan ayaklarımın karşısında yalpalamasını. Ama gitmişti...
Elif lam mim, gönlüne verdiğin fitreyim.
Muhtelif dertlerimde boğuldum, kaptan terkedince fırkateyn.
Gördüğümde kördüğümdü saçlarından öptüğüm,
Sövdüğüm geçmişimden farksız şimdi , sevdiğini sandığım.
''Gel'' diyemeyeceğimi bildiğim için, mahşere kadar lanetlenmiş kara lekeli bir bedendim artık. Bilmediğim yerden sormuştu hayat. Saçım sakala karışmış bomboş sokaklarda meczub gibi dolanıyordum insanların üzerimdeki kötü ve haset bakışlarına aldırmadan. Uykumu bölmedikçe sırtımdan yediğim bir hançer kabusu, derin derin uyuyordum bitkin bir halde ve günlerim anlamsızca geçiyordu.
Kainatın, günün ilk ışıklarıyla kepenk kaldırdığı; sıradan bir sonbahar sabahıydı. Laf olsun diye sıradan değil hakikaten sıradandı, yapraklar boş kaldırımlara dökülüyor, yaşlı amcalar sabah namazına gittikleri camiden dönüyor, fırıncılar sıcacık ekmeklerini ahalinin tam sevdiği gibi pişirmiş olmanın gururuyla, taze ve demli çay molaları veriyor, kuşlarsa yuvalarından fırlamış vargüçleriyle ötüşerek insanlara uyanın gün doğdu mesajı veriyordu. Aslında her şeyin sıradan ve normalliği buraya kadardı. Bizi ilgilendiren kısım bu domino taşlarını durduracak elin çıkagelmesiydi, gözlerimi açtığımda onu, hayatımın tüm yönünü değiştireni karşımda görmemdi.
- Seni gitmeden tanımak istemezdim. Ama bazen yolundan şaşmadan anlayamıyorsun sırrını aşkın. Ben de beşeriyim şaştım. Senin gibi derin uykulara dalmak istedim, sırf bana gel dediğini görürde sana koşarım diye rüyalarımı hayıra yorup. Ama olmadı uyumak ne hacet, gözümü kırpsam seni kaybedecek gibi oluyordum. Geldim işte kapına, beni affet.
- Ağlama... Gözyaşların ab-ı hayat'a karışsa Mecmau'l Bahreyn tedirgin olur da birbirine karışır. Seni benden, beni senden alan fettan nedir kimdir... Söyle ki damıtayım nefret tasından kana kana kin içmiş ruhumu...
Zayi: mahvolmuş
Muhtelif: zıt bir birini tutmayan
Ab-ı hayat'a: ölümsüzlük, hayat suyu
Mecmau'l Bahreyn: birbirine karışmayan iki denizin kesiştiği yer
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nevrotik Adam.
EspiritualKendi iç dünyasına dogru yolculuğa çıkan bir adama, yol arkadaşlıgı eden geçmişi, ve onu misafir etmek için bekleyen geleceğinin hikayesi. Munzevilik mertebesine ulaşabilmek adına, her türlü zihin ritüelinden sıyrılıp, kendisini; emaneti oldugu sah...