- Neden cevabından hoşlanmayacağını bildiğin sorular soruyorsun? İçinde harıldayan meşalenin ateşini ben yakmadım, ve ben söndürmeyeceğim. Aynı cehennemde yanan iki koruz. Üstünde başkasının kokusuyla gezdiğini bilirken, tanrıdan; ömrüm boyunca nezle olmayı düşlemek gibi senin geçmişimi unutmak için bunamayı dilemen.
Yalandan kurtuluş savaşlarında, ülkeyi satan barış antlaşmalarından birini ifade ediyordu bu istek. Benim rolümse, rütbeli bir kumandan falan değil, gönlünü; ganimetten saydığı bir kaşar peynirine kaptıran kobaydı bu hikayede. Makinistin tüm uyarılarına rağmen girmiştim artık bu sirke. Bir ipte iki cambazın oynayamayacağını idrak edeceğim güne kadar, kendimi bu oyunda bir seyirci sanıp, oyunu izlemeye devam edebilirdim mesela... "Tamam..." dedim, "Teslim oluyorum."
Ona o kadar kaptırdım ki kendimi, sahip olduğum her şeyi birer birer kaybettiğimi göremedim. Mutsuz bir sonla biten filmin, romantik fragmanına kapılmış günümü gün ediyordum. Mutluydum hatta başlarda beni bekleyen hazin sondan habersiz. Günler saniye gibi geçiyordu, zailat-ı faniye olduğumuzdan habersiz.
Yine tüm teheccüdü, çok eskilerden kalma çürük bir iskelede oturmuş; deniz dalgalarının kıyıya vurmasıyla oluşan eşsiz notalara kulak kabartmakla geçirdiğimiz bir geceydi. Hafiften esen meltem ve kızıla çalan bulutların kapladığı sema, bizi ufak ufak yaklaşan fırtına hakkında uyarıyordu.
- İstersen gidelim artık, yağmur bastırıcak
Gitmek istemediğini belirtircesine, biraz daha sıkı sarıldı belime ve başına göğsümde yeni bir yer bulduktan sonra gözlerini tekrar yumdu. Bense, Hafif hafif uçuşan saçlarını okşamaya devam ediyordum.
- Biraz sonra gözlerini tekrar açtı ve, sen değil miydin, bir zamanlar tek damla yağmur için dua eden, şimdi rahmetten kaçalım diyorsun diyerek muzip muzip gülümsedi. Şaşkındım, inkar eder gibi değilde anlamamış bir ifadeyle sordum,
- O ne demek, ben mi yağmur duası etmişim. Neyi kastediyorsun anlayamadım...
Cevap vermeden muzip gülümsemelerine devam ediyordu. Ben de,
- Hımm, kendi kendine konuşuyordun sanırım.
- Yoo sana dedim. Aslında suretini bulsam ona derdim ama o bayadır görünmüyor.
Bu son darbeyle başımdan aşağıya dökülen kaynar sular, bir mumun tamamen yandıktan sonra buruşan fitiline çevirmişti bedenimi. Artık bu söylediklerini nereden bildiğine duyduğum merak dayanılmaz bir hal alınca sormaktan kendimi alamadım,
- Bütün bunları nasıl bilebiliyorsun? Daha önce de, üzerindeki çiçek kokusuyla sevdim seni demiştin?
- Burası masallar ülkesi olsa da, tek bir yazar var ve bizler onun birer kelamıyız.
Aklım daha da karışıyordu, ''Anlamadım"" dedim yerimden doğrularak.
- Sen bu yola neden çıktın munzevi? Bak ne kadar yol katettin düşlerinden, ama hala yolun başındasın. Neden biliyor musun, çünkü cümleni hep örnekler vererek gereksiz virgüllerle uzatıyorsun ve üç nokta koyarak bir sonraki cümleyi bekliyorsun. Virgüllerinin viraj üç noktalarınınsa yolunu uzatan birer istasyon olduğunu göremiyorsun. Eğer ki, yolun sonunu düşlemezsen bizim birer misal olduğumuzu farkedemez, sadece yerinde sayarsın. Senin, seni bekleyene değil, senin aradığına gitmen gerek. Gözünün önünde durduğu için gönlünde yeri olana değil, göz görmese de gönülden ırak olmayana git...
Onun titreyen sesinde, derin bir ah çeken medetsizlik, beni bir şeylerden alıkoyduğunu söylüyordu sanki ve ekledi,
-Gözlerim mehtapsa eğer, gözyaşlarım umman;
Akim kalırsın Rahman'a, yakamoz olursa masivan.
Bir iki anlık misafir olduğum şu hayatta, hayal kafilem bir deri bir kemik kalmıştı. Hiç bir yere gizlenemeyecek kadar büyüktü sanırım amaçlarım, ve kimsenin taşıyamayacağı ağırlıktaydı yüküm. Ben ne kadar kaçsam da, kaybolduğum her yol O'nun istikametine çıkıyordu. ''Neden ben'' diye bocaladıkça derin bir baş ağrısı sarıyordu kafa tasımı. Bayılacak gibi olmuştum, ve kalbimin ritmi artmaya başlamıştı. Soğuk soğuk terliyordum bacaklarımın uyuştuğunu hissettikçe. Kıyıya vuran dalgalarla, bir belirip bir kaybolan ayın yansımasına kilitlenmiş, hiçbir şeye tepki veremiyordum. Derken yağmur başladı. Ben, biraz serinlik iyi gelir diye düşündükçe; sanki yağmur taneleri delik deşik bedenimi bir elek gibi kullanarak ruhuma ulaşmaya çabalıyordu. Titreyen bedenimi daha fazla taşıyamayarak, kendimi iskelenin üzerinden sığ sulara doğru bıraktım.
zailat-ı faniye: bir halde durmayan, gelip geçici
akim kalmak: sonuca varamamak, ulaşamamak
umman: deniz
masiva: Tasavvufda Allah'ın dışındaki her şey demektir. İnsanı Allah'tan uzaklaştıran her şey mâsivâdır.
Rahman: Allah' C.C. hz.lerinin 99 adından birisi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nevrotik Adam.
EspiritualKendi iç dünyasına dogru yolculuğa çıkan bir adama, yol arkadaşlıgı eden geçmişi, ve onu misafir etmek için bekleyen geleceğinin hikayesi. Munzevilik mertebesine ulaşabilmek adına, her türlü zihin ritüelinden sıyrılıp, kendisini; emaneti oldugu sah...