Vuslat kul,Rahman'a kün mihman...

203 7 4
                                    

''Vesselam...'' diyor gülümseyerek suretim, kollarını iki yana açıp beni; sanki 27yıldır ilk defa görürmüşcesine karşılarken.. Sonra devam ediyor; ''Rüyasında dahi, gözlerindeki uykusuzluk torbalarıyla tedirginlik taşıyan bir meczubu andırıyorsun.'' ''Öyleyim'' diyorum ve eklemek istiyorum ''Ya sen..'' tam o esnada, bana doğru uzatıyor başını, bu güzel koku göğsündeki çiçekten mi geliyor diyor, çiçeğe bakıp derin bir iç çektiken sonra başımı sallıyorum ''Evet'' diyorum. Biraz durup düşündükten sonra, bakışlarını çiçekten bana doğru çeviriyor ve, ''O kokuyu koklayabilmek için ömrümü heba ettim ancak gördüm ki değmezmiş... O çiçeğin boynunu bükük görmekmiş beni kahreden, şimdi içimdeki tüm perişanlıklar, gönlümün tozlu arşivlerindeki raflarına kaldırıldı'' diyor. Şaşırarak konuya giriyorum;

-Ben gurbetten geldim berzaha gidiyorum, fikrimde zikrimde muamma, yolcuyum bu emaneti taşıyamam bunu ait olduğu kişiye sana vermek istiyorum

- Bu çiçek serzenişine vesileydi sadece, kalbinin üstünde taşıdığındır artık mabedin.

- Kalbimin üstündekini sana verdim işte artık yüküm yok.

- Çiçeği bana verdin, lakin bak kokusu hala üzerinde üstüne öyle bir sinmiş ki, ebediyen kalacak. Çiçeği sana sevdiren kokusu değil mi? Kimi çiçekler vardır makberde biter kimi çiçekler vardır, bahçende biter. Çiçeğin görevi kokmaktır.

- Çiçek beden. Yeri, zamanı, türü, değişebilir aslında baki olan kokusudur; yani aşkın ? bunu mu kastediyorsun?

- Günaydın...

Bu son kelimenin hemen ardından soluk soluğa uyanıyıyorum mevzuyu tam anlamıyla kavrayamadan. Hani bazen tekrar uyumak istersiniz ya, rüyanıza kaldığınız yerden devam edebilmek umuduyla; işte o ruh haliyle kazanamayacağını bildiği halde devlete para yedirmekten başka bir işe yaramayan o sınavlara bıkmadan girip duran bir öğrenci misali, rüyama yeniden dönmek isteyerek yumuyorum gözlerimi. Çiçeğin kokusunun hala burnumda olması beni tetikliyor yeniden yeniden deniyorum uyumayı. Aniden iri ve kudretli bir eli omzumda hissetmemle yerimden sıçrıyorum...

-Hiç uyanmayacaksın sandım.

Bunu söyleyen sevgili yol arkadaşım yaşlı makinistten başkası değil. Hadi toparlan bu istasyonda bir süre mola vereceğiz diyor trenin kapısını açıp inerken. Ben de iniyorum. Biraz önce rüyamda kükreyen güneşin bu kez yüzü solgun görünüyor.

- Burası neresi?

- Burası; gelirken cenin, giderken merhum, bakarsan nimet, görmezsen cennet. Burası kalleşlerin atasıyla içilen kahvenin, mahşer günü kursağında kalan telvesi... Aslında sana ne söylesem de, sen yaşayarak öğreneceksin. Ya burada kalacaksın ya da benimle geleceksin Seçim senin...

Anladım diyebildim sadece, ''Keşke anlamak yetse evladım. Keşke yetse...'' diye söylenerek uzaklaştı trenden çıkan kara dumanın arasında gözden kaybolurken.

Kafayı üşütücektim bu belliydi. Canlı bir naaşa dönüşüyordum, cevapsız sorular ziyaretin kısasının makbullüğünü perçimledikçe kara bahtıma. Peki ya hangi anılar hatıra imzasını atacaktı kafamdaki kırığın alçısına? Tek bir isyanımın çığlığı, beynimde çığ etkisi yaratmak için pusu kurmuş bekliyordu. İflasın eşiğindeki bir dervişin sabretmekten gebermek üzere olduğu bir zaman dilimiydim sanki ve, eriyip gitmiş karlarda iz aramaktan bir hayli yorulmuştum. Yine de bir Yaşlı makinistin bahsettiği bu renkli cümbüş-ü alem; hoşuma gitmeye başlamıştı köşebaşında gördüğüm bir tavernayla. Acıkmaya da başlamıştım... Bu, yolculuk sürecinde hiç tatmadığım bir duyguydu. Tavernadan içeri girerken, daha hemen kapıda bir hancı tarafından gayet misafirperver bir tavırla karşılanmak hoşuma gitmeye yetmişti ve bunu ona da yansıtmış olmalıyım ki, şöyle diyordu

- Emin olun buradan çok memnun kalacaksınız efendim, ve dönerken sadece mesul olduklarınızın hesabını ödeyeceksiniz...

Bir bedelden bahsetse de kastetdiği anlaşma pek ilgimi çekmemişti. Taburaya oturup hancının masayı donatmasını beklerken, pencereden içeri giren güneş gözlerimi kamaştırıyordu. Dışarıda sararmış ve dökülmeye yüz tutmuş yaprakları olan ince uzun ağaçlar rüzgarında etkisiyle bir sağa bir sola yatıyorlar sanki onları vareden bir varlığa borçlarını ödüyorlardı... Dikkatimi ona odaklamamı istediğini belirten cinsten bir öksürükle, elinde tuttuğu toprak çömleği aşağıya doğru eğerek, ''Biraz şerbet buyurmaz mısınız?'' diye gülümseyen bir kadın çekmişti üzerine. Ona yapılacak tüm benzetmeler acizliğinden ötürü geri dönüyordu dışarı çıkamadan dilimin ucundaki uçurumun kenarından. Sustum kaldım sadece gözlerimi gözlerine dikmiş bakıyordum... Yanaklarına dökülmüş mahçup iki gül yaprağı edasında pembeleşip utanmaya yüz tutunca cemali, daha fazla ukalalık yapmamak isteğimden olsa gerek '' Hı hıı'' diyebildim...

Yaşlı makinistin bak ama görme öğütleri bir kulağımdan girip diğer kulağımdan çıkmış olmasa da ben, yaşamadan öğrenemezsini seçme hakkımı kullanmak istiyordum. ''Oturmaz mısın'' dedim içmemi istediğini yudumlarken. Hiç tereddüt etmeden oturdu mira yıldızından daha parlak gözlerinin içi gülerken.. Ona bakarken sanki zaman duruyordu, ona ait olan tüm simalar, nemrutun zirvesinden bir sepet altınla iniyor gibiydi. Lakin ara ara gözlerini kaçırıyor, söylemek istediği bir şeyi, sırf o anın büyüsünü bozmamak için söylemiyor, sığ ummanlardan daha derinlere açılmak arzusuyla susuyormuş gibi haller takınıyordu. ''Suçsuz gözlerini yüreğine şahit etme ne olur'' dedim. Gözlerini kapatıp cesaretini topladı ve, ''Her şeyin en başında seni uyarmak istediğim bir şey var'' dedi... Dudaklarının arasından çıkan şu mısralar, beni kaderimin en can alıcı dönüm noktasındaki bir seçime, ya da sabaha karşı kumsala vuran bir cesetten farksızmışcasına, ıssız kıyıya doğru sürüklüyordu...

Vuslat kul, Rahman'a kün mihman.

Münzevilik temaşasına dalmadıkça, ruh ebeden harman....

Yani onu seçersem burada kalacaktım...

Meczub: cezbedilmiş, aklı gitmiş olan. Aşk-ı İlahi ile kendinden geçmiş.

Berzah: Ölüm suretiyle dünyadan ayrılan ruhlar berzah âlemine gittikleri gibi, uyku halinde bedenden ayrılan ruhlar da o âleme giderler. İki hâl, iki sıfat, iki mertebe ve iki âlem arasında bulunan bu ara hâle, sıfata, mertebeye ve âleme de berzah denir. Mesela hayâl, varlıkla yokluk arasında yer alan birberzah'tır; ne vardır ne de yok, ne malumdur ne de meçhul, ne müsbettir ne de menfi veya hem vardır hem yoktur.

Makber: kabir, mezar

Naaş: ölen insanın vücudu, ceset

Merhum:ölmüş müslüman erkek, rahmetli

Taverna: çalgılı meyhane

Vuslat: sevgiliye kavuşma, yetişme

Kün: ''OL'' manasında emirdir.

Rahman: Allah CC. hz.'nin 99 adından biri

Mihman: konuk misafir

Münzevi:dinsel amaçlarla toplumdan uzaklaşıp yalnız yaşayan kişi.

Temeşa: hoşlanarak bakmak, ibretle izlemek

Nevrotik Adam.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin