Tefem dolmaz tarizine, kaç sepet altın tasvir etsem..

165 6 0
                                    

Bütün kainat sustu, düşünmemi bir karara varmamı bekliyor sanki. Ancak bu sessizlik kırk davulun tokmaklarını, aynı anda farklı ritimsizliklerle vurmasından daha rahatsız ediciydi. Bir yolu daha olmalı diye geçirdim aklımdan.

Tabi yaa.. Belki onu da yanımda götürebilirim?

-Sen de gelsen? Hudutlardan geçsek, yolu birde birleşsek? Kaüğbuslara terkeyleme beni hüzünlerimin yüzünü güldürme...

- Ne olur sus... Anlamıyorsun. Ben zaten oradan geliyorum. Ama sen, kaçıp kurtarabilirsin kendini, senin okyanus sandığın bataklıktan başka bir şey değil.

-Yüreğim hala sıcakken, ban sevdama kalbini, sev hadi soğutmadan...

-Sen munzevisin, bir beyitte çift sille olmaz. Sen sanatçıya gidiyorsun bırak heykeller yas tutsun ardından. Ama sen asla sayma yerinde... Dönme yanağını iblise.

-Nasıl vazgeçer misk-i anber rahiyasından, çeşm-i âhudan! Saadetsin sen aradığım kapının anahtarı, ezber bozanım... Bu nasıl bir sınav aklım almıyor! Makinisti bulmam gerek!

Aslında kararımı çoktan vermiştim hatta bir de çözüm bulmuştum kendimce. Her işte bir hayır her hayırda bir de şer vardır diye düşündüm, o tren kalkmayacaktı. Ona; ''Seni bırakmayacağım, ya kamil edecek beni bu işkence ya da sen, yalnızlığımda son istasyonumum olacaksın'' dedikten ve saçlarına koklamaklı bir buse bıraktıktan sonra, onun meraklı bakışları arasında koşar adımlarla handan çıkıp makinisti aramaya koyuldum. Bir çok meydan gezdim ama onu bulamadım, en sonunda çaresiz istasyona geldim lakin trenin içinde yoktu. Trenin kapısında yaşlı bir adam durmuş kendi kendine bir şeyler söylüyordu. Yeşil sarığı ve üstünde renk renk bezler bağlanmış asasıyla içimi ürpertmişti bu adam. Yaklaştım ağır ağır adımlarla ve;

''Efendim bir şey mi istediniz acaba'' dedim.

Arapçaya benzer bir şeyler daha söyledikten sonra konuşmasını bitirdi, biraz soluklandı sonra bana '' Esselamun aleyküm evladım'' dedi,

- Aleyküm selam efendim, buyurun lütfen...

O esnada yanımızdan geçen orta yaşlarda bir adam ''Bırak şu yaşlı bunağı yahu varsın gitsin yoluna, kahrolası dilenciler'' diye söylenerek yoluna devam ediyordu. Lakin vakıf olamadığım sorular vardı. İyi de adamcağız benden bir şey istemedi ki dedim içimden...

Sarıklı, tekrar arapça olduğunu tahmin ettiğim bir şeyler daha söyleyerek arkasını döndü ve yürümeye başladı ileride toplanmış bir gruba doğru. Farklı bir kabiledenmiş gibi giysiler giyili bu insanlar ona yer verdiler ve oturup onun söylediklerini dinlemeye başladılar, ona bir şeyler ikram ettiler. Onlara gülümsüyordu, şefaat eder gibi. Sonra ayağa kalktı ve ara bir sokağa doğru yürümeye başladı. Arkasından yürüsem makinisti bulamayacağım, yürümesem o adamın kim olduğunu öğrenemeyeceğim diye hayıflanmaya başladım. İşte şimdi gözleri oyulup labirente salınan bir kobay gibi çıkışı arıyor, kendime dolanıp yere düşüyordum adeta. Aradığım anahtarın onda olmadığının kanaatine varıp, nasıl olsa makinist trene dönecek en iyisi onu istasyonda beklemek diye düşündüm. İstasyona geldiğimde makinist oradaydı, ve daha hiç bir şey dememe fırsat vermeden ''Git'' dedi ''aradığın anahtar onda'' , başını kaldırmış o ara sokağa bakıyordu.. Ustasından izin koparan bir çıraktım o an, ya da son ders boş dediklerinde okuldan ayaklarını havada birbirine vurarak çıkan bir öğrenci. Azgın dalgalar gibi köpürerek o yaşlı adamın yanına gidiyordum sokağın ortalarında bir yerde yetiştim, biraz da mesafeli durarak acaba ne yapacak nereye gidecek diye durup düşünüyordum nefes nefese kalmış sokaktaki fersiz lambalar gibi titrerken. O ise varlığımı hissetmiş gibi yavaşladı ve durdu, bana döndü '' Evladım gelir misin'' dedi beni işaret ederek. Ellerimi önümde birleştirdim, usul usul yanına vardım;

- Buyurun efendim...

- Buralarda bildiğin bir cami var mı evladım....

Makinisti arar iken, Yegane Memba diye bir cami görmüştüm, hatırımda kaldığı kadar götürebilirim sanırım diye düşündüm,

- Var efendim, izin verin sizi götüreyim.

Bir kaç mahalle geçtikten sonra sarıklıyla camiye ulaşmıştık , sağol yavrum diye iki defa sağ omzumu sıvazlayıp asasındaki garip bezlerden birini çözdü, bezin üzerine cebinden çıkardağı altın sarısı renginde ve baş kısmında parlak bir zümrüt olan kalemle bir şeyler yazdı ardından, ''Al bu senin oğlum, bunun katibini bul ona okut'' diyip gülümsedi. Daha sonra abdest almak için olsa gerek musluklara doğru yöneldi. Ben de elimdeki beze dalmış bununla ne yapacağımı anlamaya çalışıyordum, neyse dedim gelsin de kendisine sorayım, avluda oturup sarıklıyı beklemeye başladım. Uzun bir süre bekledim lakin ne gelen var ne giden. Meraklanmaya başladım musluklara bakmak için yerimden kalktım ve içeri girdim ancak orada kimse yoktu. Sarıklı sanki her zerresiyle yok olmuştu. İstikamet tren dedim ve yola koyuldum.

Makinist trenin başında beni bekliyordu, tanıştın mı Meratib- i hayat'la? diye sordu. Kim bu Zat'ı Kerim dedim sanki kuş olup uçtu... ''O İlah'ın her şeyin sahibinin, ilk habercisine ilim öğretendi'' dedi ve ekledi, ''O kıyamete kadar ölümsüzdür sürekli gezer ve yardıma muhtaçların yardımına yetişir, ''Sana da bir emanet bıraktı mı?''Cebimden bezi çıkarıp işte sadece bunu bıraktı dedim. Makinist bezi aldı üzerindeki yazıları okudu ve, ''Bazen akibetinin ne olacağını ben de merak ediyorum, neyse sonuç olarak bir süre daha buradaymışız gibi görünüyor'' dedi ve bezi tekrar bana uzattı. Bunu hancı kıza vermen gerekiyor dedi, ''Ölümsüz öyle istemiş.'' ''Peki'' dedim bezi aldım ve tavernaya geldim.

Yüzüne bakmaya kıyamadığım endişeli endişeli, benden gelecek haberi bekliyordu hala... ''Ne olacak şimdi münzevi'' dedi. Ben de ona emanetini uzattım. Beze baktı sonra kaşlarını çatıp ''Bu ne?, söylemeyecek misin?'' diye celallendi.

-Bana bugün bir söz söylemiştin hatırladın mı, işte o söylediğinin ve tüm sorularımızın cevabı, sen sadece oku tüm kainat şahit olsun...

Ve o geleceğimizi okudu;

Zahirden geçip altını görmektin sen.

Elzem olunca şairlik ruha biçilir mi hiç kefen?

Yar'in çeşm-i gazel seyreylesem, titrer menim bedenem..

Tefem dolmaz tasvirine, kaç sepet altın tariz etsem..

İhlas suresinden meczub bir sıfatım.

Nice uçsuz bucaksız uçurumlara yaslatıldım.

İki ayrı figuranıysak, aynı senaryolu hayatın,

Memduh taverna kader, ben aşk sarhoşu, sen garib bir hancısın...

Misk-i Anber rahiyası: Asya'nın yüksek dağlarında yaşayan bir tür erkek ceylanın karın derisi altındaki bir bezden çıkarılan muhteşem kokulu maddenin, kokusu

Çeşm-i âhu: ceylan gözü

Yegane: eşsiz, dumlu

Memba: kaynak, pınar

Zahir: dış yüz, görünüş

Elzem: vazgeçilmez, çok gerekli

Tariz: açık şekilde belli etmeden üstü kapalı anlatım

Tasvir: betimleme, yazıyla anlatım biçimi

Memduh: övülmüş, medholunmuş

Nevrotik Adam.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin