Yüksek tavanlı balo salonu ağzına kadar asilzadelerle ve zenginlikle doluydu. Görkemin ve gücün göstergesi olan mumlar bütün salonu çevreliyor, altın varaklı kapılar güneş üstlerinde dolaşıyormuşçasına parlıyordu.
Bütün bu renklerin ve hengamenin arasında bütün siyahlığıyla dikiliyordu Azrail. Halka korku salan bütün yunan komutanları gibi balo üniformasını giymektense karanlığa gömülmeyi tercih etmişti. Bütün o ihtişamdan uzak durmak bir parça da olsa rahatlatıyordu vicdanını.
Siyah üniforması vardı üstünde, ölüm tanrısı Thanatos'un sembolünü taşıyan yakaları, gümüşi düğmeleriyle Tartaros'tan kaçmış gibiydi. Yeryüzünde kalmış ruhları yanında götürmeye gelmiş bir ölüm tanrısı...Kulağına dolan müziği düşündü, Atina'nın kırık sokaklarını, Artemisia'nın gözlerini... Balolara katılmamak için kavga edişini.. Askeriye'ye erkek kılığında girişini... Özlem hafif bir kelimeydi ona duyduğu hissin yanında. Onu solumak istiyordu yeniden. Onun varlığında kavrulmak. Lakin şimdi bir boşluktan ibaretti.
Gözleri Artemisia'yı ararken bir başkasına takıldı. Kırmızı elbisesiyle balodaki herkesten sıyrılıyordu. Açıkta kalan gerdanını süsleyen tek inci güzelliğini taçlandırmak isteyen bir yıldız gibi parlarken, saçlarını süsleyen inci taçsa hilal gibi aydınlatıyordu balo salonunu. Kırmızı kumaş bedenini sararken bütün dişiliğini ortaya koyuyordu yine de kendi masumluğundan ödün vermiyordu ortaya çıkan bu görüntü.
Kahverengi saçları boynunu ortaya çıkarmak için ensesinde düzgünce tutturulmuş, yüzüne ise bir kaç bukle bilerek düşürülmüştü. Çevresindeki kadınların aksine yüzünde makyaja ait hiç bir iz yoktu. Bakışları süslüyordu onu, dik duruşu...
Yanına gitmek gibi garip bir arzuyla doldu bedeni. Tanımak istiyordu bu bakışların sahibini, dansa kaldırmasa bile sesini duymak. Onun gözlerinde gizlenmiş olan nefreti, kederi ve cesareti daha yakından yaşamak...
Adımlarını köşede tek başına duran kadına doğru yönlendirdi bu defa. Yüzünde hafif merakın oluşturduğu bir gülümseme oluşmuştu. Kadının kokusunun etkisi altına girdiğinde hafifçe eğildi:
-"Neráida." Peri kızı.
Anthea sesle beraber kendisine seslenene doğru döndü. Karşısında duran kişiyi Hilal'in anlattığı kadarıyla tanıyordu. Kemikli yüz hatları ve solgun teni onu yer altı dünyasına aitmiş gibi gösteriyordu. Çenesinde yeni yeni çıkmaya başlamış sakallar duruyor, iki boşluğu andıran gözleri kendi gözlerine kilitlenmiş gözlerinin içindeki bir şeyi arar gibi bakıyordu... Eğilerek cevapladı onu:
-" Persephone' u tercih ederim."
Uzattığı eline bıraktığı buseyle kıvrıldı dudakları, planlarının başarılı olacağı şimdiden belli ediyordu kendini. Kırmızı elbisesisinin altında gizlenen bıçakları eskisinden daha çok batıyordu şimdi tenine. Onların varlığıyla güç buluyor, cesaretini topluyordu. Ona doğru uzatılan eli kavradı. Herkese ölüm vadeden gözler onu etkilemeye bile yanaşmıyordu, ya da en azında o öyle olduğunu sanıyordu.
Piyanodan yükselen müziğe ayak uydurmaya başladığında kendini dansın adımlarına bırakmaya başlamıştı, kendi gözleri merakla çevresindeki her şeyi görmeyi çabalarken karşısındaki adamın gözleri kendi gözlerinden başka bir yere bakmıyordu. Uzun süren sessizliğin sonunda konuştu Azrail, sesi ölümün soğuk nefesinden ziyade sıcak bir yaz gününü çağrıştırıyordu:
-"Persephone, Hades'le kaçmaya karar verdiği anlatılmaz efsanelerde. Hiç kimse güzel bir kadının çirkin bir adamı sevebileceğine, yeryüzünden onun kalbinin sesini duyabileceğine inanmaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hain
Fanfictionİki kalp, iki düşman... Gece ve Gündüz. Ay ve Güneş. Peki ya her şey farklı olsaydı ?