DÖRT TAHTA KASA

8 0 0
                                    

Gözümü açtığımda, hava hâlâ aydınlanmamıştı.Kapı sakince tıklatılıyordu.Saffet fısıldılı bir şekilde "Çelebi! Çelebi!" diye sesleniyordu.Yanımdakini dürterek uyandırdım.Erşan benden önce uyanmış, dayandığı duvarın dibinde boş boş etrafa bakınıyordu. "Kimsin ?" diye seslendim.Dışarıdan bıkkın bir ses, "namlu ağabey, namluu!" diye bir tepki verdi.Kapıyı açtım.Kafasında kovuğu, omuzlarına bol gelmiş yeleği ve bol pantolonuyla, kısa boylu bir herif önümde belirdi.Bu Anieli'nin işi olmalıydı."Hayırdır dayı? Nedir senin hikayen ?" diye sordum.Adam önce temkinli bir şekilde etrafa baktı, sonra bana dönerek" Evladım, sizin yükleri at arabasıyla atölyeye atacağız, davranın da yükleyin bir an önce kasaları.Güneş doğmadan halledelim." Adam, bir nefeste konuşup, ufacık kalmış aklımı da alıp gitti."Haa tamam , saol saol bekle geliyorum." diye birşeyler zırvalayıp içeri geçtim.Durumu izah ettim.Kasaları yüklenip, at arabasına yükledik.Un çuvallarıyla kapattıktan sonra, adama "Atölyenin orada ol." dedikten sonra İstanbul'un karanlığına karışıp dükkana doğru koşar adım gitmeye başladık.

Atölyenin önüne vardığımızda, garip adam arabasıyla oradaydı.Hemen atölye kapısını açtım.Kasaları olabildiğince hızlı bir şekilde içeri taşıdıktan sonra, adamı yolladım.Arka tarafın kapısını açıp, kasaları oraya yerleştirdik.Herkesi etrafımda topladım."Çok birşey dağıtmayın.En azından mermi kalıpları ve gümüşler hazır olsun.Öğlene yakın buradayım.Sizde yatın uyuyun, sabah kahvaltı için birşeyler getiricem." diye herkesi uyardım.Hepsiyle teker teker el sıkıştıktan sonra atölyeden ayrıldım.Bir ara sokağa girerken,
elinde demir uçlu sopasıyla yere canhıraş şekilde vuran bir adam gördüm.Sokak bekçisi, sabah ezanını haber ediyordu.Birkaç vuruştan sonra, ezanı duymaya başladım.Başımı belaya sokmamak için, sokaktan geçmemeyi tercih ettim.Kimseye görünmeden sokak kapısını sessizce açıp, kendimi içeri attım.Merdivenleri ne kadar sessiz çıkmaya çalışsam da, gıcırtılar bunu engelliyordu.Çok geçmeden Anieli'nin sesi duyuldu."Çelebi ?" diye seslendi.Şakacı bir tavırla " namlu!" dedim.Bıyık altından güldüğünü hissediyordum.Evin hôlüne girip, odama yöneldim.Üzerimdekileri çıkarmaya tenezzül bile etmeden yatağa uzandım.Bir ormandaydım.Elimde tabanca, aylak aylak yürürken bir ses duydum.Çok zarif bir ses, melodi gibi ezgiyle "Çelebi" diyordu.Beni çağırıyordu.Dayanamadım, sese doğru ilerledim ve onu gördüm.Bembeyaz teni ve çekingen bakışlarıyla tam karşımdaydı.Koyu kahverengi saçları rüzgarda dalgalanıyor, eliyle beni çağırıyordu.Ona doğru ilerliyordum.Tam yanına varacaktım ki, adımı attığım zemindeki deliğe doğru yuvarlandım.Mağara gibi bir yere yuvarlanmıştım, Ayağa kalktım.Tam on silüet etrafımı sarmıştı.Tabancayı bir tanesinin kafasına dayayıp tetiği ezdim ama, nafileydi.Patlayan silah birden elimi yakmaya başladı.Acı içinde yere fırlattım.Bıçağıma davranamadan, içlerinden bir tanesi tam göğsüme vurdu.Göğsüme doğru baktığımda derin bir yara gördüm.Kan bacaklarıma doğru akmaya başladı.Endişeli gözlerle silüete doğru baktım, arkadan bir başkası sırtıma bir darbe indirdi.Koluma, boynuma, karnıma inen onlarca darbe sonrası çaresizlik bedenimi sarmıştı.Gözlerim kararıyordu.Gittikçe kararıyordu... En sonunda yere düştüm ve bana doğru sırıtan silüetleri gördüm...


YARGISIZ 1890Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin