SYML - Fear of the Water
kısım üç; cezalar evlat, iyileştirmek için vardır
Uyanıyorum.Hava hala karanlık ve sokağın ışıkları hala açık, muhtemelen saat 4 ya da 5. Sehun yanımda huzurla uyuyor, kolları hala belimde sarılı ve gözlerim hala ıslak. Ağlamaya alışık olmadığım için başım çatlarcasına ağırıyor. Gözyaşlarım tükenmiş gibi hissediyorum. Kollarından sıyrılıp kalbim sızlaya sızlaya kıyafetlerime uzanıyorum. Giyiniyorum sonra yatağa oturup uzun bir süre onu izliyorum. Düzenli nefeslerine, biçimli kaşlarına, bayıldığım çene hattına ve köprücük kemiklerine, dudaklarına ve yüzündeki her bir santime uzun uzun bakıyorum. Onu gelecek haftaya kadar göremeyecek oluşum içimi yakıyor. Ona onu sevdiğimi söyleyememek, her hafta onu ilk kez öpüyor gibi davranmak, ona 'Tanıdık geliyorum çünkü beni aslında tanıyorsun.' diyememek, sabahları onunla uyanamamak, sıradan bir hayatı yaşayamamak beni kahrediyor. Ağrıyan kalbimi tutarak gözlerimi tavana dikiyorum. İşte, diyorum babama. Nasıl hissettiğini biliyorum artık.
Gitmek için ayaklanıyorum ama gitmeden önce ona unutturmak zorunda olmam dişlerimi sıkmama neden oluyor. Titreyen ellerimi yumruk haline getirip derin bir nefes alıyorum. Ona doğru yaklaşıp alnını öpeceğim sırada göz kapakları titreşerek aralanıyor.
"Baekhyun?" diye fısıldıyor, yüzüne yayılan masum gülümseme ile bir trenin altında kalmış gibi hissediyorum. Zorlukla nefes alıyorum, Sehun üzerimdekileri fark edince sersemliyor ve gözleri hayal kırıklığı ile genişliyor. "Ne-Nereye gidiyorsun?"
Elimi yanağına yaslayıp elmacık kemiğini okşuyorum, ağlamamak için yanağımın içini sertçe ısırıyorum. Elimi yakalayıp beni kendine doğru çekiyor ve bu sırada oturur pozisyona geçiyor, ona direnmeyerek ben de yatağa oturuyorum. Ağzımda hissettiğim kan tadı yüzünden yanağımın içini ısırmayı kesiyorum ve gözlerine bakmaya cesaretim olmadığından çarşafına bakıyorum. Elini çenemin altına koyup kafamı kaldırıyor, mecburen ona bakıyorum.
"Ne demek bu?" biraz sinirli biraz da korkuyor. Yutkunuyorum.
"Gidiyorum." diyorum. Çenesi kasılıyor ve omuzları geriliyor.
"Ne demek gidiyorum?" başlangıçta sert çıkan sesi cümlenin sonuna doğru titrediğinde kendime engel olamıyorum, sol gözümden bir damla gözyaşı firar ederken tek yapabildiğim burnumu çekmek oluyor.
"Gitmem gerekiyor Sehun," diyorum kendimi biraz toparlamak için bir süre susuyorum. "Gitmek zorundayım."
"Hiçbir şey yapmak zorunda değilsin!" aniden patlıyor. Elleri çarşafı kavrıyor ve buruşturuyor. "Sikeyim, benimle seviştikten sonra gitmek zorundayım diyemezsin!"
Kafamı suçluluk duygusu ile eğiyorum, eğer öğrenirse ne kadar kızacağını düşünüyorum. Kaç kez gittiğimi, kaç kez onu öylece bıraktığımı.
"Bana bak Baekhyun," diyor kafamı yeniden yukarı kaldırırken. O da ağlıyor, omuzları titriyor ve bunu görmek beni mahvediyor. "Gidemezsin tamam mı?"
"Beni kendine aşık edip gidemezsin." sesi çok çaresiz çıkıyor.
"Uyu Sehun," diyorum, yüreğimde biriken acı canımı yakıyor, çok yakıyor hem de. "Uyandığında hatırlamayacaksın. Kim olduğumu bile bilmeyeceksin, söz veriyorum. Bu yüzden yalvarırım Sehun, uyu."
"Biliyorum," diyor. Gözlerinin içerisinde ne demek istediğine dair bir ipucu arıyorum ama bulamıyorum. "Bana unutturduğunu biliyorum Baekhyun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNUTANLARIN TANRISI
FanfictionSıradan geçen günlerim ama huzursuz gecelerim var. Bir şeyi, birini aradığım rüyalarım var, sonu gelmeyen balolarda altın renkli bir maskeyi aradığım ama hiçbir zaman bulamadığım rüyalar. sebaek | #exoficfest