Bir mum. Yalnızca bir mum bir odayı aydınlatabilirdi. Bir müzik. Yalnızca bir müzik tüm sessizliği bozabilirdi. Bir düşünce. Yalnızca bir düşünce tüm insanoğlunu kurtarabilirdi. Ama daha fazlası, bir insan. Bir insan, birden fazla insanı hayatta tutabilirdi.
Ve bir komutan, tüm askerlerinin nefes almasını sağlamak zorundaydı.
Onun ismi Eser'di. Görev yaptığı tüm yerlerde, hatta öğrencilik hayatının daha öncesinde bile onun ismi Eser'di. Öyle bilinirdi.
Ten kokularını severdi, kadınları severdi. Çay içmez, kahvenin kokusuna tahammül edemezdi. Fazla yemek yemez, arada sırada içki içer, adam öldürmekten korkmaz, intikam almayı sever, geçmişe takılı kalmaz ve geleceğe umutla bakmazdı. Bazı şeyler onun için gelmeden geçerdi.
Bu yüzden dışarıda bekleyen bir avuç askerin karşısına çıkarken, onun için vatanından ve askerlerinden başka hiçbir şey umrunda olmazdı. Fedakarlık yapardı. Paradan başka hiçbir karşılığı olmayan bu dünya için, beklediğinden daha fazlası vardı.
Belki vatanına aşıktı, belki de değildi.
"Beni rahatta dinleyin!" diye bağırdı. Teğmenin söyleyeceği sayıyı duymak istemiyordu, gözleriyle baktığında kalan kişileri sayabiliyordu zaten. Ama o gözleri baktığı zaman, bundan daha fazlasını görüyordu. Korkan bir avuç asker.
Ama kendisinden değil, ölümden korkan bir avuç asker.
"Sizler yaşamıyorsunuz. Sizler şehitsiniz, şehit doğdunuz! Bunun için buradasınız!" dedi.
Çok sert başlamıştı, biliyordu. Ama derin derin nefesler alırken manzaranın ne kadar korkunç olduğunu görmek istemedi.
"Dün sekiz şehit verdik. İki komutan ve altı asker, tam sekiz şehit!"
Gözleri ya kendisine ya da ufka doğru bakan insanları görünce ipler koptu. Baş sağlığı dilemek için cenazeye gelen bir akraba olmadığını o an yeniden hissetti. O askerleri hazırlamak zorundaydı. Büyük bir savaştan, büyük bir saldırıdan yeni çıkmış olmaları onu durdurmadı. Esip geçmek zorundaydı.
"Önceki hafta bir arkadaşınızın kolu koptu. Kolu lan, kolu! Kendinizi bir hayal edin. Kolunuz yok ulan, yirmi yıl sonra her işinizi yaparken kullandığınız kolunuz yok artık!"
Midesi bulandı. O askerlere bunu yapanları düşündükçe midesi bulandı. Ama devam etti. İçindeki kanı karşısındaki tüm insanlara kustu ama biliyordu ki o saldırının tek sebebi kendisiydi. Dört yıl önce buradan gitme sebebi olan şeydi.
"İçinizden biri hâlâ komada. Daha dün yemek yediğiniz, kavga ettiğiniz arkadaşınız sizinle yan yana çatışmaya girerken bugün komaya girdi! Yüzbaşınız ve başka bir asker esir düştü. O gün üç şehit daha verildi. Onlar orada yaşam mücadelesi için debelenirken, sizler durup izleyemezsiniz! Onlar kendi canlarını, kendi kanlarından olanları korumadan önce sizleri korudu. Onların ilk hedefleri sizleri korumaktı. O askerlerin cephanesi biterken ellerine aldığı kör bıçakla bile öncelik hedefleri sizleri savunmaktı!"
Bir askere doğru yaklaştı ve gözlerinin içine baktı. En çok korkan o olmalıydı, ya da korktuğunu en çok belli eden. "Burada kaç kişiydiniz oğlum siz? Üç hafta önce burada kaç kişi vardı?" Sonra diğerlerine döndü, iki adım geriye çıktı. "Verdiğimiz şehitler, kendi ellerimizle yarattığımız gaziler yetmedi mi? O itleri hâlâ öldürmemek için neyin emrini bekliyorsunuz siz?"
Derin nefesler almaya devam etti. Hava soğuktu. Sarıkamış soğuğu vardı üstlerinde sanki. Ve dudaklarının arasından sızan her kelime o askerlerden çok, kendisi içindi. Kendisine geldiği günden beri düşen şehitlerin ne kadar korkunç olduğunu anlatmak içindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARABARUT
ActionSanmayın ki insanlar bir tek istemediklerine vurulur. An gelir ki insan, elindeki silahı kendine doğrultur ve alnından vurulur. 15.06.2017 00.26