Ellerine camlar saplanıyordu sanki; karnına bıçaklar, sırtına oklar, tüm bedenine sancılar saplanıyordu. Gözleri kanlanmıştı. Çok fazla düşündüğünde hep gözleri kanlanır ve parmakları ağrırdı. Şimdi de çok düşünüyordu. Sabahın 5'inden beri aklından Canan'ın yüzü, sesi çıkmıyordu.
Sağ ayağı ile yerde ritim tuttururken bile onu anımsıyordu. Sıla zihninin ucundan bile geçemiyordu. Telefonundaki cevapsız iki çağrıyı görmüş olmasına rağmen ona geri dönüş yapmamıştı. Eğer başı beladaysa biliyordu ki, Sıla bir şeylerin içinden sıyrılmakta çok fazla iyiydi. Ve belki de sırf bu yüzden herkes onun kötü biri olduğunu düşünürdü ama Eser onun en saf halini biliyordu. Onun en güzel gülen yüzünü tanıyordu. Keşke Canan'ınkini de tanısaydım, diye geçirdi içinden. Keşke.
Asker kapıyı ikinci kez tıklattığında bile Eser duymamıştı. Önündeki bardakta içmediği bir çay duruyordu ama o çaya bakınca bile Canan'ın seve seve, hayranlıkla o çayı içtiğini görüyordu. Belki de kendisi erkek olduğu için böyle şeyler sonradan değer kazanıyor, sonradan anlam yükleniyordu. Basit şeylerden mutlu olanlar kadınlardı sonuçta, değil mi?
"Komutanım." dedi asker bu kez. Dışarıda bekleyen yeni askerleri ve komutanları Eser'i görmek zorundaydı. Ve tabii, Eser de dışarı çıkmalıydı.
Eser askere baktığında olayı hemen idrak edip ayağa kalktı. Ardından seri adımlarla dışarı çıkıp askeri arabalardan inen bir uzman erbaşı, bir üsteğmeni ve sayısının otuz beş-kırk civarlarında olduğunu düşündüğü askerleri gördü.
Ardından askerlerden biri "Dikkat!" diye bağırdı.
Evet, dikkat. Eser şu an ne konuşması, ne yapması gerektiğini bile bilemez bir haldeydi. Dikkat anonsu askerlerin tümü için yapılmıştı belki de ama en çok kendi üstüne alınması gerektiğini biliyordu.
Herkes selam duruşunda bekleyince önce selamlarını aldı, ardından konuşmak için zihnini yokladı. Ezberden bir şeyler söyledi. Herkesin bildiği o klişe kuralları, uyulması ve yapılması gerekenleri... Öyle ki onu az çok tanıyan eski askerleri bile bu durum karşısında fazla şaşırmışlardı. Çünkü o Eser Yüzbaşı'ydı. Onun esip gürlemesi lazımdı. Ama o resmen kaçmıştı. İçeri girmek ve odasına kapanmak için her yolu denemişti sanki.
Akşama kadar odasında oturdu. Ara sıra telefonunu elinde çevirip saat 05.03'te arayan o özel numaranın yeniden aramasını bekledi. Sonra da evine dönmek için saatleri kovaladı. Kimseyle konuşmadı. Gelen askerleri başından savdı. Gelen görev belgesinin uygulanma tarihi yarın olduğu için üsteğmene verip gerekli hazırlıkları yapar diye gitti.
Eser o gün sanki kendinde değildi ama biliyordu ki onun kendine en yakın hali de böyle zamanlarda oluyordu. Ağrıyan parmakları eline ne alsa düşürmesine sebep oluyor, dikkatini dağıtacak şeylere ihtiyaç duyuyordu.
Karakoldan çıkmadan önce üniformasını değiştirip çıkış saatini imzalamıştı. Ardından normalde olduğunun aksine kimseye "İyi akşamlar." bile demeden arabasına binip, kapanıklığından bunaldığı ortamdan kendini atmıştı.
Sonra kontrolünü kaybetmiş gibi arabayı bildiği ama bilmediğini düşündüğü o sokağa sürdü: Sıla'nın sokağına.
Ona gitmeliydi. Evet, ona gitmeli ve içindeki bu sıkıntıyı alması için yanında birilerinin olduğunu hissetmeliydi. Sabahtan beri aklına gelmediğini bildiği ama içinde bir yerlerde olduğunu bildiği Sıla'ya gitmeliydi. Eser uzun zamandır böyle olduğunu hatırlamıyordu. Aklını kaybediyormuşçasına elleri saçlarını tırmaladı. İki kez direksiyona vurdu. Öfke aradı ama öfke yoktu. Ağlamak istedi ama ağlayamadı. Bağırmak istedi ama avazını çoktan çıkarmıştı, sessiz kalmak zorundaydı. Kalbinin atışını durdurmadığı sürece bunun devam edeceğini biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARABARUT
ActionSanmayın ki insanlar bir tek istemediklerine vurulur. An gelir ki insan, elindeki silahı kendine doğrultur ve alnından vurulur. 15.06.2017 00.26