Sıla'nın kalbi zorla çarpıyordu. Ellerinde titremeye devam bir telefon ve kulaklarına dolmaya devam eden bir çığlık vardı. Ona yardım etmek istese de yapamadı, yapamayacaktı. Ardından telefonu bıraktı ve parkenin üstüne düşen telefon tok bir ses çıkardı.
Kendisini evden atarken o telefonun hala açık olduğunu biliyordu. Arabasının anahtarlarını almayı son anda akıl etse bile yanan ışıkları kapatmamış, kapıyı kilitlememişti. Demlemek için koyduğu çay suyunun altını da açık bırakıp bırakmadığını, son anda çaydan vazgeçse bile çalan telefona bakması gerektiği için ne yaptığını hatırlamıyordu.
Karın yumuşattığı hava ona zehir gibi gelmeye devam ederken gecenin bir yarısı çıkan tek ses onun arabasının kilit sesiydi. Koltuğa oturup robotmuş gibi arabayı çalıştırdı ve sürdü. Nereye gideceğini bilmiyordu ama direksiyonu bile yarım yamalak tutan elleri, hızı kontrol edemeyen ayakları ve vitesi değiştirmesi gerektiğini bilmeyen bir zihni vardı.
Ağlayıp ağlayamayacağını da bilmiyordu. Her şeyin sorumlusu kendisiymiş gibi hissedip, aslında yanan gecekonduların arasındaki saf bir gül olduğunu biliyordu, beyaz bir gül.
Arabayı durdurup önüne bakarken zihni ona iyi gelebilecek tek bir ismi zikredip duruyordu: Eser. Ama ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Arabanın geriye doğru hareket ettiğini hissedince el frenini çekti.
"Ah.." diye inleyip kendini arabadan atarken kontakta bıraktığı araba anahtarını da umursamadı. Delikli kazağının içine sızıp tenine işleyen karı hissettikçe daha çok titriyordu ama titreme nedeni soğuk değildi, o cümle ve o çığlıktı. O çığlık hala kulaklarındaydı. Sanki telefon avuçlarının içinde ve kulağına yaslı haldeydi.
Derin nefesler alırken arabaya yeniden bindi. Neden durduğunu ve neden indiğini de bilmiyordu zaten ama kaldırımda sarsak adımlarla yürüyen adamın sarhoş olduğunu hissedince kapıyı açtı ve kapıları ani bir refleksle kilitledi.
Eser'e gidecekti. Sadece ona gidebilir, sadece ona güvenebilirdi. Hatta bazen ona bile güvenmemeliydi ama dinletemiyordu. Hani insanın içinde bitmek tükenmek bilmeyen, yerini hissettirmeyen bir umut vardı ya, o umut Sıla için Eser'den başkası değildi.
Arabayı çalıştırıp Eser'in evine sürdü ve uyuyup uyumadığını, müsait olup olmadığını düşünmeden elindeki araba anahtarlarıyla binaya girdi. Gözünü çevirip asansöre baksa da merdivenleri çıktı, kapının önünde takılı kalan bakışlarıyla zile bastı. O anda da bir halsizlik zihnini sardı ve tam olarak hissedemediği parmak uçları dengesini bozdu. Düşeceğini hissedip sarsaklarken midesi kasıldı. Kolunu kaldırıp yeniden zile basmayı başardı ve halsizlik tam dizlerini esir alıp onu düşürecekken bir kol onun beline dolanıp kendine çekti.
"Sıla." dedi Eser sesine karışan tuhaf bir duyguyla. Ardından onun bedeninin ağırlığını üstlenip onu içeri aldı. Kendi odasına kadar getirdikten sonra yavaşça yatağa bıraktı. Sıla bu süre zarfında sadece başının döndüğünü ve Eser'in kokusunun onun başını iyice döndürdüğünü hissetti.
"Ne oldu sana?" dedi Eser. Sesine bir çok duygu karışmış, Sıla'nın sararan yüzü ve kanı çekildiği için morarıp şişen gözlerine baktı.
Botlarının bağcıklarını yapmadığı için onları tek hamlede yere düşürüp bedeninin sarkan kısmını yatağa çekti ve nerede ne yaptığını umursamadan cenin pozisyonunu aldı. Sırtı Eser'e dönükken ilk kez konuşabildiğini hissetti.
"Bu kez en kötüsü." dedi kısılan sesiyle. "Bu kez sorma."
Eser onu daha önce de böyle görmüştü. Her gördüğünde zihnine sığınan bir cümle kendini yokluyordu. Sıla'ya neler olduğunu bilmese de, onun bir başka savaşın içinde daha tükendiğini biliyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/112687894-288-k473571.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARABARUT
ActionSanmayın ki insanlar bir tek istemediklerine vurulur. An gelir ki insan, elindeki silahı kendine doğrultur ve alnından vurulur. 15.06.2017 00.26