Zil sesinin duyulmasıyla birlikte sıradan kalkıp bizimkilerin yanına,kalorifer köşesine gittim. Yiğit'e baktığımda halâ sırada oturuyordu ve elinde cep telefonu vardı.
Bir süre izledim onu. Kaşlarını çatarak ekrana baktığında meraklandım.
Tam peşine takılacakken Aykut'un sesiyle durdum. "Ne ayak bu çocuk?" Gökhan biraz düşünür gibi yaptı ve "Bilmiyorum. Tek bildiğim şey bu ders Elfida'nın yanına benim oturacağım." Ona şaşkınlıkla baktım. "Abartmayın çocuklar,kötü birine benzemiyor." dedim konudan sıkılmış bir sesle.
Ortam gerilince Baran duramadı ve aşırı kötü bir espri yaptı. "Kırkayak." Ardından hunharca gülen adam taklidi...
Öğle teneffüsü ziliyle adının Yiğit olduğunu öğrendiğim çocuk hızla kalktı yerinden. Dayanamayıp merakıma yenik düştüm ve peşine takıldım. Gizlice takip etmeye başladım.
Birden gözden kaybolunca etrafıma bakındım.
Ardından bir el ağzımı kapattı ve boş sınıfın duvarına yapıştırdı çelimsiz vücudumu.
Bu Yiğit'ti.
Biraz daha karşı koydum ağzımı sıkıca tutan eline. O da bıraktı.
"Ya ne yaptığını sanıyorsun sen? Dağdan mı indin, mağara adamı mısın? " Yiğit kahkaha atınca kaşlarımı çatıp kollarımı belimde birleştirdim.
"Bana diyene bak." Bir kahkaha daha. "Mağara adamı ?" Yine sinir bozucu kahkahasından...
"Niye gülüyorsun?" dedim anlamayan bakışlarla. " Tanışalı iki-üç saat olmamışken, hatta tanıştığımız bile söylenemezken beni takip ediyorsun? Ne yapmamı bekliyordun Meraklı Melehat?"
Bu sefer kahkaha atma sırası bendeydi. "Meraklı Melehat mi?! Ne merak edeceğim seni. Kantine gidiyordum ben!!"
Kaşlarını kaldırıp gülümsedi.
Gülüşü güzeldi.
Kelebeğin görünce ömrünün uzayacağı türden bir gülüştü.
"Şapka takmışsın. Üstüne bununla yetinmeyip güneş gözlüğü takmışsın. Eğer bu tiple kantine gidiyorsan haklısın. Mağara adamıyım." Daha fazla yanında durmak istemiyordum.
Tüm iyi niyetimin ayağına tonlarca ağırlıkta taş bağlayıp denize atmıştı.
Yüzüne sert bir bakış atıp çıktım kullanılmayan sınıftan. Tüm deliler beni buluyordu. Veya ben tüm delileri..Yaklaşık bir saattir televizyon kanallarında geziniyordum ve bir tane bile izleyecek program yoktu. Yapacak bir şey de yoktu. Aklıma gelen bir fikirle kedim Misha'yı kucağımdan alıp bej rengindeki koltuğun üstüne bıraktım. Telefonumu alıp Arya'yı aradım.
"Arya lütfen gel çok sıkıldım. Evet evet dedikodu da var. Tamam hadi koş bekliyorum." İki dakika süren konuşma sonunda Arya'yı bize gelmeye ikna ettim. Survivor Taner misali ' o yeah' diye sevindikten sonra bakkalı arayıp birkaç çikolata ve kola sipariş ettim.
Çikolata yaşam kaynağımdı adeta. Nefes almakla eş değerdi. Çoğu kız için de böyle değil midir zaten. Özellikle belli dönemlerde,,, Şu an o dönemden geçiyordum ve çok ihtiyacım vardı. Nerde kaldı bu adam!!
Beklediğim sesi duyunca koşarak kapıyı açtım. Tanımadığım adam poşeti bana uzattı. Alırken yüzüne baktım. Gözleri... Bir saniye ben bu adamı tanıyor muydum? " Ücreti on lira Hanımefendi." Poşeti halâ alamamış ve parayı da verememiştim.
Çünkü...
Bu ses...
Evet o sese çok benziyordu.
Yıllardır beni ayakta tutan o sese...
"Elfidaa! Ben geldim." Arya'nın sesiyle parayı verip poşeti aldım. Karşımdaki de bana baktı bir süre. Aceleyle Arya'yı içeri sokup kapıyı kapattım ve derin bir nefes aldım. Gerçek miydi bu?"Yanına mı oturdu?" şaşkın bir yüz ifadesiyle anlattıklarımı tekrarlayan Arya'ya göz devirerek "Ya öyle abartılacak bir durum değil cidden, alt tarafı ilk günden kavga ettik." dedikten sonra sessizce "Mağara Adamı." dedim. Arya gülerek kanepeden kalktı. "Mağara Adamı mı?!! Ay hiç güleceğim yoktu." dedi ve büyük kahverengi masaya oturdu.
Daha fazla bu konuya katlanamayacaktım. Zaten az önce gördüğüm adam yeterince kafamı karıştırmıştı. Gerçekten ne yapacağımı ne düşüneceğimi bilemiyordum. Nefesimi tutmuş, dakikalarca öyle kalmış gibiydim.