Penceremin arasından sızan güneş ışıkları alarmın görevini yerine getirmesine izin vermeyerek uyandırmıştı beni.Güneşli havaları severdim beni uyandırmadığı sürece. Neden sabah saat 6.30'u gösterirken uyandırıyordu ki. Eminim kargalar bile uyanmamışlardır.
Uzun lafın kısası uyandırılmaktan nefret ediyorum.
Kargalar uyanmadan uyandırılmaktan ise tiksiniyorum.Kabaran nefret duygumu yanıma alarak yorganla cebelleştim ve galip geldim. Yere düşerek.
İşte bu benim dünyamdı. Sinirlenmeyi bile beceremezdim. Belki de o yüzden mutlu bir maske takınmıştım. Her zaman gülen bir maske. En azından insanlara karşı.Yerde kafam, duvarda ayaklarım biri sağa biri sola dönük şekilde oturuyordum. Dışarıdan Ali Rıza Bey gibi gözüktüğüme emindim ama rahattı ve saatlerce böyle durabilirdim. Tabii hesaba katmadığım biri vardı: ablam.
"Elfidaa uyan artık, senin için endişeleniyorum. Koalaları geçtin be ablam hadi." Cümlelerini halka seslenir gibi bağırarak söylediğinden gözlerimi devirmeden edemedim. Ablamı severdim. Sevimli bir ablaydı. Birden kahkaha sesleri duymaya başladım. Ne oluyor diye kafamı kaldırıp baktığımda ablamı gördüm. Kafasını kapıdan uzatmış gülüyordu. Vazgeçtim vazgeçtim vazgeçtim. Ablam sevimli falan değildi. Kardeşiyle dalga geçen kötü bir ablaydı o. Nedense içimdeki çocuğa güldüm. Bazen kibirli bazen kıskanç bazen gerçekten çocuk oluyordu bu.
Ablama yapmacık ve sinirli bakışlarımı gönderirken on dakikadır oturduğum yerden homurdanarak kalktım. Elmira bana öpücük atıp kapının önünden uzaklaştı. Ben de hızlıca hazırlanıp mutfağa koştum. Acıkmıştım. Mutfağa adım adım yaklaşırken nefis kokular burnuma uluşmaya başladı . Mutfağa girdiğimde ise gözlerime inanadım. Az önce benimle dalga geçen ablam tam deyimiyle sadece kuş sütü eksik bir sofra mı hazırlamıştı? Gözlerimi ovaladım. Tam yüzümü tekrar yıkamaya gidiyordum ki ablam omuzlarımdan tutup beni çevirdi. "Abla? Hayal mi görüyorum? Tabi hayal bu hayal. Nerde görülmüş koskaca Elmira Sultanın güzellik uykusundan erken vakitte uyanıp hiç sevmediği kardeşine böyle bir sofra hazırladığı?" Tatlı bir tebessüm belirdi yüzünde. "İçimden geldi." dedi omuz silkerek . Ona 3 numaralı 'yemeğe bir şey koyduysan seni vururum' bakışımı yolladım. Şaşkınca bakınca dayanamadım sulu sulu öptüm yanaklarından. "Ya güzel kardeşim bir kere de sulu öpme. Pişman ettin beni. Bir daha uyanıp kahvaltı hazırlamayacağım. Kaşındın." Kaşlarını kaldırarak söylediği cümlelerin ardından sofraya oturdu. Dalga geçiyordu benimle. Ben de karşılık verdim ona ve dudaklarımı büzüp üzülmüş numarası yaptım, dayanamadı,kalkıp sarıldı. "İşte benim koca yürekli ablam" dedim gurula elimi yumruk yapıp havaya kaldırarak ve vakit kaybetmeden yemeğime gömüldüm.
Bugün geç saatte televizyon izlemesine izin verilmiş çocuğun mutluluğu kadar güzel bir gündü. Yani umuyorum. Okulumun ilk günüydü. Çok umursamasam da bu sene tanışacağım kişileri içten içe merak ediyordum. Aslında güzel bir arkadaş grubum vardı ama içimden bir his bu sene farklı olacak diyordu. Umarım güzel bir yıl olur derken son lokmamı da ağzıma attım ve dış kapıya yöneldim. Askıda duran ceketimi alırken kıyafetlerin yarısını devirdim. Kapının önüne sinmiş ayakkabılarımı bağlarken ablamın sinirli ayak sesleri geldi kulağıma. O gelmeden pervazdan çıktım ve bir öpücük attım koşarken,havada yakalar gibi yaptı. İşte abla-kardeş ilişkimiz buydu bizim.
Son merdiven basamağına geldiğimde okul yolu şarkısını söylerek yola koyuldum. Okula yürüyerek gidiyordum,yakındı. Ayrıca yürümek hoşuma gidiyordu. İşe gidenler, okula gidenler ve annesinin elini tutanlarla doluydu yol... Ağzımda buruk bir tat oluştururdu bu her zaman. Ve bazı şeyleri unutmamamızı sağlardı. Bazen hatırlamak iyi geliyordu.
Gözlerim doldu yine her zaman ki gibi. Gökyüzüne çevirdim kafamı gözlerimi kırpıştırdım. Yine maskenin arkasına gizlenmişti hüzünler. Mutlu olmak zorundaydım. Hatırlamadığım, hatırladığım tek şey tok sesi olan çocuk böyle demişti. Yine bir gülümseme ve soluk okul binası.
Hayatımda heyecan yok.
Düşüncelerim durgunlaştı çünkü.
Her şey sıradan rutin bir hal aldı. Farklı olan nadir şey vardı. Ama bu sene öyle değildi. Bu sene farklıydım nedensizce. Ne giysem diye kısa bir süre düşünmüştüm. Kimler gelecek diye de. Acaba mutlu bir sene mi geçireceğim diye de geçirmiştim aklımdan. Belki sonunda düzeliyordum bilmiyorum.
Zihnimdeki her bir düşünce düğüm olmuş birbirine girerken bir kız sesi yankılandı kulaklarımda. "Elfidaa buradayız!" diyip el salladı Arya. Gülümseyerek yanlarına gittim, okulun bahçesinde bankın birinde oturuyorlardı. Tek tek herkese sarıldım. İki hafta önce görüşmemize rağmen özlemiştim onları. Son olarak Baran'a sarılıyordum ki "Lan ayağımı bırak. Lan o ayakkabıyı alalı 17 saat olmadı." dedi Baran. Ne olduğunu anlamaya çalışırken Aykut'un Baran'ın ayakkabısını çıkardığını gördüm. Baran'ın suratı renk değiştirip sinirle kasılırken Aykut keyiften teletabilere döndü. Eline aldığı ayakkabıyla bankın kenarındaki masaya çıktı ve ciddi bir hale büründü ''Amerika'ya sallasak şöyle iki tane, hepsi hizaya gelir." Baran evrimleşip kırmızıdan mora dönerken tek ayağının üzerinde fırladı. "Lan değişik ver değerlilerimi. İlk günden güzel ellerimi yüzünle kirletmek istemiyorum." Onların bu halleri insana gerçekten keyif veriyordu. Özellikle Baran'ın delikanlı pembesi ayakkabıları. "Lan kaç yaşına geldin ayakkabılarının pembe olmasını geçtim delikanlı pembesi olma detayını da geçtim, ışıklı olması ne demek lan!" Baran sadece dudağını kıvırmakla yetindi. Arya bastırdığı kahkasının arasından seslendi "Deme öyle üzülür bak ayakkabı."
Onlar 3. Dünya Savaşı'nı başlatmadan araya girdim "Çocuklar ilk dersten geç kalırsak müdür cipsleri bırakıp bizi düdükler." Müdürü duyunca kaskatı kesilen Gökay ağzını açmaya yeltendiği anda onu susturdum ve kolundan tutup sürüklemeye başladım. Müdür denince susturamıyorduk grubun en delikanlısını. "Ya Elfida neden susturuyorsun tam da sadece müdüre açılan ağzımı açıyordum" Üzülmüş gibi yapınca gülmeden edemedim. Bir şeyler diyeceği sırada Ayça'yı gördü. "Sadece müdüre değil."dedi. İşte asıl savaş şimdi başlıyordu...