10. Bölüm

869 47 0
                                    

''Ta-Tao'' dedi şaşkın bir sesle Kai. Katil Tao muydu yani? Bu nasıl olabilirdi? O içeri girerken ağzı açık hala arkasından bakıyordu. Tao içeri girdiği gibi KyungSoo'ya döndü.

''Kyung-ah! O -olduğuna emin misin?'' titrek bir sesle sormuştu. Tao katil olamazdı. Onunla en son bir yıl önce görüşmüştü. Hastane de yine bir kavga sonucu yatarken oda arkadaşıydı. Sürekli konuşuyor, birbirlerine destek oluyorlardı.

Flashback-

Bir gece uyurlarken Kai tıkırtıyla başını yumuşak yastıktan kaldırmıştı. Başını Tao'nun yatağına çevirdiğinde, baş ucunda anormal derece de uzun biri dikiliyordu. Sessizliğini korudu ve izlemeye devam etti. Adam uyuyan bedene bir şeyler fısıldıyordu. İyice meraklanmaya başlamıştı. Adam elindeki minik notu, alnını öpmeden önce Tao'nun baş ucuna koymuştu. Tam arkasını döndüğünde, Kai gözlerini kapamış gitmesini bekliyordu. Kapı sesini duyunca gözlerini açtı ve yataktan kalktı. Bakmalı mıydı? 'Hayır, bakamam.' derken bile yatağından kalkmış, Tao'ya ilerliyordu. Notu okumaya çalışıyordu ama fazla karanlıktı, gözleri karışıyordu. Notu yavaşça aldı ve pencere kenarına yaklaştı. Şimdi yazılar belirginleşmişti. Sonuna yaklaştıkça gözleri daha da büyüyordu. Başını huzurla uyuyan bedene çevirdi. Sesinin çıkmasını önlemek için parmağını dişlerinin arasında ezdi. Neden her şey üst üste bu çocuğun üzerine gelmişti? Bulaştığı uyuşturucu yetmedi şimdi de bu muydu yani? Notu yırtmalı mıydı? Karışmalı mıydı? Bunu kaldıramazdı. Emindi ki ertesi gün kaçardı. Şimdilik bunu saklamak en iyisiydi. Notu alıp, yastığının altına koydu ve uyumaya çalıştı.

Günler geçmek bilmiyordu. Tao her gün sevgilisini yanında görme umuduyla uyanıyordu. Ama bir kere bile gelmemişti. O geceden sonra, gelmeyeceğini bilmesi gerekirdi. Ama bunu sadece Kai biliyordu. O her gün biraz daha çökerken, Kai de onu böyle görünce kötü hissediyordu. Artık vermesi gerektiğini anladı.

''Tao.'' Dedi titrek bir sesle. Korkuyordu. İyileşmekten çok, gün geçtikçe soluyordu tüm bedeni. ''Hm,'' dedi görmezden gelen bir ses tonuyla. Fazlasıyla çökmüştü. ''Im.. Şey bunu şimdi okuman gerek sanırım. A-ama sakın üzülme olur mu?'' Çaresizce Tao'nun yüzüne bakıyordu. 'Aptal Jongin. Üzülecek tabii ki. Al işte.' Tao'nun simsiyah olan göz torbaları şimdi daha da ürkütücüydü. Elinde sıkıca tuttuğu kağıdı ona uzattı Kai. Tao okurken, Kai de sırtını sıvazlıyordu. Bu yetmeyecekti, biliyordu. Ama yine de yardım etmek istiyordu. Tao dudaklarını birbirlerine kenetlemiş, günlerdir için de tuttuğu göz yaşlarını döküyordu. ''B-ben bir şey yapmadım ki. Onun için iyileşmeye geldim ben.'' Notu kenarı bırakıp, tek eliyle sertçe göz yaşlarını sildi. Bunu hak etmemişti. Ona fazla değer verdiğini biliyordu. Ama pişman olacağı hissini aklına getirmemişti hiç. ''Bitti. Gelmeyecek artık.'' Sesi o kadar titriyordu ki, dediği şeyi kendi bile net olarak duymamıştı. Kai sessizliğini koruyordu, hala. Tao ağlayarak yatağına serpildi. O sırada içeriye Sehun, Chanyeol, Kris, Chen ve Lay girmişti. Hepsi gülerek Kai’nin yanına oturdular. Onlar eğlenirken, Kai’nin gözü hala ağlayarak yatan bedene döndü. İçi sızlıyordu. O sırada Sehun ayaklanmış, Kai’nin kıyafetlerini valizine yerleştiriyordu. ‘’Neden kıyafetlerimi çıkarıyorsun Sehun?’’ Merakla sormuştu. ‘’Doktor bugün çıkacağını söyledi.’’ Kai belli belirsiz başını salladı. Artık elinden bir şey gelmezdi. Uzun süre muhabbet etmişlerdi. Kai de hazırlanmış gitmeye hazırdı. Herkes odadan çıkınca, yavaş yavaş Tao’nun yatağına ilerledi. ‘’Kendine iyi bak Tao.’’ Dedi. Her ne kadar duymayacağını bilse de söylemek istemişti. 

Tao gözlerini açtığında ağır bir pasiflik vardı üzerinde. Bunu atacaktı.. en mükemmel yollardan üstelik. Yorganını bir hışımla üzerinden attı ve ayaklandı. Tam banyoya gidecek iken, karşısında ki yatakta Kai’yi değil, başka birisini görmüştü. Yavaşça yanına yaklaştı. Yüzü tertemizdi. Neyi vardı ki? Yüzünden geri çekildiğinde, yatan kişi yavaş yavaş gözlerini araladı. Bunu aldırmayarak banyoya yürümeye başladı. İçeri girdiğinde eline keskin jileti almış, bir bileğine bir jilete bakıyordu. Tam cesaretini toplamışken, içeri daha demin yarı baygın yatan çocuk girmişti. Tao elindekiyle sap gibi kalmıştı. Çocuk iri olan gözlerini daha irileştirip, jileti elinden aldı. Kendi parmağı da kesilmişti. Kahretsin. Tao hala şaşkındı. O kadar kızarak elinden almıştı jileti ama tek kelime etmemişti. ‘Ne yapıyorsun sen? Delirdin mi?’ Diyen bir bakışla bakıyordu zaten, neden demediğine hala şaşmıştı.

Flashback sonu

KyungSoo başını hızla ileri geri salladı. Kendinin de şaşkın olması bu durumu çıkılmaz yapıyordu. Onu bir yerden tanıyor olmalıydı. Hafızasının zayıf olması, bir çok şeyi etkilediği gibi bunu da etkilemişti. Belki de önceden hatırladıklarının yanında, bir o kadar daha fazla şey olmuştu ama hatırlamasına engel olan bir şeyler vardı. Yavaş adımlarla dışarıya adımlarını atmışlardı. KyungSoo, Kai’nin elinden tutup döndürdü. Kalemini eline alıp, cebinden çıkardığı not defterine hızla bir şeyler yazmaya başladı.

-O kimdi? Tanıyor musun?-

Kai’nin şaşkın olan yüz ifadesi hala aynıydı. Tek fark, hayatında yeterince aksiyon olduğundan bu biraz fazla gelmişti. Başını onaylarcasına salladı. Konuşmuyordu. Ya da şimdi ki gördükleri boğazında düğüm oluşturmuş geçici bir etki bırakmıştı. Nedensizce KyungSoo ona korkutucu gelmişti. Ellerini ensesinde birleştirdi ve KyungSoo’yu orada tek bırakarak koşmaya başladı. 

‘’Nasıl yani?’’ Dedi endişe bir şekilde Lay. ‘’Yani gerçekten o muydu? Emin misin?’’ Ellerini ovuşturup, düşünmeye başlamıştı. Bu tuhaftı. Cidden öyleydi. ‘’Evet oydu. Tao’ydu. Nasıl olabilir hala aklım almıyor. Hadi onları öldürdü. Ki bubenimhalainanamadığımbirşey. KyungSoo ile ne bağlantısı var?’’ Bir solukta hepsini söylemişti. Uzun süre düşünmesi gerekiyordu. Koşarak teptiği yolu gerisin geriye koşmaya başladı. Bunları gelip neden anlatmıştı ki? ‘Aptal Jongin’

KyungSoo endişeyle arkasından baka kalmıştı. Neden gitmişti ki? Böyle olacağını tahmin etmemişti. Onu nereden tanıyordu ki? Tamam belki kendine yüzü tanıdık gelmişti. Ama Jongin ile alakası neydi?

**

''Uzun zaman oldu dışarıya çıkmayalı,'' dedi temiz havayı içine çekerek Kris. Chanyeol ise sosislisine yumulmuş Kris'i duymuyordu bile. Ağzı yüzü ketçap olmuştu. Bu halleri Kris'i güldürmüştü. Chanyeol başını nihayetinde kaldırınca, Kris bir kahkaha patlattı. Burnu dahi ketçap olmuştu. Chanyeol sesli bir şekilde yutkundu. Çünkü Kris yüzünü git gide kendininkine yaklaştırıyordu. Sokağın ortasında. İnsanların içinde üstelik. Geri çekilmek istedi ama sanki biri onu olduğu yere sabitlemişti. Kımıldayamıyordu. Ya da uzun süredir bu anı beklediği için bedeni bu tepkisini yok sayıyordu. Dudağının üzerinde hissettiği baskıyla gözlerini istemsizce kapadı. Bu his başlarda güzeldi. Ama sonrasına doğru ıslak olmaya başlamıştı. Çünkü şuan Kris onun dudağının üzerinde kalan ketçabı yalıyordu. Dudakları karıncalanmıştı. Ne yapmalıydı ki? Bu onların normal olarak hiç yapmadıkları bir şeydi. O sırada ensesinde bir baskı hissetti. Kris onu ensesinden kendine daha çok çekmişti. Dilini içeriye ittirdiğinde başını yan çevirmiş, tek eli hala ensesindeyken diğer eli beline inmişti. Chanyeol daha fazla tepkisiz kalamadı ve iştahla karşılık verdi. Nefes nefese ayrıldıklarında ikisinin yüzü de ketçap olmuştu. Chanyeol kıpkırmızı bir Kris’le karşılaşınca gülmeden edememişti. Kris'in eli hala Chanyeol'ün belindeydi ve sıkıca kendine bastırıyordu. Chanyeol bakışlarını kaçırmıştı. Nedeni ise, Kris ona ‘burada becerecileceksin’ bakışı atmıştı ve buna devam ediyordu. Yavaşça eğildi ve Chanyeol'ün kulağını dudaklarının arasına hapsetti. Kulak memesini ıslak bir şekilde bırakıp, soğuk nefesini tam da üzerine üfleyince Chanyeol'den küçük, fısıltıdan daha küçük bir inleme duydu. İkinci bir üfleme sonrası, ''Evimize gitmeliyiz,'' diye fısıldadı.

--

Chanyeol kapıyı açtığı gibi hızlı adımlarla içeriye girdi. Arkasından Kris yavaşça kapıyı kapattı ve Chanyeol'e doğru yürümeye başladı. Yüzünde ki kurumuş ketçap kalıntılarının üzerinde dilini dolaştırdı. Yüzünü şehvetle yalarken, gömleğinin düğmelerini yavaşça açmaya başlamıştı. Üç tanesini açınca, Chanyeol’ün pürüzsüz teniyle karşılaştı. Köprücük kemikleri ise Kris’in tamamen oraya odaklanmasını sağlamıştı. Boynunu kırdı ve köprücük kemiklerinin üzerinde dudaklarını gezdirmeye başladı. Tam odaklanmıyor, sadece dudaklarını sürtüyordu. Bu Chanyeol’ü deli etmeye yeterdi. Chanyeol tam bir karşılık alamayınca dişlerini dudaklarına geçirmişti. Artık dayanamayacağını anlayınca, Kris’in ensesinden sıkıca tuttu ve boynundan uzaklaşmasını engelledi. Kris’in dudakları kıvrılmıştı. Artık tamamen bunu istediğini biliyordu. Chanyeol’ün bacaklarından kavradı ve yukarıya çekti. Chanyeol hiç beklemeden bacaklarını Kris’in beline doladı. Kris boynuna baştan aşağı sulu öpücükler bırakırken, bir yandan da odaya doğru ilerliyordu. Odaya girdikleri zaman Chanyeol kendini üzerinde bir ağırlıkla yatakta bulmuştu. Kris, Chanyeol’ün boynuna uzun süre kaybolmayacak olan izler bırakmaya başladığında, Chanyeol inliyordu.

DESTINYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin