17. Bölüm

786 53 0
                                    

JongIn'nin perçemlerini yüzünden tek tek geriye itiyordu elleri yumuşacık olan. Rahatça görebilmek için yastığından başını kaldırdı. Yüzü şişmişti. Baş parmağını hala kapalı olan şişmiş gözlerinde gezdirdi. Pamuğa dokunuyormuş gibi hissetmişti. Bunu hisseden sadece bedeniydi. İçinde ki ise tamamen huzura dokunduğunu söylüyordu. 

Beraberinde getireceği şeyleri düşünmeden sevmeye başlamıştı KyungSoo. Ne olacağını nereden tahmin edebilirdi ki? O da diğerleri gibi insandı. Eksiğiyle üstelik.. 

*Flash Back.

JongIn ceketinin ceplerini karıştırıyordu. ''Nerede bu şimdi? Argh.'' KyungSoo yaklaşıp ne olduğunu anlamaya çalıştı.''Tabi ya.. Kyung-ah ben cafe de telefonumu unuttum. Geri dönüp alacağım. Beni evde bekle olur mu?'' KyungSoo onaylarcasına başını salladı ve arkasından kapıyı kapattı. Yine ne yapacağını bulamayınca, JongIn'in. Yani kendi odalarına gitti ve hala bakmadığı yerlere bakmaya karar verdi. Dolabı karıştırırken karşısına içi küçük zarflarla dolu bir kutu çıktı. Üzerinde herhangi bir şey yazmıyordu. Merakı daha da artmıştı. Masaya oturup, kutunun kapağını açtı ve zarfları eline aldı. Okuması doğru muydu? İç çekerek merakına yenik düştü ve bir tanesini açıp okumaya başladı.

İlk mektubu açtı.

-Üzülme JongIn, bugün de yanındayım.

Tek bir cümle vardı.. Hepsi ne anlama geliyordu ki? Merakla diğerini de açtı.

-Ben seni yalnız bırakmam JongIn.

Ve bir diğerini..

-Senden hiç gitmedim JongIn.

KyungSoo tek tek zarfları açıp, içlerinde yazan cümleleri okuyordu. Şaka mıydı bu? Tarih de yoktu üzerlerinde. Bunları kim yazmış olabilirdi ki? 

Zaman kavramını unuttuğu gibi. JongIn'nin de gittiğini unutmuştu. Hala zarfların içindekileri okuyor kalbinde ki sıkışmayı arttırıyordu. JongIn sonunda geri dönmüştü.

''Kyung-ah ben geldim,'' deyip odaya doğru yürümeye başladı. Neyse ki KyungSoo hepsini bir çırpıda kutuya geri koymuş ve yüzüne sahte bir tebessüm ekleyerek ayaklanmıştı. 

JongIn sırıtarak konuştu. ''Çok beklemedin değil mi?'' KyungSoo başını hayır anlamında salladı. O zarfları görmemeyi dilerdi. Şu an içinin yanmamasını, onu kaybetme korkusunu hiç yaşamamayı isterdi. Şu an her ne kadar yüzüne gülse de, belki de bir gün o gülüşün yerini tarif edilemeyen nefret alacaktı. Bir an için başını salladı ve bu şeylerden kurtulmaya çalıştı. 

''Kyung-ah yoruldun değil mi?'' Kollarını sıvazlerken, en ilgili sesiyle konuşuyordu JongIn.

KyungSoo başını kaldırmadan yeniden başını sallamakla yetindi.

JongIn konuşmaya devam edemeden bir çift kol bedenini sarmıştı.

*Flashback end.

''Günaydın,'' dedi boğuk bir sesle JongIn. Yüzünde hissettiği yumuşak parmaklar yüzünden gözlerini aralamayı ertelemişti.

KyungSoo başını salladı ve gülümsedi. Saçlarının aldığı hal JongIn'i uzun süre güldürmüştü. KyungSoo utanmış başını yorganın altına saklamıştı. JongIn gülerek yorganı başından çekti ve saçlarını karıştırarak daha beter yaptı. Bu haliyle bile kendisini etkilemesine şaşıyordu.

KyungSoo birden yataktan kalktı ve daha demin zarfları tıktığı kutuyu çıkarıp, JongIn'nin önüne koydu. 

JongIn ifadesizce önünde duran kutuya bakıyordu. Bunu beklemiyordu işte. 

Uzun süre önce kendisine yazılan mektupları ne halt yemeğe saklamıştı, o da bilmiyordu. Kutuyu açıp, eline bir tane zarfı aldı ve açtı. Yutkunarak gözlerini zarftan ayırdı ve KyungSoo'ya baktı. Tek gördüğü hayal kırıklığıydı. 

Aslında kendisi de hayal kırıklığına uğramıştı. Bu zarflar kendisine verildiğinde sadece bu kutuya atmakla yetinmişti. Hiç merak edip de bir tanesini açıp okumamıştı. Şimdi okuduğu tek tek yazılan cümleler, nedensizce kalbinin kötü hissetmesini sağladı.

Gözlerini KyungSoo'dan çevirip, zarflara bakmaya başladı ve eline bir tane daha alıp açtı. Bu sayfa diğerlerine göre yıpranmış gibiydi. Üzerinde kahverengi olmaya yüz tutmuş izler vardı. Göz yaşı olduğu fazla belliydi. Tek bir cümle kalbinin parçalanmasına yetmişti.

-Mutlu anını görmek de güzeldi.-

Gözlerinin dolduğunu hissetti. Kağıdı elinde buruşturdu ve dişlerini sıkarak yerinden kalktı. Uzun süre yapması gereken şeyi şimdi yapmalıydı. Aptalın teki olduğunu düşündü. Aynı zaman da bir kör olduğunu da. Gerçek sevgi Sehun'da idi. Şu an sığınmak için liman arıyordu ve bulmuştu da. Her ne kadar huzurlu hissetse de, emindi ki KyungSoo sadece ona güzel görünmüştü. Ya da çaresiz. Ya da masum. Ya da.. Öyleydi işte. JongIn böyleydi. Sığınmak için her zaman aranır, bulur ve bırakırdı. Bu sefer farklı olmuştu belki, ama yine aynıydı işte. Dönüp dolaşacağı yer yine Sehun'un yanıydı. 

Birden KyungSoo ile göz göze geldi. Gözlerinin içinde ki korkuyu o kadar hissetmişti ki. Ne yapsa bilemedi. Arafta kalmak böyle bir şey olsa gerekti. 

Yavaşça ona doğru yürüdü ve eğilip, dudaklarını alnına bastırdı küçük olanın. O anlık baskıyla gözlerini kapatmıştı KyungSoo. Bu öpücüğü biliyordu. Hiç tatmamasına rağmen anlamıştı. 

Hissediyordu. Daha önce hiç hissetmediği kadar hissediyordu. Bu his bu kadar ağır olmamalı, diye düşündü. Gözlerinin dolduğunu gördüğü an, bunu anlamıştı zaten. İlk olmayacaktı onun için. Belki de bir başlangıçtı kim bilir? 

Kader onunla fazla oynamamış mıydı? Önceki hayatına neydi? Bir sürtük mü? Bu kadar acı çekmesinin nedeni neydi? 

Gözlerinin dolduğunu hissetti. Başını kaldırmaya gücü yetmemişti. Tek duyduğu kapanan kapı sesiydi. Kalbi de onunla birlikte gitmişti, geri dönmemek üzere. 

Buraya ait olmadığını biliyordu. Yani en azından şuandan itibaren anlamıştı. Hiç bir şey ona ait de değildi. Yani sadece çıkıp gitmesi gerekiyordu. Derin bir iç çekti. Bu nefes bile içini titretmişti. Ellerini boynunda ki kolyeye götürdü ve çıkarıp, masanın üzerine koydu. 

Ayakları bile gitmesini engelliyor gibiydi. En yavaş adımlarla kapıya ilerledi. Dışarı da şiddetli yağmur, üzerinde ise incecik pijamaları vardı.

Apartmanın dışınca çıkınca hafiften tebessüm etti nedenini anlamadan. Belki de dışarıda birinin onu beklemesi hoşuna gitmişti. Yavaş adımlarıyla yürümeye devam etti. Yüzünde hissettiği su damlacıkları, kendisini güvende hissettirmişti. Onu bekleyen yağmurdan başkası değildi. 

Gel, sana sonsuzca sarılırım diyordu adeta. Biteceğini bildiği halde inandı, yeniden. 

Bedeni yavaş yavaş yağmura teslim olurken kollarını açmış, yüzünden süzülen yaşlar yağmura karışmıştı. 

Çıplak ayaklarını betonun üzerinde hissedemiyordu. Kalbini bile hissedemiyorken, ayaklarını hissetmemek pek de büyük bir kayıp değildi zaten.

Yağmur hızını arttırırken o yavaşlığını sürdürüyordu. Damarlarında ki kan bile onu terk etmiş gibiydi. Tek hissettiği yağmurun bedeninde değdiği yerlerdi. 

Yağmur bile bu kadar samimi geliyorken, nasıl inanmasındı ki? Sonsuzluğu yaşıyormuş gibiydi. Gözlerini kapatıp yürümeye devam etti usulca.

Eline değen sıcak elle irkildi bir an da. Hissettiği sıcaklık elini birden kavurmuştu. Gözlerini açıp, karşısında ki gözlere baktığında ise kendini kutbun tam ortasında hissetti. Bir insanın gözleri nasıl bu kadar soğuk bakabilirdi?

''Beni hala özlemedin mi?''

DESTINYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin