Kazanmak. Herhalde tarifi olmayan bir şey. Ne kağıda yazdığımız kelimeler ile ifade edilir ne de ağızdan çıkan sözcükler tam olarak anlatabilir kazanmanın ne olduğunu, kazanmanın getirdiği o muhteşem hazzı.
Yiğit kazanmanın vermiş olduğu zafer sarhoşluğunu kısa sürede üzerinden attı. Çünkü; bu sadece başlangıçtı onun için. O çok istediği altın kemere ulaşması için öncelikle finale kadar gelmeliydi. Ama bunun için de iki rakibini daha yenmesi gerekiyordu.
Kendine güveni tamdı Yiğit'in. Ama bu antrenman yapmasına engel değildi. Hayalini biran olsun aklından çıkarmıyordu. Ve hayalinin yanında bir şey daha aklından çıkmıyordu. Papatya.
Kim bilir şimdi nerelerdedir, ne yapıyordur diye dalgın dalgın düşünüyordu antrenman salonunda. Saat 21.10'du dün yaptığı ilk maçı kazanmıştı ama yarın yine bir maça çıkacaktı.
Boks torbasına sağlam birkaç yumruk daha indirdi ve antrenmanın sonuna geldi. Yüzünden damla damla ter damlaları akarken az ileride bıraktığı havlusu ve suyunun bulunduğu tarafa doğru gitti. Havlusunu eline aldı ve yüzündeki terleri silerken arkasından bir ses ile irkildi.
''İyi işti çaylak.''
Üzerinden şaşkınlığını atması uzun sürmedi. Hemen arkasına döndü ve antrenman salonuna geldiğinden beri üzerinde gri kapüşonlu sweatshirt, altına giydiği siyah üzerine altın sarısı işlemelerle 'Cengaver' yazılı şortu ve beyaz spor ayakkabıları ile kendi boyundan birkaç santim daha uzun olan ve oldukça fit duran bu gizemli kişi olduğunu gördü.
Koşup yakalamak istedi. Çünkü; kendisine çaylak demişti ve Yiğit, o tuhaf kişiye çaylak olmadığını göstermek için suratına sağlam bir yumruk indirmek istedi. Ama yapmadı.
Kendine zor hakim oldu. Çünkü; dövüş alanı dışında herhangi bir sporcuya vurmak diskalifiye olmasına nedendi. Hayaline bu kadar yakınlaşmışken hayallerini yıkamadı.
Arkasından baktı ama tuhaf çocuğun kapüşonu kafasına takalıydı ve suratını hiç görmemişti.
İçinden:
''İnşallah seninle ringde karşılaşırız da sana çaylağı gösteririm'' dedi.
Ve elinde tuttuğu havluyu sırtına attı. Yerden suyunu aldı ve kaldığı otel odasının yoluna doğru yöneldi.
Odasına geldiğinde, odasında şarja bıraktığı telefonu çalıyordu. Koştu ve telefonu eline aldı ekrana baktı.
Arayan Defne'ydi:
Defne: ''Alo! Şampiyon nasılsın?''
Yiğit: ''Alo! Bomba gibiyim Defne. Siz nasılsınız? Çok özledim valla iki gündür sizi sadece seyircilerin arasında görüyorum. Beraber bir yerlere gitmeyi de çok özledim.''
Defne: ''Bizde çok iyiyiz Yiğit. Sen kazandıkça daha da iyi oluyoruz valla. Sen o kemeri alma bakalım bizi yüzümüzü görebilecek misin? Hem bak Selim de diyor ki, eğer Yiğit o altın kemeri alamazsa yediklerimin iki katını yerim böylelikle iki katı para ödemek zorunda kalır.''
Bu arada Defne'nin yanında olan Selim heyecandan duramıyordu yerinde ve daha fazla dayanamadan Defne'nin elinden telefonu kaptı:
Selim: ''Ülkenin gördüğü en cömert şampiyon. Nasılsın kardeşim?''
Yiğit: ''Vay adamım benim. İyiyim çok şükür seni sormalı sen nasılsın kardeşim?''
Selim: ''Kanka bende çok iyiyim. Sen bekliyoruz Defne ile biran önce gel yanımıza diye. Çabuk gel oğlum bu aralar iştahım yerinde beraber bir şeyler yemeye gideriz.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARATONER AŞK
Roman d'amourAşk her zaman kırmızı rengiyle gelmez. Aşk en beklenmedik anda girer kapınızdan içeri.Kapı çalmaz,çünkü;aşk kapısı hiçbir zaman kapanmaz. Ve aşk insana neler getirir?Neleri götürür? Aşk ve aşkın getirdikleri arasına sıkışmış bir adam. Tüm bi...