TUBA ÖZKAT
KURBAN - 13. BAKIRE
GIRIS'İnsanların sizi tek bir şeyle yargıladığı bir dünyadasınız. Yüreğinizin güzelliğinden, zekânızdan, sanatçı kişiliğinizden, paranızdan, işinizden daha önemli bir şey daha var. Ne mi? Dış görünüşünüz! Bu kadar yüzeysel ve basit bir şeyle sizin nasıl birisi olduğunuz ortaya çıkıyor. Ben yeşil gözlü kumralların, gri gözlü esmerlerin ve mavi gözlü sarışınların dünyasında yaşıyorum! Aşk tekliflerini ve onların gururla parlayan gözlerini izliyorum her gün. Sanki dünyanın kurtuluşuna sebep olmuşlar gibi! Ya da böyle bir görünüşe sebep olmadığım için kıskanıyordum. Ama her şey-'
"Angel?"
Kafamı hızla kaldırdım ve tezgahın ardından bana seslenen kadına baktım. Patronum olamayacak kadar genç ve güzeldi. 'Güzellerin Canı Cehenneme' kitabının neden yazıldığını düşünmek için ona bakmak ve neler hissettiğimi düşünmek yeterliydi sanırım. Uzun boyluydu. Neredeyse benden bir kafa boyu daha uzundu. Ve o incecik beli... Kalçaları yandan pek belli olmuyordu. Yani bu ona içimi çekerek bakmama sebep olan en önemli nedendi. Benim kalçalarım oldukça büyüktü ve bu beni çıldırtıyordu! Saçları sarının en açık tonuydu ve gözleri buz mavisiydi. Benim gece kadar lacivert gözlerimin mavinin bir tonu olduğunu iddia etmek ona hakaret olurdu büyük ihtimalle!
Kaşlarıyla masadaki müşterileri işaret ediyordu. Benim masamda oturuyorlardı. Tezgahın üzerindeki ayracı alıp, "Güzellerin Canı Cehenneme" kitabımın arasına koydum ve gözlerimle kaç kişi olduklarını saydıktan sonra yeterince menü alarak hızla masaya doğru yürümeye başladım.
Kafamı iki yana sallayarak masaya yanaşırken üzerime göz attım. Somon rengi tişörtüm düzgün bir şekilde siyah pantolonumun üzerindeydi. Diğerleri gibi tişörtü pantolonumun içine sokmuyordum. Bu şekilde olması benim için daha iyi oluyordu. Tişörtümün yakasında adımın yazdığı siyah bir yaka kartı vardı ve belime dek uzanan siyah saçlarımı ensemde sımsıkı bir topuza hapsetmiştim.
Küçük pastane, kafe karışımı bu sıcak yeri ve burada çalışmayı seviyordum. Şehrin merkezinde ancak alışveriş merkezlerinin gürültülerinden uzak, şirin bir kafeydi. Ödevini hazırlamaya çalışan üniversite öğrencilerinin, düşünmek isteyen yazar veya müzisyenlerin uğrak mekanıydı. Aslında beni buraya çeken ilk şey, dükkanın önündeki yeşil tente olmuştu. Sanki canlıymış gibi bir havası vardı ve içeriye davet ediyordu.
Üniversite ikinci sınıftaydım ve burslu öğrenciydim. Mision Center gibi bir yerdeyseniz, her şeyin isminde şehrin adı geçerdi. Kafelerde, okullarda, hastanelerde... Dolayısıyla benim de Mision Center Üniversitesi'nde olmam hiç şaşırtıcı değildi. Yaşadığım yere kıyasla burası küçücüktü. Ama küçük bir yer olmasını kendim istemiştim. Her şeye rağmen yaşamak için bir şekilde paraya ihtiyacım vardı. İş arayışım esnasında karşılaştığım bu yer ve sahibi Meredith beni tam anlamıyla büyülemişti. Özellikle kapıyı açtığım anda çalan o çıngırak sesi... Fazla otantikti.
Gülümseyerek iki kız ve bir erkeğin oturduğu masaya ulaştım. En içten ve sevimli gülümsememi göndermekle yükümlüydüm. "Yeşil Düş'e hoş geldiniz." Dedim gülümsememe yakışan bir sesle. Üniversite öğrencileri oldukları her hallerinden belliydi. Ve ne yazık ki Mision Center'daki herkes burslu değildi. Kıyafetlerine yan gözle bakmak bile onların burslu olmadığını anlamaya yeterdi ama bu üçünün yüzüne bakıp, kendini beğenmişliği görmek kıyafetlerine bakma derdinden kurtarıyordu. Menüyü tek tek önlerine bıraktım ve sıcak bir gülümseme daha gönderdim. "Menüden günün yemeğini seçmeyi başarırsanız içecekler bedava."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurban: 13. Bakire
FantasySiz bilmeseniz de, onlar var. Karanlıkta yaşıyorlar. On üç yılda bir yapılan bir ritüelle sadece biri güneşin altında yürüyebiliyor. Dikkatli ol! Arkana bak, yanındakine güvenme. Kendini hayatın için savaşmaya hazırla. Sana ulaşmalarına çok az kal...