BÖLÜM 8 - Melek mi? Seytan mı?

65.7K 3.2K 249
                                    

---Bu bölüm küfürlü bir dil ve argo kelimeler içermektedir! ---

BÖLÜM 8

Melek mi? Seytan mı?


Topuklarım tahta zeminde tıkırdıyor, boş odada yankılanıyordu. Sol tarafta iki kapı daha vardı ancak dış kapıdan girdiğimde sağ tarafımdaki duvar odanın tamamını görmemi engellemişti. Tam karşımda, odanın uzak ucunda -oda demeye dilim varmıyordu! Devasaydı!- tekli, kahverengi deri bir koltuk ve tam tepesinden o koltuğu aydınlatan bir lamba vardı. Duvar komple kitaplarla doluydu. Topuklarımı tıkırdatarak ilerledim ve sağ tarafımdaki duvar görüş alanımdan çıkınca odayı tam anlamıyla görebildim. İnsanların üç oda olarak kullanabileceği bir alan burada tek bir odaydı.

Odanın tam ortasında, tahta zeminin üzerinde kahverengi deri, çift kişilik bir koltuk duruyordu ve onun tam önünde siyah bir sehpa. Koltuğun karşısında bir televizyon, DVD oynatıcı ve yüzlerce CD ve DVD. Kat yavaş adımlarla tekli koltuğa doğru gitti ve bir düğmeye bastı. Metalik bir şangırtıyla birlikte pencerelere demir korunaklar inmeye başladı. Soran gözlerimi ona diktim.

"Güneşte yürüyebiliyor olsam da, yürüyememeye başladığımı bir gün yanarken öğrenmek istemem."dedi dişlerini göstererek sırıtırken.

"Y-yani gerçekten güneşte yanıyorsunuz."

Ellerini havaya kaldırarak gerindi. Tişörtü sıyrılarak karın kaslarını ortaya çıkardı. Gözlerimi sımsıkı yumup açarak burnumu havaya kaldırdım.

"Ben yanmıyorum."dedi ve göz kırptı. Yanımdan geçerken kulağıma doğru eğildi. "Utanınca çok tatlı görünüyorsun." Ve yürümeye devam ederek odadan sadece bir tezgahla ayrılmış mutfağa doğru gitti. Tezgah U şeklindeydi ve bu sayede ayrı bir bölümmüş havası vardı. Tezgahın odadan tarafında iki yüksek tabure görünüyordu ve onlar da deriydi. Neydi vampirlerin bu deri sevdası? Onu takip ederek ilerledim ve gıcırdayan deri tabureye bir sıçrayışta oturdum. Ellerimi tezgahın üzerinden birleştirdim. Buzdolabını açtı ve içinden bir poşet çıkardı. Ne olduğunu anlamak için kafamı yana eğdim.

"En ön sıradan yer ayırttığının farkındayım ama bunu görmek istediğinden emin misin?"dedi elindeki kan torbasını görmem için sallarken. Gözlerim kocaman olmuştu.

"Kan mı içeceksin?!"

"Son kontrol ettiğimde öyleydi."dedi ve gözlerini kıstı.

Dudaklarımı büktüm. "Belki kibarlık yapıp bardaktan içersen..."derken sesim incelip, ufalıp, yok oldu. Bana bakarken gözleri büyüdü ve bir şey söylemeden kafasını hafifçe önüne eğdi. Devasa bir kupa çıkardı. Beyaz kupanın üzerinde vampir dişleri ve dişlerden damlayan kanlar vardı. Altındaysa 'Problem Ironi?' yazıyordu. Torbanın ucunu ısırarak koparttı ve mikrodalgayı çalıştırdı. Mikrodalgada dönen bardaktan gözlerimi ayırmadan bekledim. Bardağını çıkardı ve tezgahta tam önüme koydu. Kırmızı, yoğun sıvıdan arkama doğru yatarak kaçtım. Kat kaşlarını kuşkuyla birleştirerek mutfak tarafına oturdu. Demek ki orada da bir tabure vardı. Tam karşımdaydı ve aramızda bir tezgahla bir bardak kan vardı.

Gözlerime bakarak bardaktan bir yudum aldı ve "Ehh..."diye inler gibi sesler çıkarmaya başladı.

"Anladım, çok hoşuna gitti."

"Vücudunun çoğunluğunu bu oluşturuyor, neden tiksiniyorsun ki? Bunu hep bir insana sormak istemişimdir."

Gerçekten ciddi ve meraklı görünüyordu! "Ama o vücudumun içinde. Yutmam gerekmiyor." Simsiyah gözlerine bakarken kafamı yana eğdim. "Senin de kan dolaşımın var mı?"

Yüzünü buruştu. "Şu vampir romanları çıkmaya başladığından beri bizi şekilden şekle soktular. Kan dolaşımım tabii ki var. Hepimizin var. Ve sizden aldığımız kan sayesinde var. Kan dolaşımımız olmasa sikimiz kalkmaz." Gözlerim büyüyüp kocaman oldu ve derin bir nefes alarak geri çekildim. Büyüyen gözlerime bakıp, tek kaşını havaya kaldırdı. "Ne sanıyordun? Üzerine peri tozu serperek kaldırdığımı filan mı?"

Kafamı çevirdim ve yüzüne bakmamak için kepenkler inmiş pencerelerde gözlerimi gezdirdim. Fazla açık sözlüydü ve bu kadarı benim için fazlaydı. Jessie gibi birisiyle yaşıyor olsam da buna alışkın değildim işte!

"Üzgünüm."dedi ve bakışlarım ona döndü. İlginç bir şekilde ciddi görünüyordu. "Sen ne demiştin? Penis. Evet. Bir erkek yüzlerce yıl penisini kaldıramadan yaşamak ister miydi sence?"

Lafı değiştirmek için çırpınıyordum. "Ama içtiğin bir şey damarlarına nasıl geçer ki?"

"Vampir anatomisi 101."dedi homurdanarak. "Sen yediklerinden senin için yararlı olanları alıyorsun değil mi? Benim de midem alınan kanı damarlarıma pompalıyor. Aslında benim de değil, diğer vampirlerin böyle. Lanetlendikten sonra normal yemek de yiyebilmeye başladım. Dolayısıyla tuvalete de çıkabiliyorum veya normal insanlar gibi de olabiliyorum."

Kaşlarımı çattım. "Yani insansın ama kan içiyorsun."

Tek kaşını kaldırdı. "Belki de vampirim ama insan yemeği de yiyebiliyorum. Ki zaten öyleyim."

"Diğerleri de kahve ve içki içebiliyor mu?"dedim kafamı yana eğerek. Müşterilerimizden kaçı vampirdi?

"Evet. Damarlarındaki döngüye katılıyor onlar da."Bardağından bir yudum aldı.

Gülümsemeye çalıştım ama dudağım acıdı. "Yani vampirlerin kanı sarhoş eder." Gözlerini devirdi. "O zaman siz kanayarak ölebilirsiniz?"

Yüzünü buruşturdu. "Tüm kanım akıp bitse de, yıllar sonra bile, birisi gelip ağzıma kan dökerse eskisi gibi olurum." Kendini beğenmişçe bir ifade belirdi yüzünde.

"Peki kazık?"

"Kazığa ne olmuş?" Bir yudum daha aldı. Dudağında kalan kırmızılığı yaladı. Gözlerimi kaçırdım.

"Kalbe kazık işe yarıyor mu?"

Gözlerini kısıp bakmaya devam etti. "Ben hep kafa keserim. O kesin çözümdür. Gümüş bir kazıkla kalbini deşersen belki... Ama yine de kafayı da kesmelisin. Ama vampirlerin eti lastik gibi oluyor. Ondan kafayı kesmek kolay değil."

Kaşlarım çatıldı. "Neden gümüş kazık?"

"Vampir kanının içeriğindeki maddelerle tepkimeye giriyor çünkü. Bir nevi donduruyor. Şu şekilde düşün..."dedi ve bakışlarını tavana dikerek örnek aramaya başladı. "Sıvı nitrojenin içine bir şey sokup beş dakika beklersen... Ve sonra onu çıkarıp vurursan, hafifçe bile olsa, ne olur biliyor musun?" Kafamı iki yana salladım. Cevap verdi. "Paramparça olur. Bu da öyle bir şey işte."

"Peki senin silahların nerede? Bu ev bomboş. Gerçekten burada yaşadığına inanmamı mı bekliyorsun?"

Dudaklarını büktü. "Gece beni öldür diye silahlarımın yerlerini söyleyecek değilim. Hem de sana detaylı olarak vampir öldürme sanatını anlattıktan sonra. Artı, burada aradığım her şey var. Burası benim evim."

Hazır ciddi ciddi konuşup anlatıyorken onu bölmek istemiyordum. Sanki karşısında kimin oturduğunu unutmuş gibiydi. "Jessie'yi aramam gerekli. Lütfen! Meraktan delirmiş olmalı!"dedim hüzünlü bir şekilde. Somurttu ve bir yudum daha aldı.

"Tadın güzel."dedi gözlerini kısarak.

"N-n-ne?"

"Orada dudağından akan kanı parmağımla alıp yaladığımda..." Kafasını iki yana salladı. "Nefisti." Ve bardağını bir dikişte bitirdi. Bana baktı. Ürkek bir tavşan gibi hissediyordum kendimi. "Ah, sen de aç olmalısın. Buzdolabında normal yiyecekler de var. Keyfine bak."

"Sen acıyı hissediyor musun?"diye sordum dolaptan süt almak için giderken. "Ve gevrek var mı?"

Üzerindeki tişörtü çıkarmış gidecekken bana döndü. "Gevrek mi? Gecenin bu saatinde mi?" Omzumu silktim. Dolaplardan birisini işaret etti. "Sanırım sen beni şu Cullen oğlanıyla karıştırdın."

Gözlerim büyüdü ve kahkaha attım. Gevreğin üzerine döktüğüm süt kenarlara sıçradı. "Niye? istemez miydin?" dedim sırıtarak. Gözleri dev gibi oldular.

"Dolaşımı olmadan çocuk yapan o muydu?"dedi kafasını yana eğerek. "Ömrü boyunca si- penisi kalk- ereksiyon olmayan?"

"Vay vay... Ne kadar çok şey biliyorsun!"

"İnan bana uzun bir ömür yaşıyorsan..."dedi ve arkasını dönüp yürümeye devam etti. Sırtındaki kaslar dalgalanıyor, devasa omuzları muhteşem görünüyordu. "Her boku yapıyorsun."

Kafamı iki yana sallayarak bir kaşık aldım ve gevrekten yemeye başladım. Kaşık ağzımdayken dondum. Yüzyıllardır yaşayan bir vampirin evinde, kahvaltı gevreği yiyordum! Onunla sanki yaşıtımmış gibi dalga geçiyordum! Kanıma nefis diyen birisiyle!

"Kendi kendini korkutuyorsun."diye bağırdı diğer odadan. Kaşlarımı çattım. "Adrenalinin kokusu, kalp atışlarının hızlanması..."

"Kazma."diye mırıldandım sessizce ve bitirdiğim tabağı çalkalamaya başladım.

"Kazma deyişin."dedi kulağımın dibinden fısıltıyla. Tam arkamdaydı. Ürkerek bir çığlık attım ve elime, yüzüme, tabii ki ona su sıçrattım. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında gülümsüyordu.

"Korkma demiştim."

"Ah tabii. Sen dedin diye, dur hemen kendimi korkmamaya programlayayım!"

"Gel diğer odalarında ne boka yaradığını göstereyim."dedi ve yürümeye başladı. Üzerinde bir şey yoktu. Altında sadece siyah bir eşofman altı vardı. İlk kapıyı açtı. "Burası banyo."Diğer kapıya doğru gittik. Sadece bir yatak ve dolap vardı. "Burası da uyuduğum yer. Benimle burada uyuyacaksın."

"Yok artık! Sen kendini ne sanıyorsun be adam! Gitmek istiyorum! Jessie'yi aramak istiyorum, o beni buradan alır."

Yüzünü buruşturdu. "Çocukluk yapma."

"Bir erkekle, vampir bir erkekle aynı yatakta yatmayacağım!"diye bağırdım öfkeyle kaşlarımı çatarken. Kollarını göğsünde kavuşturdu. Kaslı, çıplak, harika göğüslerinde. "Ve yarı çıplak bir erkek vampirle!"

Kafasını yana eğdi. "Yani bu durumda erkek olmam, vampir olmamdan daha önemli bir sebep öyle mi?"dedi gülecek gibi. Ben de kollarımı aynı onun gibi yaptım. "Şu trençkotu çıkart artık. Zaten her yerini sümük ve gözyaşı yaptın."

"Ve çıplak olman."dedim trençkotun önünü açarken. Ben deri trençkotu kollarımı sallayarak düşürürken o derin bir nefes aldı.

"Belki de o kadar iyi bir fikir değildi."diye tısladı. Siyah deriyi göğsüne doğru atarken öfkeyle soludum.

"Bu kadar harika fikir arasından hangisinin iyi olmadığına karar verdin acaba?"

Üzerime gelmeye başladığında geriledim ve sırtım kapının kirişine geldiğinde durdum. İkimizde kirişin altındaydık ve o orada kalabilmek için kafasını eğmişti.

"Üzerini çıkartmanı istemek..."dedi ve eğilerek kulağımın kenarından saçımı koklamaya başladı. Geriye çekildiğinde, gözleri sanki daha da kara olması mümkünmüş gibi tutkuyla kararmıştı.

"K-Kat..."dedim ve kaşlarımı çatmaya çalışarak. Ellerimi göğsüne koyarak itmek istedim ama bu bir hataydı! Elim çıplak bedenine değdiğinde onu geri itebilmek şöyle dursun, sadece bakışlarını karartmaya yetmişti.

"Bu kıyafeti görünce..."derken elini belimin çevresine sardı. "Barda gözlerimin içine bakarak dans eden o utanmaz kız aklıma geldi..."Elini sırtıma doğru çıkardı. Yüzüme acıkmış gibi bakıyordu. "Beni düşünerek başka bir erkeğe dokunan,"derken yüzü öfkeliydi. "Senin yüzünden elimdeki bardağı parçalamış olmam hoşuna gitti mi?"

"Kat, lütfen."dedim gözlerim dolmaya başlamıştı. Ondan asla kurtulamazdım. Dudaklarım titriyordu. Gözümden bir damla kayıp düşerken o şokla geriye çekildi ve aramızdaki mesafeyi artırdı. "Bunu yapmayacağını söylemiştin."dedim titreyen dudaklarımla. "Sana güvenmemi sağladın. Benimle dalga geçebilmek için miydi?"Yaşlar hızla gözlerimden damlarken Kat'in gözleri gözlerimden ayrılmıyordu ve suçlamalarımı dinliyordu.

"Yapmayacaktım. Üzgünüm."

"Evet, evet tabii."diye mırıldandım ellerimin tersiyle gözlerimi silerken.

"Gerçekten Angel." Parmaklarını çenemde hissettim. Başımı kaldırdığımda ciddiyetle yüzüme bakıyordu. "Sana şeref sözü veriyorum, sana dokunmayacağım."

Sahte gözyaşlarımı sildikten sonra, kaşlarımı çattım. Bu yolla insanları parmağımda oynatmayı yedi yaşındayken öğrenmiştim. "Elini çenemden çekerek başla o zaman."dedim zehir gibi bir tonla.

Dişlerini sıkarken şakağındaki bir damar belirip kayboldu. "Kadınlar," diye tısladı öfkeyle. "Şu üstündeki boktan kıyafeti çıkart! Bir daha böyle kıyafetler giymeyeceksin!"

"Sen bana emir mi veriyorsun?" Kirişten uzaklaşarak büyük odanın ortasına doğru gerilemeye başladım. Gözleri bir anda alev almış gibiydi. Öfkesi gerçekten yakıcıydı. Gözlerini kapattı. Burnu ritmik hareketlerle şişip iniyordu. Şakağındaki kas titriyor, boynundaki damarlar belirginleşiyordu.

"Bu tür kıyafetler senin adına vaatlerde bulunur Angel! Geberttiğim o piçi suçlayamayacağım neredeyse! Ama sen onun ilk kurbanı değildin. O yüzden pişman değilim. Ama benim bile kontrolümde çatlaklar yaratıyorsa..." Gözlerini açtı. Daha sakin görünüyordu. "Problem vardır."

James'ten bahsedince bu kez gözlerim gerçekten yanmaya başladı. Ama sadece bir an için. Sonra o pisliğin ne olduğunu hatırladım. Okuldakilerin birer melek olmadıklarını biliyordum ama tecavüzcü... Katil... Bu kadarını bekliyor muydum?

"Onu öldürmen gerekmezdi."diye fısıldadım. Aslında kendi vicdanımı temizlemeye çalışıyordum. "Polislere teslim edebilirdin."

"Ve onlarda tekrar babasına götürürlerdi. Babası ceza olarak onu başka bir küçük kasabaya gönderirdi ve o, kasabadaki masum kızlara tecavüz etmeye devam ederdi." Sesi mekanik bir aletten çıkıyormuş gibi düzdü. Bacaklarım bir şeye çarptığında arkama baktım. Gerileyerek odanın ortasına kadar gelmiş, ikili koltuğun koluna çarpıyordum. Koltuğun koluna oturdum ve ona baktım.

"Sen de ondan farklı bir şey yapmaya niyetlenmedin?"Dudağımı büküp suçlayıcı bakışlarımı yüzünde gezdirdim.

Bakışları simsiyah geceler gibiydi. Odasının kapısının önündeyken birden bire yere eğilmiş vaziyette, ayaklarımın dibindeydi. Gözlerim kocaman oldu. Elindeki siyah kıyafetleri kaldırıp kucağıma koydu. Odasından kıyafetleri almış ve biranda önümde bitivermişti.

"Ben durdum," dedi keskin bakışlarını sabitleyerek. "Sen... Bu,"dedi baştan aşağıya beni göstererek. "Değilsin."

"Sen benim nasıl olduğumu nereden bileceksin ki? Ayağa kalkar mısın? Rahatsız oluyorum." O ayağa kalktıkça kafamı yukarıya doğru kaldırdım ve elime verdiklerini tuttum.

"Seni birkaç gündür takip ettiğimi mi sanıyorsun?"dedi tek kaşı havadayken. "Üstünü değiştir." Kenara çekildi.

"Böyle bir şey söyleyip sorgusuzca kabul etmemi bekleyemezsin."diye fısıldadım. Çünkü nefesim kesilmişti. Kim bilir ne kadar zamandır peşimdeydi! Nasıl fark edememiştim ki?

"Ah, evet bekleyebilirim." Odayı işaret etti. "Sonra ne istersen sorarsın. Şimdi şu şeyleri çıkart."

Odaya homurdanarak yürüdüm. Topuklu ayakkabıları, dar elbiseyi çıkardım ve buruşmaması için dolabın koluna astım. Ceketimi asarken gözlerim büyüdü ve ceplerini karıştırdım. Telefonum yoktu. Ben öfkeyle bağırırken, yan odada onun kıs kıs güldüğüne adım gibi emindim. Verdiği şeyleri havaya kaldırdım. Siyah tişört dev gibiydi. Üzerime tuttum. Benden iki tane daha sığardı. Üstüme giydim ve dizimin birkaç parmak üzerinde bitti. O kadar boldu ki eğilirsem göğüslerim meydana çıkabilirdi. O zaman altını giyersem düşüp dururdu. Yüzümü buruşturarak altıma giyeceğim şeyi aldım. Hah! Tam benim bedenimde bir eşofman altıydı. Siyah bir eşofman altı. Onu da giyip sessizce odaya bakınmaya başladım.

Büyük gardıroba kapağının açık olduğu ölçüde baktım. Her şey siyahtı. Ne olduklarını ayırt edemiyordum. Minik bir sehpanın üzerinde beyaz dikdörtgen kartlar ve siyah bir kalem vardı. Demek notlarımı bunlara yazmıştı. Dudaklarımı büktüm. Bir masa vardı uzak köşede. Ona doğru yürüdüm. Yataktan uzakta ve karanlıkta kalıyordu. O yüzden ilk girişimde görmemiştim. Masanın üzeri kağıtlar, isimler ve fotoğraflarla doluydu. Benim fotoğraflarım ağırlıktaydı. Masanın karşısındaki panoya kaybolan ve öldürülen dört kızın minik fotoğraflarını raptiyelemişti. En üstteyse benim devasa bir fotoğrafım vardı. Saçlarım dağınık bir yandan örgüyle toplanmış, üzerimde kırmızı siyah bir oduncu gömleği vardı. Gülümsüyordum.

Arkamda Kat'in ısısını, enerjini, rüzgarını ne dersiniz bilmiyorum ama bir şekilde onu hissettim.

"Gülümserken resmini yakalamak zor. Hep somurtuyorsun."

"Anlaşılan bir tanesini yakalamışsın," diye mırıldandım ona bakmadan.

Bir adım daha atıp yanıma geldi ve kafasını eğip dikkatle fotoğrafa baktı. "Bu fotoğrafı seviyorum."dedi parmaklarını fotoğraftaki saçlarımda gezdirerek. "Ona bakmak umut veriyor."

Kaşlarımı kaldırdım ve ona içten bir gülümseme gönderdim. Bu... Çok tatlıydı ama o gözlerini fotoğraftan ayırıp bana bakma zahmetine katlanmadı ve gülümsemem öylece asılı kaldı. Bana yandan bir bakış attı.

"Gerçek suratına bakmak gibi değil. O umut veriyor,"dedi fotoğrafı işaret ederek. "Sense hayattan bezdiriyorsun."

Gözlerimi kıstım. "Öküz!"

Omzunu silkti. "Şimdi ikinci sınıftasın değil mi?"

"Evet."diye tereddütle cevapladım.

"Tam sekiz aydır seni izliyorum."

Nefesim tekledi. "Ne-neden?"

"Çünkü Bau'nın izini buraya kadar sürdüm. Onu kaybetmiştim ama Mision Center'a geldiğini çözdüğümde bakireyi bulduğunu anladım."dedi gözlerini gözlerime kenetleyerek.

"Bu Bau da kim?"

"Dün okudun. Biliyorsun. On üçüncü asil. Zamanı dolmak üzere. Ve o da ava çıktı. Seçilmiş bakireyi sıradaki asil için bulmak, korumak onun görevi."

"Benim o bakire olduğumdan nasıl bu kadar eminsin?"

Bana doğru döndü ve eğilerek gözlerime baktı. Karanlık odada, gözleri parlıyordu. "Aslında emin değildim. Bau da öyle. Ama arkadaşınla havuza gittiğiniz gün, belindeki doğum lekesini gördüm. O da görmüş olmalı tabii. Gözlerin... Lacivert gözler de bir işarettir. Ve... Şey kanın tabii ki."dedi ve gülümsedi. Dişleri parladı. "Bugün onun da tadına baktım. Sen osun Angel."

Birkaç kez yutkundum ve başımı sağa sola sallayıp durdum. "Teorilerimizi duydun."dedim. Kafasını salladı. "O- o zaman, yani, ben bekaretimi... Yani o zaman?"

Gözlerinde acıma mı vardı? Işığın bir oyunu muydu? "Seçildikten sonra bekaretinin önemi kalmaz." Sonra bir şey düşünüyormuş gibi durdu. "Aslında hiçbirisi bunu denemedi. Kesin olmayabilir. Denemek istersen?" Tek kaşı havada bekliyordu. Karnına vurarak geriledim.

"Pislik yapma! Jessie ile konuşmak istiyorum! Sana bir şey soranda kabahat! Güvenende! Adi!"

Cep telefonunu havada sallarken duraksadı. "Aaa... Bak bu hiç olmadı şimdi. Ben de tam arkadaşını araman için sana telefon verecektim."

Ellerimle ağzımı kapattım. "Üzgünüm. Tamam mı, ver hadi." Elimi uzattım. Kafasını iki yana salladı.

"Belki bir öpücük verirsen... Düşünebilirim..."

Kaşlarımı çattım. "Bugün hala bunu benden isteyebiliyor musun?"Ellerim belime gitti. "Gerçekten mi?"

Omuzlarını silki. O devasa, kaslı omuzlarını. "Ben bir erkeğim. Ve vampir olmanın avantajı da uzun süre üzgün kalmamam. Ayrıca o küçük gözyaşı oyunundan sonra umurumda bile değil. Öpecek misin?"

"Geber."

Düşünüyormuş gibi bakışlarını kaldırdı. "Imm... Ah, hayır. Bir kere denedim, pek hoşuma gitmedi. Ama eminim öpücük hoşuma gider."

"O lanet dişlerine kimse beni o kadar yaklaştıramaz!"

Pes etmiş gibi bir ses çıkardığında rahatladım ve elimi uzattım. Elime telefonu hızla koydu ve elimden tutup kendisine doğru çekti. Bir eli ensemi buldu, diğeriyse belimi kavrıyordu. Şokla dondum. Dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Gözlerim sonuna kadar açıktı. Ensemdeki elini hareket ettirip saçlarımı okşadığında gözlerim kapandı. Dudaklarımda dilini gezdiriyordu. Alt dudağımı dişlerinin arasına aldığında gerildim. Alt dudağımı emiyor, ısırıyordu. Ellerim ikimizin arasına girmiş onu itmeye çalışıyordu ama dudaklarımı koparmasını istemediğim için kafamı geriye de çekemiyordum! Hoş tam arkamda devasa eli vardı. Elimi yüzüne doğru kaldırdım ve tırnaklarımı yüzüne saplamaya çalıştım. Gözlerini açıp bir santim geriye çekildi. Yüzünde tam ifade etmek gerekirse piç sırıtışı vardı. Dalgalı saçlarından birkaç tutam gözünün önüne düşmüştü ve aralarından bakıyordu.

"Gördün mü? Dişlerimi ısırmadan da kullanabiliyorum."diye fısıldadı. Nefesini ıslak dudaklarıma soğuk etki yapıyordu.

"Geri çekil puşt!"diye tısladım. Gözleri büyüdü. İçlerinde neşe pırıltıları bile vardı.

"Ne?"dedi belimdeki elini kalçama doğru indirirken. "Merakını giderdim işte."

Tırnaklarımı yüzüne biraz daha geçirdim. Gözleri biraz daha ışıldadı. "Ah... Vahşi... Çok severim!"dedi. Dudaklarını sert bir şekilde bir kez daha dudaklarıma yapıştırdı.

"Bırak beni! Bırak! BIRAK!"

Ben çırpınırken o... O gülüyordu! "Şerefim üzerine dedin! Söz verdin! Dokunmayacağım dedin!" Gözlerim öfkeden yanıyordu! Çıldırmış gibiydim. Elinden kurtuldum. Daha doğrusu o bıraktı.

"Ah... Güzelim... Ben şerefimi uzun zaman önce beş para etmez bir şeyle takas ettim. Ben şerefsiz, adi bir piçim."

"Ondan zaten şüphem yok!"diye tısladım.

"O sırada üzgün olduğun için o sözü verdim. Ve vicdan azabı çekmemi, özür dilememi, senden çekinmemi sakın bekleme. Gerçekten sana dokunmamamı bekliyor musun benden?"

Şokla irileşmiş gözlerimle ona bakıyordum. Ellerim titriyordu. Telefon hala elimdeydi. Kan öylesine kafama çıkmıştı ki kulaklarım uğulduyor, kafam zonkluyordu. Gözlerim kararır gibi oldu. Derin nefesler almaya başladım.

"Benden ne istiyorsun lanet olası? Beni isteyenlere mi vereceksin? Senin beni koruman gerekmiyor muydu? Bana neden zarar veriyorsun?!"

Kollarını çıplak göğsünde kavuşturdu. Bu hareketi ne kadar sık yapıyordu. "Bu sana zarar vermedi ki,"dedi önemsizce omzunu silkerken. "Sadece bana biraz zevk verdi."

"Ben senin şişme bebeğin değilim!"

Gözlerini bedenimde gezdirdi ve kafasını yana eğerek gülümsedi. "Ah hayır. Kesinlikle değilsin. Sen sıcacıksın ve müthiş kokuyorsun. Ayrıca..."Ellerime baktı. "Kanatmayı da seviyorsun." Şeytanca sırıttı.

Tanrım! Adam anlamıyordu! "Beynine toprak mı kaçtı senin?"diye fısıldadım zorlukla, yere çökecektim.

"Zaman zaman aynısını düşünmüyor değilim."dedi gözlerini kısıp. "Gel." Bileğimden tutup yatağa doğru çekmeye başladı. İterek yatağın kapıya uzak kısmına oturttu. "Ara."

Hızla Jessie'nin numarasını tuşladım. Dikkatli gözleri üzerimdeydi. "Sadece şunları söyleyeceksin: İyiyim, beni merak etme. Arama."

"Ne saçmalıyorsun sen! Ona her şeyi anlatacağım." Kafasını yana eğerek bekledi. "Peki! Dediğini yapacağım!"

Jessie'nin öfkeli sesi hattın diğer ucundan, "Sen kimsin?"dedi.

"Jessie, benim. Angel."

"Angel! Nerelerdesin! Kafayı yedim! Zindan'ın güvenlik görevlilerinin yüzlerinde tırnak izlerim var! Polis seni arıyor! Gizli Servis'i de arayacağım! Hatta ulusal güvenliğe bile haber verecektim! Babamı arıyordum şimdi."

"Jess. Jess sakin ol, beni dinle. Ben..." Kafamı kaldırıp Kat'e baktım. Tek kaşı havada, Azrail gibi başımda bekliyordu. "İyiyim, beni merak etme. Arama. Ne zaman dönebileceğimi bilmiyorum."

"Bu da ne demek? Angel? Kiminlesin? Biriylesin değil mi? James mi?"

"Hayır."

"Biriylesin?"

"Evet."dedim Kat'e bakarak. Sıkılmış gibiydi.

"Onun sorduğu soruları duyabiliyorum."dedi dudağını bükerken. Elini kaldırıp telefonu istedi. Telefonu ona doğru uzatırken bağırdım. "Kılıçlı beni aldı!"

"Angel!"diye bağırdı Jessie ve sesi kesildi. Çünkü Kat'in eline aldığı telefon paramparça olmuş, parçaları ellerinde sarkıyordu. Dişlerini sıkmıştı. Yanakları öfkeyle kasılıp gevşiyordu. Telefonu avucunun içinde sıkıp parçalara ayırmıştı!

Eşofmanının arkasından bir şey çıkardı. "İşte bunun için bir kadına acımayacaksın! İyilik yapmayacaksın! Dua et, ilgimi çektin! Yoksa seni yatırıp-" Susup derin bir nefes aldı ve bileğimde metal bir şeyin soğukluğunu hissettim. Çat sesiyle bileğimle bütünleşti. Kafamı kaldırıp baktığımda yatağa kelepçelendiğimi fark ettim.

"Bu da ne?"diye soludum zorlukla. Tek bileğim serbestti. Diğeri yatağın metal başlığına kelepçelenmişti. "Kat! Üzgünüm. Lütfen! Hey! Lütfen. Çıkar şu şeyi."

Yüzüme bakmadı bile, yatağın örtüsünü çekiştirerek altımdan çıkardı ve üzerime örttü. "Kapa çeneni."diye tısladı. Kafamı yastığa koydum gerginlikle. Kafasını hırsla iki yana sallıyordu. Gözlerini gözlerime dikti ve korkuma yakın plandan şahit oldu. Elini havaya kaldırdı, dudağının üzerine koydu ve ardından indirip gözümün önüne düşmüş saçımı kenara çekti. "Dediklerimi yap! Jessie'nin kiminle konuşacağını bilemezsin... Bir de peşimizde polislere ihtiyacımız yok. Anlamıyor musun? Seni görünmez yapmaya çalışıyorum! Lanet olası kadın!" Dişlerini sıktı. "Seni korumaya çalışıyorum."

"K-kelepçe neden?" Onun yanındayken kekeleyip duruyordum.

"Çünkü normal bir uyku istiyorum! Odanın çevresindeki ormanda yatmaktan sıkıldım ve yatağımda huzurlu bir şekilde uyumak istiyorum." Doğruldu ve yatağın diğer tarafına doğru yürüdü. Örtüyü açtı ve altına girdi.

"Birlikte yatmak zorunda değildik."diye mırıldandım ve sırt üstü yatıp ona baktım. Bana doğru yatıp yan dönmüştü ve gözlerini kapatmıştı. Yatarken bile kollarını göğsünde kavuşturmuştu!

"Gördüğün gibi üzerine atlayıp kıyafetlerini parçalamıyorum. Rahatlayabilirsin."

"Tabii... Sözüne neden güvenmeyeyim ki? Sonuçta sözünü hiç bozmadın, değil mi?"

Gözlerini açmadan elini kalbinin üzerine koydu. "Beni yaralıyorsun tatlı kıç."

Yüzüm kızarıp, yanaklarımdan ateşler çıkarken homurdandım.

"İçerideki koltukta uyuyabilirdim." Derin bir nefes aldı. Ve verdi... Birkaç dakika sonra tekrar denedim. "Kelepçeyi çözersen belki..."

Homurdandı ve üzerime doğru yanaştı. "Ne, ne yapıyorsun?!" Kelepçeyi çekiştirmeye ve elimi kurtarmak için çırpınmaya başladım.

"Konuştukça üzerine doğru geleceğim." Tek gözünü açtı ve şaşkınlık ve korkuyla ona bakan suratıma baktı. "Hadi kapat gözünü ufaklık." Yutkundum. Ağzımı açtım ve o biraz daha yaklaştı. Kolu koluma değiyordu.

"Tamam! Kay diğer kenara!"

"Hayır."dedi ve tek gözünü de kapattı. "Eğer bir kere daha konuşursan üzerine çıkmak zorunda kalacağım ve kemiklerinin batarken rahatça uyuyamam."

Yatağın en ucu, en kenarına doğru kalçamı kaydırdım. Elim havada öylece duruyordu. Tabii ki bir şey söylemedim! Üstüme çıkmasına ihtiyacım yoktu. Öptüğünde hissettiğim uyuşukluğu nihayet üzerimden atabilmiştim. Kolum feci uyuşacaktı o ayrı! Homurdanarak ona arkamı döndüm.

Gözlerimi kapattım. Gözlerim ve zihnim bir an için rahatladı. Ama gerginliğimi atamıyordum.

"Şey... Uyurken tekmelerim."dedim çekinikçe. Bir şey yapmasından tırsıyordum. Yatağın ve arkamdaki bedenin titrediğini hissettim. Gülüyordu. Ben de gülümsedim. Tabii o görmediği için. Lanet olası sorunum neydi acaba? Herifin birisi beni kaçırıp saçma sapan bir şeyler anlatmıştı. Asıl ahmakça olan ona inanmış olmamdı. Sanırım sorunum çok çabuk inanmamdandı.

"Merak etme, eğer tekmelersen ben de seni tekmelerim."diye fısıldadı kulağımın dibinden. "Uyu şimdi."

Gözlerimi tekrar kapattım ve yavaşça karanlığa doğru çekildiğimi hissettim. Balçık gibi karanlık etrafımı sararken nefes alamayacak kadar gerilmiştim. Sonsuz karanlığın içinden bir ışık yayıldı. Bembeyaz, parlak bir ışık. Ve benim için görüş yolunu açtı. Melek gibiydi. Kusursuz bir ışıktı. Gerginliğim uçup giderken, kendimi güvende hissetmeye başladım. Yarı uyanık, yarı uyuyor gibiydim. Belimde bir el hissediyordum. Ya da rüya görüyordum. El beni sert bir yere doğru çekti. Başka bir diyara, güvenli bir yere. Kendimi güvende hissediyordum. Yarım yamalak bunun Kat'in göğsü olduğunu ve arkamdan bana sımsıkı sarıldığını düşünüyordum. Uyumadan önce aklımda beliren tek düşünce vardı.

Düzenli aralıklarla kulağıma gelen, huzuru içime yayan o sesin kaynağı... Aklımdaki tek şey; kalbi atıyor diye düşünmekti. Düzenli kalp atışları kulağımda yankılanırken karanlık diyardaki beni koruyan meleği gördüm. Bembeyaz ışıktan varlığın sol tarafında, yüreğinin atışı o bölgeyi titretiyordu. Ona gülümsedim ve her yeri aydınlık sarmaladı. Ve ben sonunda daha mantıklı rüyalara yuvarlandım.

Kurban: 13. BakireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin