Bölüm 2

364 26 10
                                    

Mulyimedya; Hazel Sunshine / Amerikan güzelimiz.

İyi okumalar.

^^^

"Merhaba, ben Efsun."

Elimi uzattığım çocuk bir bana bir elime baktı. "Yani?" diye sordu anlam veremediğini belirterek.

Evet, mantıken yanına gidip sevgili olmaya ikna edeceğime odaklanmıştım ve asıl konuyu unutmuştum.

Söz verdikleri gibi hala masadalarmı diye cafeye dönmüşştüm ki, bir kişinin eksik olduğunu fark ettim.

"Şöyle..." diyerek vakit kazanmaya çalıştım. Kızlarla anlaşmıştık, herhangi bir yerde sıkışırsam yardım edeceklerdi. Zaten tüm iddialarda olan bir şeydi bu.

"Ah... Bayım merhabalar." diyerek elini uzattı Alya. Adam ona hala anlamaz gözlerle bakarken muhteşem bir oyunculukla söze girdi; ki zaten kendisi aktris olmayı hedefliyordu.

"Ben ve arkadaşım Efsun internette gördüğümüz bir kampanyayı hayata geçirmek amacıyla burada bulunmaktayız. Eminim siz de televizyonlardan ya da youtube'da çıkan reklamlardan Mentos'un hazırlamış olduğu kampanyayı görmüşsünüzdür. 'İnsanlar ile iletişime geçmek sandığımızdan çok daha kolay bayım.' Bu proje kapsamında öncelikli olarak yardımcımın attığı adıma nasıl karşılık vereceğinizi merak ediyoruz. Bir tepki verirseniz bizi çok mutlu edeceksinizdir.

Hey Maşallah!

İki dakikada olayı kurmuş, rolü de bana devretmişti.

"Evet bayım." Gülümseyerek elimi uzattım. Tam o sırada Alya da arkadan elime çantasına mutlaka bulundurduğu mentoslardan birini paketi ile verdi.

"Mentos ister misiniz?" diye sordum girdiğimiz yol gereği.

"Olur." dedi çekinmeden. Paketten çıkarıp eline bir tane boşalttım.

"Ah, Efsun hanım kusurumu affedin ama benim çok acil bir görüşmem çıktı. Müsaadeniz ile ben size sonra uğrayayım. Detaylı bilgileri yarın teslim edersiniz."

Başımı sallayıp onun sözde gidişini ama aslında arkasındaki bir mağazaya girişini izledim. Ardından hala ayakta duran adama baktım. "Benimle zıplar mısın?"

Kaşlarını kaldırınca devam ettim. "Lütfeeeen, bak hadi çok eğlenceli"

Yaklaşık bir beş dakika sadece zıpladık. Suratı asıktı biraz ama olsun, zıplıyor hiç değilse. Tabi zıplamak denirse...

Durduk sonra. Nedenini bilmiyorum, belki de sadece onu istediğimizdendir. Telefonu çalmıştı onun da. "Alo baba?" diye seslendi karşı tarafa. Konuştular bir süre. Sonra banka çöktü yavaşça. Telefonu kapatmıştı. "Baban mıydı?" diye sordum söylediğim şeyin saçma olduğunu bilmeme rağmen. "Evet."

Başını yavaşça salladı. Aklıma gelen başka bir soruyu sormak istedim. "İyi anlaşıyormusunuz?"

"Pek sayılmaz." dedi suratında acı bir tebessüm ile başını yana sallarken. "İnsanların neden babaları ile araları kötüdür, anlayamıyorum. Ne güzel işte öz be öz bir babanız var. Hep sizin yanınızda olmuş daha ne istiyorsunuz?"

Sesim kısık çıkmıştı, ruhumdaki çığlıklara karşın.

"Senin baban yok mu?" diye sordu merakla. Sesinde acıma hissetmiştim. Ne fark ederdi ki?

"Var." diye cevapladım sorusunu. Kaşlarını kaldırınca devam ettim. "Ama pek sayılmaz."

"Nasıl?" Ah... Çok güzel bakıyordu. Sanki bir şey söylesem bana destek olacak, biraz ağlasam bana kollarını saracak gibi...

"Üvey." diye yanıtladım. Başını yavaşça salladı. "Varmış hiç değilse." dedi ardından.

"Varmış hiç değilse, öyle mi?" İsterik bir şekilde gülümsedim. "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Hayır, anlayamadığım nasıl bu duyguyu biliyor gibi konuşabiliyorsun? Öz be öz babanın seni bırakıp gitmesi, ve daha da kötüsü onun sana göstermediği ilgiyi kan bağın bulunmayan bir adamın saba göstermesi ne kadar ağır bir şey, ne kadar koyuyor insana biliyor musun? Senin oluşum sebebin olan adam, BABAN seni bırakıp gitmişken, başka birinin seninle ilgilenmesi ne kadar koyuyor, haberin var mı?" Göz yaşları son süratle yanağımdan akıp gidiyordu. Ne zaman girsem bu konuya duygusallaşırdım zaten. "Öz babana 'baba' demeyi yakıştıramaz iken başka birine her Allah'ın günü 'baba' diye seslenmek nasıl bir duygu biliyor musun?"

Bakışlarını bana çevirdi ve yanağımdaki yaşları sildi. Kollarını sardı bana. Ben de karşılık verdim hemen. "Gel buraya." diye fısıldadı. "Madem öyle bir adamdı, o zaman onu hatırlamanı, aklına getirmeni gerektirecek bir durum yok. Sakinleş şimdi."

"Acıyor." dedim elimi göğsümde birleştirip. "Burası, kan ağlıyor."

"Hayır." dedi ellerimi tuttuktan sonra kendi elleri arasına alıp. "Burası..." deyip kalbime dokundu. "... kan pompalıyor. Ağlama falan yok. Çünkü o da bu konuyu takması gerekmediğini biliyor."

Başımı sallayarak ondan ayırdım kendimi. Bir elim i havaya kaldırdım anlaştığımız üzere, ardından telefonum çaldı. "Alo, anne, efendim?"

Karşı taraftan kıkırtı geldi ve Hazel'in sesini duydum. "Aferin iyi gidiyorsun. Yardıma ihtiyacın var galiba?"

"Ah evet anne yaa unutmuşum ben onu. Ha öyle mi? Tamam. Tamam hemen geliyorum."

"Öyle olsun." diye mırıldanarak telefonu kapattı. Ben de yanımdaki adama döndüm.

"Ben Efsun." diyerek en baştaki repliği tekrarladım. "Ilgaz."

Tam arkamı dönüp gidecekken geri döndüm. "Pardon, telefonunu alabilirmiyim, çok iyi geldin de belki bir daha konuşuruz?"

Başını bana çevirdi.

İşte şimdi sıçtık!

<><>

Bölüm sonu.

Nasıl buldunuz? Bence harikaydı.

Vote vermeyi unutmayın. Yorumlar da fena olmaz hani(!)

Beş Kız, On Görev!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin