Otobüsün camına kafamı yaslamış yağan yağmuru seyrediyordum. Düşüncelerim en az gökyüzü kadar kasvetliydi. Yol sanki hiç bitmeyecek gibiydi. Önümde yaklaşık iki saat kadar bir mesafe olduğunu yanımda horlayarak uyuyan teyzenin az önce görevliye sorması sayesinde öğrenmiş olsam da bu ses bana kafayı yedirmek üzereydi. Fakat bir süre sonra düşüncelerim o kadar sesli olmaya başladı ki teyzenin horultusunu duymaz oldum. Babam olacak o alçak herifin tokadını hala yüzümde hissedebiliyordum. Yanımda birkaç parça eşya ile çıktığım bu işkence gibi olan yolculukta sonunda ondan kurtulmuş olmam bana teselli oluyordu. İçimde prangalarını söküp atan bir özgürlük savaşçısı vardı. Üzerimden tonlarca yükün her bir kilometrede biraz daha azaldığını hissediyordum. Kalbim güm güm atıyor ve göğüs kafesimi zorluyordu. Ruhum özgürlük denilen o vahşi kuşun peşinde olmanın durdurulamaz hazzını, coşkusunu kucaklıyordu. Sonunda rahatlamanın, serbestliğin çekici tutkusuna yakalanıp bağımlı hale gelmeye başladığımı hissediyordum. Damarlarımda akan adrenalin ruhumdan parçalar koparıp yepyeni bir ben oluşturuyordu. Yaratılışımın, varlığımın anlamını kavramam için evren ruhuma dokunuyordu. Kendimi coşkun dalgalara kaptırmış gibi hissediyordum. Dalgalar beni alıp bilinmezliğin uçurumuna sürüklüyordu. Kendimi arafta hapsolmuş hissediyordum. Ruhum acımasız patikalarda, derin çukurlarda çırpınıyordu. Hiçbir şey düşünmeden çıktığım bu yolculuk beni kaosa sürüklüyordu. Zihnimde cevapsız milyonlarca soru vardı. Ben ne yapacaktım ? Nasıl yaşayacaktım? Özgürlüğün bedeli bu muydu? Yağmurdan kaçarken doluya mı tutulacaktım? Yeryüzüne inen her bir yağmur damlası sanki benim içime düşüyor gibiydi. Yağmur damlaları içimde birikip beni boğuyordu. Ölümün çeşitlerini düşünüyordum. Benim ölümümde böyle mi olacaktı? Kendi kendimi kemirerek içimi boşaltıp sadece bir makineye mi dönüşecektim? Bedenim yorulmuştu, zihnim çöküntüye uğramıştı. Uyku beni kendine çekiyordu. Beni istiyordu. Bende onu istiyordum. Göz kapaklarım dayanma sınırına ulaşmıştı. Daha fazla vücuduma söz geçiremiyordum. Yorgunluğum, tükenmişliğim irademe karşı zafer kazanmıştı. Uyku beni karanlığının dinlendirici sessizliğiyle sarmıştı. Etraf karanlıklaşıp bilincimi de o karanlığın içine hapsetmişti. Sonunda dinlenebilecek ve rahatlayabilecektim. Ve en sonunda bir süreliğine hiçbir şeyi düşünmek zorunda kalmayacaktım. Bu büyük lütuf ile ödüllendirilmiş olmak muhteşem bir histi...
......
Görevlinin İstanbul'a yaklaştığımızı haber veren anonsu beni uykumdan uyandırırken aklımda ki düşünce "Allah'ım beni şu teyzeden kurtardığın için şükürler olsun" gibi bir şeydi. Nihayet işkence gibi olan yolculuk bitmişti. Artık yeni bir sayfa açabilirdim kendime. Her şeyi, beni boğan, beni yaşadığıma pişman eden o hayatı geride bıraktığıma için çok mutluydum. Artık nereden başlamam gerektiğine karar verebilirdim. Artık ipler bendeydi.
Otogardan çıkarken elimde yıllarımı sığdırdığım bir bavulum aklımdaysa annem vardı, yürüyordum, düşünüyordum. Ne kadar yürüdüğümü bilmiyordum ama artık denizi görebiliyordum, onun tuzlu kokusunu genzimde hissedebiliyordum. En son ne zaman görmüştüm bu eşsiz maviliği? Martıların çığlıklarını en son ne zaman işitmiştim? Annemi toprağa koyduğumuz günden beri on yıl olmuştu ve ancak o zaman görmüştüm bu eşsiz maviliği şuan düşünüyordum da hasretim her geçen gün artıyordu. Hem annemi özlüyor hem de bu olağanüstü enginliğe sahip denizi özlüyordum, annemin mezarına gidip, toprağını okşayıp,"anne" demeyeli koskoca on yıl geçtiği aklıma geldikçe duygusallaşıyordum. Artık tükendiğini düşündüğüm göz pınarlarım yeniden akmaya başlamıştı. Mezarlığın girişine geldiğimde ise damlalar sıklaşıp yaşlarla görüşümü perdelemeye başlamışlardı. Adımlarım istem dışı olarak hızlanmıştı. Hatırlıyordum, daha çok küçüktüm ama annemin o mezarlığa nasıl konulduğunu hatırlıyordum. O zamanlar tam olarak anlayamamıştım ama içimde bir yerde annemi bir daha göremeyeceğim hissi nakış işlenir gibi süzülerek içime işleniyordu. Sadece o gün toprağa dokunabilmiştim. Sadece o gün anneme "kızın burada ve her zamanda burada olacak" diyebilmiştim. Artık yaşlarıma hıçkırıklarım da eşlik ediyordu. Adımlarım yavaşladığında gözlerimdeki perde aralanmıştı. Durduğumda ise karşımda annemim mezarını gördüm. Mezar taşının orada kocaman bir çınar ağacı vardı. Anneme gölge yapıyordu. Dalları büyüyüp annemim mezarının üstünde değişik ve güzel şekiller oluşturmuşlardı. Mezar toprağının üstünde ise rengarenk güller, papatyalar açmıştı. Annemin en sevdiği çiçekler onu ölümünde bile yalnız bırakmamışlardı. Kendimden utandım dile kolay tam on sene boyunca tek bir gün bile gelip onu ziyaret etmemiştim. O küçük Elisa'nın "kızın burada ve her zamanda burada olacak" sözlerini büyük Elisa gerçekleştirememişti. Kendimden tiksiniyordum. Özür dilemek için elimdeki birkaç eşyayı da bir anda bırakıp mezara sarıldım. Hıçkırıklarımın sesi yükselmeye başlamıştı. Geçen on yıl için, onu ziyaret edemediğim o on yıl için kendimi affettirmek istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurtarıcım Bir Mafya
Teen FictionAnnesini küçük yaşta kaybeden Elilsa babasının ona yaşattıklarından kaçıp kendisine yeni bir sayfa açmak için İstanbul'a gelir. Burada şans eseri Yıldırım beyle tanışan Elisa onun barında işe başlar. Ve hayatını kökten değişime uğratacak olan Rüzga...