"Boğazını kesip bir çuvala koyun, daha sonra da denize atın!"Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu, tanrı Vesta'ya ihanet etmek üzereydim. Toplum kurallarına ve tanrıya karşı olan bir yanlışı yapmak üzere olduğum için, utanç duyduğum söylenebilse de içimdeki intikam arzusu ve şehvete olan susuzluğum şuurumu iyiden iyiye kaybetmeme sebep olmuştu. Kapının eşiğinde pelerinimin küçük, kısa, ipek bağcıklarını açıp, bir çırpıda üzerimden atınca köşkün soğuk havasının göğüs uçlarıma öpücükler kondurduğunu, kalçalarımı ise hafifçe okşadığını hissettim bir an. Yüzümdeki siyah maske dışında üzerimde bir kıyafet taşımıyor oluşum beni gireceğim günaha daha çok istekli bir hale getirmişti. Yalın ayak yavaş yavaş yatak odasına doğru yürümeye başladım. Ses çıkarmamak, içeridekini korkutmamak için parmak uçlarımda yürüyordum. Dairenin kapı kolunu çevirdiğimde içeride birinin olduğunu hissettim, kapıya bakıyordu, emindim. Yavaşça kapıyı açtıktan sonra içeriye süzüldüm. Etrafta pek ışık olduğu söylenemezdi, şöminede yanan ateşin daireye dağıttığı ışıktan kölenin yüzünü farketmiştim. Dairenin içindeki tek ses, yanan odunlardan çıkan çatırdılardı. Yatağın üzerinde duran köle, adeta tapınaklardaki heykelleri andırıyordu. Siyah küçük gözleri, büyük burnu, hafif dolgun ama bir o kadar da sert duran dudakları, yanağından boşluğa doğru süzülen ince sakalları, hafif kavruk kaslı kolları, kılsız göğüsleri ve dalgalı saçlarıyla adeta gladyatör biblolarını andırıyordu. Kalın bacakları ve ince bilekleriyle vücudunu tamamlayan gence, üzerindeki paçavrayı çıkarmasını emrettiğimde ise genç, "Emredersiniz efendim." cevap verince kim olduğumu bildiğini anladım. Böylelikle otoritemi kullanarak ona istediğimi yaptırabilir, gün ışıyana kadar benimle sevişmesini isteyebilirdim. Emrimi yerine getirmesiyle ona doğru yürümem bir oldu. Yatağın ucunda çırılçıplak bir şekilde duruyordu. Bacaklarımı bacaklarının üzerine getirecek şekilde kucağına oturdum, küçük bir kız gibi titriyordu. Lakin bu titreyiş şehvetin ya da arzunun sebep olduğu bir titreyiş değildi. Bu, korkunun sebep olduğu bir refleksti. Bacak arası adeta kor bir ateş gibi yanıyordu, kalçalarımı yavaş yavaş oynatmaya başlayınca sertliğini hissetmeye başladım. Dudaklarına kısa süreli küçük küçük öpücükler kondurarak daha fazla ateşlenmesini, zevke gelmesini istiyordum. Bir İmparatoriçeye dokunmak kolay değildi, korkuyordu bunu hissedebiliyordum ama onunla oynamak hoşuma gidiyordu. Çok geçmeden, kor gibi yanan sertliğinin kalçalarımın arasında dolaştığını farkettim. İyice kıvama gelmiş olmalı ki, ona hiçbir şey söylemeden kah öpücüklerime karşılık veriyor kah kalçalarımı koca koca elleriyle avuçluyordu. O dakika zevkten ölebilirdim lakin gelmemem gerekiyordu, biliyordum geldikten sonraki isteksizlik durumunu. Asker yavaş yavaş yatağın hakimiyetini kendi kontrolüne alıyordu. Öyle ki yavaşça ayağı kalkıp, beni yatağa bıraktıktan sonra kafasını bacak arama hapsetti. O dakika hangi tanrının cennetinde, hangi ateşin üzerinde olduğumun farkında değildim. Bildiğim tek bir şey vardı, devam etmeliydi. Hatırladıkça kendimden geçiyor, istemsizce bacaklarımı birbirine doluyordum. Tecrübesinden mi olsa gerek dilini olabildiğince iyi kullanıyor, dudaklarıyla emiyor, adeta beni benden alıyordu. Geldiğimde dudakları hala oradaydı, zevk aldığı her dakika daha fazla hızlanmasından belliydi. Narin hareketlerle bedenimi kendine doğru çekerek, yılanı deliğine sokmak istediğini anladım. Hiçbir tepki vermeden kendimi onun kollarına bıraktım. Cladius yaşlı ve oldukça meşgul bir adamdı, genç bir askerle gücü kıyaslanamazdı. Asker yılanı deliğe sokunca daha sert davranmaya başladı. Tanrım, öleceğimi hissettiğimi düşünmüştüm. Elleriyle ellerimi örtmüş, bacaklarımın arasında bedenimi hırpalamaya devam ediyordu. Tenimizin çarpışmasından çıkan ses dairenin duvarlarına çarparak adeta zevki iki katına çıkarıyordu. Tek eliyle sırtımı hafifçe havaya kaldırıp kucağına oturtmak için kıvranınca, işi ona bırakmadan isteğini yerine getirdim. Yatağın üzerinde kucak kucağa oturmuş bir vaziyette sevişmeye başladık. Göğüslerini göğüslerime yapıştırıp, diliyle dilimi emmeye başladığında beni tekrardan ateşlendirmek istediğini farkettim. Ama böyle bir ateşlenmeye ihtiyacım yoktu, ben o bahsedilen ateşin bizzat kendisiydim. Asker istekli olduğumu görünce hızlanmaya başladı, kalçalarıma öyle hızlı darbeler vuruyordu ki bir süre vücudumun aşağı bölgesini hissetmediğimi biliyorum. Kollarımı kafasının arkasında kenetlemiş, kucağında küçük bir kız çocuğu gibi zıplıyordum adeta. Ah tanrım, affet affet affet. Asker üst üste darbeler vurunca gelmesinin yaklaştığını hissettim. Gelişini daha da hızlandırıp, onu zevkin doruklarına çıkarmak için daha fazla çığlık atmaya başladım. İniltileri ile çığlıklarım birbirine karıştıkça daha da ateşleniyordu. Ve en sonunda olan oldu, çılgın bir nehir misali döllerinin rahmimin içinde aktığı hissettim. Döllerini iyice akıtabilmek için yavaş ve bir o kadar da temkinli birkaç darbe daha vuruyordu bana. O kaslı gövdesini hızlıca yatağa bıraktı, ben ise hala kucağındaydım. Hızlı hızlı soluk almaya başlayınca üzerinden kalkıp kapıya doğru yöneldim. Hiçbir şey yaşanmamış gibi dışarıya çıkıp ön kapıya doğru yürüdüm. Alt bölgem hala sızlıyordu, kalçalarımda ise daha sonradan farkettiğim morluklar ve parmak izleri oluşmuştu. Sert bir askerdi, ve gerçekten işinin hakkını vermişti. Pelerinimi üzerime giyip, anahtarı kapı deliğine denk getirdim. İki defa sağa doğru çevirdiğimde yağmurun az da olsa yavaşladığınj gördüm. Dışarı çıkıp nedimelerimin yanına gittim, "Köşkün kapısını kilitleyin ve ben söylemeyene kadar da sakın açmayın." deyip domusa doğru koşar adım yürümeye başladım. Nedimelerim ve muhafızların şaşkın bakışları arasında odama gidip hazırlanmaya başladım. Baş nedimem içeriye girdiğinde, bir taraftan saçlarımı açıyor, bir taraftan ise aynadan vücudumu inceliyordum. Erguvan stolamı ve tacımı takıp, "Muhafız komutanını çağırın buraya, hemen!" diyerek adeta bağırdım. Çok geçmeden kapım çalınıp nedime, "Efendim misafiriniz geldi, içeriye almamı ister misiniz?" deyince, "Hemen içeriye alın, çabuk." diye karşılık verdim. Gecenin bu saatinde çağrılmış olmanın insanda uyandırdığı korku ve bilinmezliğin sonucunda boncuk boncuk terleyen komutana, "Arka köşkteki adamdan hemen kurtulmanızı istiyprum." deyince, "Efendim bir hatası mı oldu size?" sordu bana. Kimin haddine düşmüş bir İmparatoriçeye soru sormak. Bir bakışımla olduğu yerden kalkıp, emrimi onaylarmışcasına başını sallayarak kapıya doğru harekete geçince, "Boğazını kesip bir çuvala koyun, daha sonra da denize atın. Yarın sabahı görmesin." diye tekrardan emrimi teyit ettim. Hiçbir tepki vermeden huzurumdan ayrılan komutanın emrimi yerine getirdiğini, öğleden sonra hizmetlilerin aralarında konuştuklarından anladım. Biri diğerine, "Duydun mu, bu sabah kıyıda çuvalın ine konulmuş bir ceset bulunmuş." deyince diğeri, "Kimmiş peki, tanıyor muyuz biz?" diye sorunca, "Hayır kimse bilmiyor, çünkü kafası kesik bir haldeymiş." diye yanıtladı. Hizmetlinin ağzından çıkan son cümleyle içimin ne kadar rahatlamış olduğunu anlamış olmalısınız. Böylelikle dün gece hiç yaşanmamış olmuş oldu, kanıt ya da tanık olmadan hiç kimse suçlu olamazdı. Şimdi elimizde ne kanıt var ne de bir tanık, olayın üzeri böylelikle kapanmıştı. Ve ben Valeria Messalina, kocamdan intikamımı almıştım. Artık onun o iğrenç yüzüne baktıkça sadece nefret değil, içten içten sevinç de hissedecektim. Zira o beni aldatılmayı kabullenmiş, boyun eğen bir kadın olarak görüyordu. Lakin artık kimin kabullenen olduğu üzerine bir tartışma yapılabilir. Ayrıca kabullense de, etmese de bir defa oldu. Rahmime yıllar sonra başka bir erkeğin dölleri aktı, o dakika içimdeki intikam ateşinin ne kadar körüklendiğini anlayamazsınız. Lakin bir nevi artık eşitlenmiştik, eski yasalarda olduğu gibi kısasa kısas. Eski yasa dedim ama bu yasaları halen uygulayan Arap kabileleri olduğunu duymuştum, ne gülünç. Ama içimdeki bu sönmüş intikam ateşinin ve yaşanmış karanlık bir gecenin üzerini başarılı bir şekilde örtmenin vermiş olduğu rahatlık pek uzun sürmedi. Domusa haber getiren bir ulak dengeleri alt üst etmişti. Cladius olmadığından, taht muhafızı olarak elçiyi kabul ederek söyleyeceklerini teker teker dinledim. Elçiyi gönderen kişi biricik annemdi. Agrippina ile birlikte kızını ziyaret etmek için bir hafta sonra geleceklerini haber etmişlerdi. Olamazdı, tam da domusu kendi avucuma almışken, beklenmedik misafirler gelemezdi. Biricik annemin bu ani gelişi hayra alamet değildi, annem yine neyin peşindeydi bilmiyordum ama kokusu çıkardı yakında. O aşağılık kadını neden getiriyordu anlamıyorum, onun ne işi var burada? Aramızda geçen kötü olayların sebebi o değil miydi? İyice meraklanmıştım, annemin neden geldiğini, Agrippina'yı neden getirdiğini öğrenmenin tek yolu vardı, beklemek. Bakalım annem eteğindeki hangi yaşları dökecekti yıllar sonra. Elçi domustan ayrılır ayrılmaz, bir tane elçiyi de Cladius'a gönderdim. Annem ve Agrippina'nın bir hafta sonra teşrif edeceklerini ve onunda en yakın zamanda gelmesini istediğimi söyledim. Cladius'ta pek sevmezdi bu kadını, domus adeta bir cadı kazanına dönecekti. Bakalım bu kazanda iksir mi yoksa zehir mi pişirilecekti, orası meçhul....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MESSALİNA
Historical Fiction"Ben Messalina, ihtişamın ve gücün yegane sahibesi, tanrıça Vesta'nın düşmanı ve imparator Caligula'nın katili, masum Imparatoriçe. Kimse bilmemeli yaptıklarımı, tanık olmamalı günahlarıma ve kimse işitmemeli iniltilerimi zira ben bu dünyada ki şeh...