Herşey'in Sonu (Final)

868 49 11
                                    

   Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen asla pes etmiyordum. Bu olayı her ne olursa olsun çözecektim. Jordan'ın ölümünden sonra herşey daha çekilmez olmuştu. Sanki tüm bedenimi intikam duygusu kaplamış gibiydi. Havanın tenime dokunan her zerresini hissediyor,tarıyordum. Evet, bu gerçek. Jordan öldü...

  - 6 Nisan Pazar (Jordan'ın öldüğü gün) -

   Elimde kahve kutularıyla,tarif edilemez bir sevniç içinde Jordan'ı ziyarete gidiyordum. Yavaş yavaş baharın gelmesiyle beraber çiçekler açmaya başlamış, baharın neşesi kasabanın kasvetini bir nebze de olsa gizlemişti. Baharın nasıl olduğunu bilirsiniz. Sokaklarda oynayan çocuklar,renk renk açan çiçekler,güneş,sokaklara dökülüp baharın gelişini kutlayan halk... Bende bu insanların arasına katılmış ve iki tane kahve alarak jordan'ın evine doğru yola koyulmuştum. Kahvenin kokusu burnumdan içeri dolarken bu bana daha da huzur vermişti.

   Nihayet Jordan'ın evine vardığımda kapıyı defalarca çalmama rağmen açmamıştı. Belki banyodadır diye düşünerek bir süre kapıda bekledim ama elimdeki kahveler buz gibi olmuştu ve bende beklemekten sıkılmıştım. Bugün geleceğimi bildiği için bir yere gitmemiştir diye düşünüyordum. Geldiğimden beri aklımda olan ama rahatsız olmasından korktuğum için yapamadığım şeyi yapıp paspasın altındaki yedek anahtarı alarak eve girdim. Jordan'a seslenirken sesim titriyordu ve ayaklarım geri geri gidiyordu. Karşılaşabileceğim şeylerden korkuyordum sanki. Buna rağmen tüm cesaretimi toplayıp Jordan'ın odasına girdim ve bornozlu Jordan'la karşılaştım. O anda arkamı nası dündüğümü bilmiyorum. Jordan gülerken ona bakmamaya çalışarak;

"Ne gülüyorsun? Kaç saattir seni bekliyorum dışarda."

"Ne kızıyorsunki banyodaydım."

"Bir insan saatlerce banyo yapar mı yaa?!"

"Neyse uzatma da kahvemi aldın mı onu söyle?"

"Aldım beyefendi! Paki siz benim suyumu aldınız mı?"

Bana anlamayan gözlerle bakarken cevap verdim.

"Suyumu diyorum aldın mı? Malum ağaç oldumya dışarda."

"Hala ordamısın sen? Uzatma işte geç içeriye bende üzerime birşeyler giyip geliyorum."

"peki."

Sinirle salona geçip kendimi koltuğa bıraktım. Birkaç dakika sonra Jordan geldi ve kahvesinden bir yudum alıp suratını ekşittiğinde sinsice gülümsedim.

"Senin yapacağın işten ne olurki zaten. Şuna bak buz gibi olmuş kahveler."

"Madem öyle saatlerce banyoda kalmak yerine kapıyı açsaydın. Ayrıca beğenmiyorsan kendin gidip alabilirsin Yavru Tibet Öküzü!"

"Neden yavru?"

"Çünkü ancak bir yavrunun beyni senin kadar az gelişmiş olabilir. Hatta senden daha zeki olduklarına yemin edebilirim."

"Demek öyle seni çok bilmiş minik enik bebek yavru fındık kurdu kuşunun minik bebek enik yavru mikroskobik kuşu!"

Dediğinde gözlerimi pörtletmiş ona bakıyordum. Bu halim onu fazlasıyla güldürürken elimden tutup;

" hadi bu günlük kahvaltımızı dışarıda yapalım kahvelerde benden "

  Beraber dışarı çıkıp muhteşem bir gün geçirmiştik. Günün sonunda o evine dönmüştü bende günlerdir kaldığım lanet otel odama dönmüştüm. Akşamın ilerleyen saatlerine doğru birşeyler almak için dışarı çıktım ancak cüzdanımı Jordan'da unuttuğumu fark ederek Jordan'a gittim. Belki uyuyordur diye kapıyı çalmak yerine sabahki gibi yapıp paspasın altından anahtarı aldım ve eve girdim. Amacım sessizce cüzdanımı almak ve kapıyı kapatıp anahtarı aynı yerine koymaktı ama nedense Jordan'ı kontrol etme gereği duydum. Parmak uçlarımda Jordan'ın odasına girdiğimde Jordan bir sandalyeye bağlanmıştı ve ağzındaki hortum yardımıyla yan tarafındaki büyük cam şişeden boğazından aşşağı asit dökülmüştü. Asit olduğunu anlamak çok zor değildi çünkü damladığı yerler erimişti ki jordan'ın boğazı da buna dahil. Ağzından kanlar akımaya devam ediyordu. Kendi kanında boğulmaya devam ediyordu sanki. Elim kolum bağlanmıştı ve hiçbir tepki veremiyordum zaten benden ne bekliyorsunuz ki? Bu zamana kadar karşılaştığım her olayda olduğu gibi bunda da aynısını yapıyordum işte. Kendi içimde bu gerçekten kaçmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Sonunda kaçamayacağımı anladığım zaman içimi saran gereksiz telaşla yardım çağırmak için kapıya koştuğumda beni durduran şey kapının altından atılan kağıt olmuştu ve o kağıtta yine aynı işaret vardı...

   O andan sonra yemin etmiştim ve şuan o gün olanları tekrar tekrar düşünürken gelen haberle birlikte arabama atlayıp diğerleriyle birlikte ihbar edilen yere gittim. En önde durarak kapıya doğru yaklaşıp kapıyı kırdığımda beni karşılayan şerif ve yeğeni olmuştu. Mutfak masasında bir kadını doğruyorlar ve bir yandan da yiyorlardı. Bu manzara karşısında kendini tutamayanlar çoktan midelerini boşaltmaya başlamışlardı bile. Ama benim düşündüğüm tek şey intikamdı. Her ikisininde kollarına kelepçeyi takarak karakola doğru yol aldık ve karakolda onları bizzat ben sorguya çektim. Ancak sorgudan istediğimi alamayınca nöbetçi mahkemeye çıkmalarını talep ederek onları mahkemeye sevk ettim. Elbetteki mahkemede bende bulunacaktım.

  Yaklaşık 1 saat sonra mahkemeya çıktığımızda hakim ilk olarak adının Edward olduğunu yeni öğrendiğim şerifin yeğenine tüm bu cinayetlerin sebebini sorduğunda verdiği cevap karşısında iyice sinirlenmiştim.

"Küçüküğümden beri insanların nasıl olduklarını hep merak etmişimdir. Yani yaşayış tarzlarını, vücutlarının anatomisini... Ancak annem yüzünden insanlarla pek ilişkim olduğu söylenemezdi. Annem öldükten sonra yapayalnız kalmıştım. Bu yalnızlığımı gidermek için insanlarla konuşmaya çalıştım ama bu konuda fazlasıyla deneyimsizdim ve fiziksel özelliklerim yüzünden kimse yüzüme bile bakmıyordu. Bu konuda özellikle kadınlar hep dikkatimi çekmiştir. Ancak çirkin olduğumu düşündükleri için henüz bir hayat kadınıyla bile bir ilişkim olmadı. Yüzüme taktığım maskelerin sebebi budur. Aslında cinayetlerimde insanların derilerini yüzmem onlara bir mesaj veriyordu. Demek istediğim, şu derilerimizi söküp atsak hangimiz farklıyız ki birbirimizden? Yüzdüğüm derilerden süs eşyası yapmam sadece zevkti. Benim amacım sadece önyargıları öldürmekti."

"Bana kalırsa bu bir bahane değil! İşlenen cinayetlerden kesinlikle zevk alınıyordu ve bu açıkça belliydi. Hadi diyelim dedikleriniz doğruydu. Peki o masum insanların suçu neydi söyler misiniz? Yuvalarını yıktığınız,sevdiklerini aldığınız,eziyet ettiğiniz bir sürü insan. Ya o doğumgünü faciası? Kafasını kopardığınız gelin? Hangi birini saymalıyım sizce? Ah! birde şu malum işaret var. Söyler misiniz onun anlamı nedir?"

  Diye kelimeleri ardı ardına sıraladım saygısızca araya atılarak. Mahkeme salonundaki tüm gözler bana çevrilmişti ve sesim yankılanıyordu.

"Bu mahkemenin hakimi benim bayan Brustovski! Saygısızlığınızı görmezden gelerek sizi saygı ve sükunete davet ediyorum"

  Hakimin bu cavabı karşısında sinir hücrelerim daha da hareketlenmeye başlayınca sonradan olacakları umursamadan hızla mahkeme salonunu terk ettim.

  Sonunda mahkeme bittiğinde ikisininde müebbet hapis cezasına çarptırıldığını ve yarın cezaevi'ne götürüleceklerini öğrendim. Ancak bu benim için yeterli değildi. Gece yarısı fazlasıyla zor olmasına rağmen karakoldaki herkesi kandırmayı başarıp şerif ve yeğenini herşeyin başladığı o ıssız mezarlığa götürdüm.

"Bak şerif. Burası sana tanıdık geldi mi? Hani bana yazdığın notta bahsetmiştinya o mezarlıkta ya sen yatacaksın ya ben diye. Bence bu mezarlıkta sen yatacaksın!"

Dediğimde silahımı çekip seri bir hareketle hiç düşümeden şerifi tam kafasından vurdum. Sıra yeğenine geldiğinde ise;

"Sıradan bir insan olup adam gibi ölseydin belki öbür tarafta öldürdüğün insanlar yakana yapışmazdı. Ama şimdi işler farklı..."

Diyerek tek hareketimde onu da vurduktan sonra gecenin karanlığında hiçbir pişmanlık duymadan yürümeye başladım. Aslında geceyi sevmemin en büyük nedenlerinden biride buydu. Çünkü gece yaptığım bütün kusurları koşulsuz gizleyen tek şeydi...

Cesetten EşyalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin