sonunda geliyorsun sevgilim.
uyuşuk parmaklarının arasındaki anahtarı döndürüyorsun kilitin içinde iki kez. ardından çelik kapı aralandığında ayakkabılarını çıkarıp giriyorsun içeri. elindeki şıngırdayan bira şişelerini bırakıyorsun yemek masasının üzerine, sonra çıkıyorsun mutfaktan usulca.
"hey kook,"
adımı telaffuz ediyorsun o özlemini çektiğim dudaklarınla. sesin oldukça yumuşak. anlaşılan o çocukla iyi bir gün geçirmişsin. gülümsediğini hissedebiliyorum. koridorda usulca yürürken, ayakların tüylü halının arasında kaybolurken, parmak uçların krem rengi duvarları okşarken dudaklarında oluşan tebessümü hissedebiliyorum.
nerede olduğumu
merak ediyorsun değil mi?sanki en son bu sabah görmemişsin gibi, yanıp tutuşuyorsun yanında olmam için. ancak bu arzularının asıl hedefini biliyorum sevgilim. bana güzel dokunuşlarda bulunabilmek için nerede olduğumu merak ediyorsun.
yoksa kalbimin göz yaşlarımdan dolayı rutubet yapmış duvarları umrunda mı?
sonunda buluşuyor gözlerimiz. seninkiler parlıyor zafer kazanmış birinin edasıyla. benimkiler ise oldukça sönük. hayattan bıkmış, sevilmenin nasıl bir his olduğunu tadamamış bir çocuğun edasıyla.
"hayatım,"
dudaklarındaki tebessümle yaklaşıyorsun bana doğru. her zamanki yerimdeyim yine. yatağımın ardında, penceremin hemen altında. odamız karanlık her gün olduğu gibi. sevmiyorum ben aydınlığı, huzursuz oluyorum.
yanıma vardığında, elimden tutup nazikçe kaldırıyorsun beni oturduğum yerden. ardından anlayamadığım bu nezaketine bir yenisi daha ekleniyor. belimden ve bacaklarımın altından geçiriyorsun kollarını, kucağına alıyorsun beni. düşmemek için sıkı sıkı boynuna doluyorum kollarımı.
düşmek istemiyorum sevgilim,
eğer düşersem canım çok acır.beni kucağından indirmeden alıp götürüyorsun salonumuza. tek kişilik üzeri çiçek desenli açık kahve rengindeki koltuğa oturuyorsun. hemen bacaklarının üzerinde de ben varım tabii. damarı belli olan ellerini daldırıyorsun yeni yıkadığım saçlarıma, okşuyor ve başımı göğsüne yaslıyorsun.
tek kelime etmiyoruz her ikimiz de.
kucağında bir kedi gibi kıvılmışken, kalp atışlarını dinliyorum ses çıkarmadan. nasıl da kanatlarını çırpan bir kuş gibi dalgalar yaratıyor. farkında mısın sevgilim? göğsünün içindeki kuşun ne kadar çırpındığının sen de farkında mısın?
çenemden tutup başımı kaldırıyorsun göğsünden. gözlerimiz buluşuyor, dalıyorum senin koyu kahvelerinin içine. fırtınalı bir deniz gibisin sevgilim, kapılıp gidiyorum sana. kimse de kurtaramıyor beni bu durumdan, fırtınaya baş kaldırabilen kaç kişi olmuş ki bu zamana kadar?
yüzlerimiz arasındaki mesafeyi gittikçe azaltıyorsun. yutkunuyorum. dolgun dudaklarına kayıyor gözlerim. nasıl da özlemişim onları ah bir bilsen sevgilim. nasıl da yanıp tutuşuyorum dudaklarını öpebilmek için, beyaz zambağım.
ve öpüyorsun sonunda beni. bir elin ise nazikçe belimi okşuyor. hiç itiraz etmeden karşılık veriyorum sana. seni belki de uzun zamandan beri ilk kez bu kadar duygu yüklü ve doya doya öpüyorum. hatta öyle ki, yarım saat önce götürdüğün biranın tadını alıyorum.
o an fark ediyorum.
söylesene sevgilim, şıngırdatarak yemek masasına bıraktığın o biraları benim için aldın bu kez değil mi? çünkü beni en çok kafam uçmuşken seviyorsun. ne diyebilirim ki? sana karşı gelemeyeceğimi çok iyi biliyorsun.
16:18
ŞİMDİ OKUDUĞUN
safderun | namkook
Romancesafderun (far.) ; kalbi temiz olduğu için kolayca aldanabilen. •° lügât-ı fars serisi, bölüm 3