Son birkaç günüm gerçekten ölümüne sıkıcı geçmişti. Ashton'la konuşmamaya başladığımızda, beni tüm gün ayakta tutanın kahve değil de Ashton olduğunu fark etmiştim. Ondan sürekli mesaj bekliyor olmak bile beni tüm gün götürebiliyordu belli ki. Ve onu özlüyordum. Ama ona çok da kızgındım.
Yatak çarşafıma dolanıp düğüm olmuş ve suratımın sağ kısmını yastıkla bütünleştirmiş bir şekilde yatıyordum. Üstelik yakın bir zamanda buradan ayrılmak gibi bir düşüncem de yoktu, sorumluluklarımı tamamen görmezden gelmeye yemin etmiştim. Dün akşam. Ya da bu sabah...
Oflayarak örtüyü üzerimden zar zor çözüp attım ve kendimi yere yuvarladım.
"Of."
Bu tahmin ettiğim kadar yumuşak bir düşüş olmamıştı. Kalçamın ağrısının geçmesini bir süre yerde yatarak bekledikten sonra zorla ayağa kalktım. Şarjı saatler önce bitip kapanmış olan telefonumu arkamda bırakarak odadan çıktım ve duşa girdim.
Aradan birkaç saat geçtiğinde çoktan hiçbir şey yapmayı bitirmiş ve boş boş oturmayı hak ettiğimi düşünüp salondaki koltuğa yayılmıştım. Ailem ya da arkadaşlarımdan biri öldüğümü falan düşünmesin diye telefonumu da şarja takmam gerektiğini düşünmüştüm. Telefon açılırken bekledim.
Anne O'Connor: Nasılsın bir tanem
Anne O'Connor: Telefonun neden kapalı canım?
Anne O'Connor: Mesajlarımı gördüğünde beni ara seni özledim
Bildirimler ekranıma sıralanırken gülümsedim, annemi gerçekten özlüyordum. Ekran kilidini açıp annemi aramaya hazırlanıyordum ki bir mesaj daha geldi. Annem olduğunu düşünerek hemen mesajın üstüne tıkladım.
Ash: Hey
Sikeyim.
Ash: Tanrıya şükür!
Ash: Mesajlarımı okuyorsun
Bunu isteyerek yapmamış olsam da, hatta dudaklarımı büzüp biraz hırlamış da olsam, ekranı kapatamıyordum. Annemi aramalıydım, mesaj ekranını kapamalı ve onu aramalıydım. Ama "yazıyor..." ibaresine hipnotize olmuş gibi bakmaktan da kendimi alıkoyamıyordum.
Ash: Sana göt gibi cevaplar verdiğimi biliyorum Lily
Ash: Ama lütfen benimle konuş
Lily O'Connor: Götün teki olduğunu kabul ediyorsun yani
Ash: Evet!
Mesajıma saniyesinde cevap vermiş olması beni güldürdü.
Benim neyim vardı gerçekten!? Daha yeni, kafamın içindeki seslerle Ashton'a olan nefretimi tartışmıyor muydum? Ne olmuştu da hemencecik onu affedivermiştim? Bu kadar zayıf biri miydim gerçekten? Konuşmadığımız son birkaç gün boyunca, aptal romantik kitapların ayrılık acısı çeken daha da aptal baş karakteri gibi, kendimi pislik çukuruna atmıştım. Ve şimdi ondan tek bir mesajla yüzümde güller açıyordu.
Ben UCLA'de, dünyanın önde gelen üniversitelerinden birinde, hukuk okuyan güçlü ve kendine güveni olan genç bir kadındım. Kendime gelmeliydim.
Ama o aptal gülümsemeyi yüzümden bir türlü silemiyordum.
Beni mutlu eden bir şeyi, birini, hayatımdan çıkarmaya çalışmak gerçekten akıllıca bir hareket miydi? Ve bunun güçlü olmakla ne alakası olabilirdi ki?
Ashton beni mutlu ediyordu. Bu kadar basitti.
Üstelik bunu yapması için illa karşımda olmasına da gerek yoktu.
Yine de...
Lily O'Connor: Gerçekten seni görmeme izin vermeyecek misin
Ash: Lily...
Ash: Bunu istediğimi sanmıyorum
Lily O'Connor: Neden
Ash: Beni anla lütfen
Lily O'Connor: O ZAMAN ANLAT!
Lily O'Connor: Bana bir neden söylemiyorsun bile seni nasıl anlayabilirim?
Ashton yazıp yazıp her seferinde bunları silerken derinleşen soluklarımı dinleyerek onu bekledim.
Ash: Bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum
Lily O'Connor: Bana söylediğin kişi değilsin
Lily O'Connor: Değil mi
Ash: Sana hiç yalan söylemedim
Lily O'Connor: Bu doğrudan bir cevap değildi.
Ash: Bak beni görmen her şeyi değiştirir tamam mı
Lily O'Connor: Bu da ne demek oluyor?
Ash: Lily
Kalbim göğüs kafesimi döverken nefesimi tutup yazdığı şeyi göndermesini bekledim.
Ash: Belki de artık konuşmamalıyız
"Ne- Hayır hayır, bekle!"
Ash: Gerçekten üzgünüm
Ve çevrimdışı olmuştu.
*****
Saçlarımı kızıla boyatmamın üzerinden altı gün geçmişti. Ve kendimi eve kapatıp bunalıma girişimden de...
Saçlarım tamamıyla bir felaketti. Doğal bir kızıl olmasını istediğim saçlarım şimdi turuncuydu. Fosforlu turuncu! Her ne kadar Francis saçlarımın birkaç boyama sonrasında normal bir kızıla döneceğini iddia ediyorduysa da benim bu konuda hiç ümidim yoktu. Yine de yarınki randevuma gidecektim tabii. Bu saçın bir şekilde elden geçmesi gerekiyordu.
Ve kapımda beni taciz etmeye devam eden bir Katie Holmes vardı.
"Lily aç hadi kapıyı artık."
Kafama, artık birkaç gündür üstüme yapışmış olan kapüşonlumu geçirerek kapıyı açtım. Katie saçlarımı saklayışımı gördüğü anda iç çekerek kollarını açtı ve koynuna sokulmamı bekledi. Beş dakika sonra, kucağımızda peynirli makarnalarımızla koltukta karşılıklı oturmuştuk.
"Neşelenir misin artık?"
"Saçlarım koca bir senelik neşe rezervimi tek başına kullanıyor zaten. Şunlara bak, erotik mağazaların neon tabelaları gibi görünüyorum."
Katie söylediğim şeye güldüğünde ben de olayın ciddiyetinde kalamayıp kıkırdamaya başlamıştım.
"Francis güzel olacak diyorsa güzel olur, merak etme sen."
Moralim yerine gelirken ağzıma koca bir çatal makarna tıktım. Yarın saçlarımı tekrar boyayacaktı ve renk iyice oturacaktı, kızıl olacaktım. Tıpkı ortaokuldan beri hayal ettiğim gibi. Bir sorun olmayacaktı. Hayalleri düşününce aklıma gelen şeyle bir anda laptopumu kucağıma çektim.
"N'apıyorsun?"
Katie bacaklarını altına toplayarak yanıma iyice yanaşmıştı. UCLA'in sitesine girdiğimde kahve gözlerini kocaman açıp ağzına biraz makarna tıkıştırdı ve beni dikkatle izlemeye başladı.
"Hukuk için başvuru yapacağım."
"Aman Tanrım! Bunu şu an gerçekten yapıyor musun yani?"
Hayatımı istediğim yöne çekebilmek için artık bazı adımlar atmam gerekiyordu. Saçlarımı boyatmak buna ilk adım gibi olacaktı, sadece sembolik olarak. Ama ilerlemek için saçlarımın istediğim hale gelmesini beklemenin, sadece kendimi oyalamak olacağını biliyordum artık.
"Evet, gerçekten yapıyorum."
