Ferit konuşmayınca adam silahını ufak hareketlerle aşağı yukarı hareket ettirerek bir adım attı. Kaşlarını çatıp bir adım daha attı. Tüfeğini Ferit'in ayaklarına nişan alıp, hiç kaydırmadan başına doğru kaldırdı. Ferit yutkundu. "Ben, burada yaşamaya geldim. Buradaki ilk günüm.". Adam kaşlarını hiç gevşetmeden silahla kapıyı gösterdi. "Burada kalacak adam bu saatte gelmez. Sen ya onlardansın ya ötekilerden. Senin burada saklandığını duyarlarsa dükkanımı mahvederler. Hoş beni de öldürürler. O zaman dükkan tasası mı kalır? Git buradan.". Ferit birden kaybedecek hiç bir şeyi olmayan bir adam olduğunu hatırladı. Silahın namlusuna baktı, namlunun içinden mermiye seyreden karanlık ince boruya. Adamın titreyen ellerine, alnından kaşına kayan ter damlalarına. Baktığı her yer bir yudum daha hatırlatıyordu ona kimsesizliğini. "Annem" diye düşündü zaten ağlamıştı ağlayacağı kadar onun gidişinde. Bir insan annesinin kendisi için daha fazla ağlamayacağını düşünüyorsa çok yaşamamalıdır artık. Çünkü anneler hisseder ve evlatlar bunu bilmek zorundadır. Bir an düşüncelerinden sıyrılıp içinde bulunduğu ana düştü. "Gidecek yerim yok. Sabah giderim istemezsen. Bir yerlerden kaçıyordum yolum buraya düştü, hepsi o kadar.". Adam silahını indirdi. "Yani sen ne onlardansın ne ötekilerden, öyle mi?". "Onları da ötekileri de tanımam.". Yaşlı adam yere baktı, yutkundu. Alt dudağıyla üst dudağını ittirip konuşmak için ağzını araladı ama konuşmadı. Hızlı bir hareketle tekrar tüfeğini Ferit'e nişanladı; "Ama yalan söylüyorsan?". Ferit, alakasızlığına dair bir kaç cümle daha kurduktan sonra adamı ikna etmeyi başardı. Lobideki masanın etrafına oturdular. Ferit bir yudum daha içti suyundan. Adam kalacağı odaya dair bir kaç ufak tefek bilgi verdi sonra da eklemeyi unutmadı; "Sabah, gideceksin...". Ferit çaresizlikle onaylayıp kalacağı odaya geçti.
Oda küçücüktü, krem rengi yatak örtüleri temiz gözüküyordu. Perdeleri aralayıp sokağa baktı. Elinde satırla koşan insanları gördü. O insanları izleyen karşı penceredeki silik bir yüzü fark etti. Gülümsemek için göz göze gelmek istedi ama perdedeki silik yüz başını kan akıtmaya meyilli insanlardan kaldırmadı. Arkasına dönüp yatağına oturdu. Bir sigara yaktı. Odadaki telefon beni nasıl fark etmezsin dercesine bir gürültüyle çalmaya başladı. Otel sahibi, Hamit, aç olup olmadığını sordu. Açtı, adam da bir sandviç getirdi.
-Neden başka yer değilde burası.
-Yaşadığım yerden ayrılınca, attım kendimi otobüslere. Yolum buraya çıktı.
-Nerede yaşıyordun?
-Çingene şehri derler, bilir misin?
-Bilirim.
-Aslında orada hiç çingene yaşamaz. İnsanlar işte, bazen görmek istediğini görüyorlar.
-Nede ayrıldın oradan?
-Bazı şeyler yaşadım. Orada daha fazla kalamazdım. Orayı tamamen unutmak istiyorum. Başka bir şehirde yaşamak, çalışmak istiyorum.
-O zaman git, burası sana göre değil.
-Neden?
-Burada bir savaş var, amansız bir savaş. Bitmeyecek bir savaş çünkü savaşın nedeni yok. Nedensiz savaşlar bitmezler. Çünkü insanlar birbirlerini vurmaktan nedensiz olduğunu anlayamazlar. Keşke adam akıllı bir nedeni olsa, bir kazanına da olur o zaman.
-Sen, çok enteresan konuşuyorsun. Böyle şiddet dolu bir kentte hemde.
-Beni boş ver, sen buradan git. Daha güneyde çok güzel yerler var. Biraz çalışırsın orada. Sonra daha güneye gider, bir ev alırsın, bahçede domatesin falan yaşarsın.
-Sen neden gitmedin?
-Bazı çiçekler, her saksıda yaşayamazlar.
-Nereden öğreniyorsun sen bu lafları yahu?
-Sandviçin biter bitmez yat. Cama fazla yaklaşma.
-Bu savaş neden?
-Nedensiz dedim ya
-Neden başladı peki?
-Bir yatır meselesi. Buradaki su sorununun giderilmesi için yatırın yerinin değişmesi lazımdı. Bazıları hemen yapalım dediler, ötekilerde bunlara dinsiz imansız dediler. Sonra olaylar büyüdü. Şimdi bu şehir sizin mi bizim mi diye birbirlerini vuruyorlar. Sanırım öldüklerinde anlıyorlardır.
-Neyi?
-Bu şehir, ölülerin değil.
-Sen peki, hiç bir tarafta değil misin?
-Yat artık, Sabah konuşuruz.Adam odadan çıktı. Ferit bir sigara yaktı. Ellerini arkaya atıp yatağa bastırdı. Gövdesinin ağırlığını kollarına yüklerken ağzında sigarasını gezdirdi. Düşürmek üzereyken aldı. Sigarası bitince cama yaklaştı. Hamit'in yüzü belirdi birden. Sağ elini yumruk yapıp kaldırmış, işaret parmağını fırlatmış sallıyordu. Yatağına uzandı. Ellerini ensesinde kavuşturup tavanı seyretti. O an, aklına Zeynep gelmiyordu. Aklına vuran tek şey yalnızlığıydı. Yalnızlığını bastırmak için bir şeyler düşünmeye çalıştı. Ama ne mastürbasyon yapmak, ne uyumak, ne mekik çekmek cazip gelmedi. Yalnızlığına teslim etti kendini.Yalnızlık sexapalitesi yüksek bir hatun gibidir. Ateşlidir, baş döndürücüdür siz de ona hemen sahip olmak istersiniz. Fakat yalnızlık, travestidir. Siz, ben düzdüm sanırken aslında sizi düzen odur. Ferit, kimseye hesap sormadan gezmek, sigarasını yakmak, yatakta mıymıntılık etmek gibi zevk süreceği aşamalardan yalnızlığın kendisine tecavüz ettiği, yüzüne yüzüne kimsesizliği vurduğu zamanlara gelmişti. Kalkıp dolaşsa, ne işe yarardı ki. Yalnızlığını düşünmeye başladı. Aklına bir şiir geldi, asker arkadaşının defterinde okumuştu;
Saçları örülür mü yalnızlığın?
Tırnaklarına French yapılır mı mesela?
Beraber film izlerken sonunu söyleyip sinir edilebilir mi?
Yaptığı yemeğe karışılabilir mi?
Kalbini kırıp da öpülebilir mi sonra?
Sabah uyandığında kahvaltı hazırlanır mı yalnızlığa?En iyisi zıbarıp yatmak dedi ve uyudu.
Uyandığında saate baktı. 3'tü. İnanamadı tekrar baktı. "Ben bu kadar uyudum mu lan?" diye fırladı yataktan. Mahmur gözlerle odayı süzüp başından geçenleri hatırladı. Tekrar saate baktı. Uyumuştu o kadar. Çıkarmadığı için üzerinde kırışan kıyafetlerine baktı. Tuvalete girip çıktı, aşağıya indi.
Hamit gözlüğünü takmış, önündeki kağıtlara yazılar yazıyordu. Kafasını kaldırıp baktı. Konuşmadan süzdü bir süre;
-İyi uyudun mu?
-Çok uyudum.
-Şurada mutfak var, geç otur sana bir şeyler hazırlarım.
-Sana da yük oluyorum.
-Gideceğin yeri düşündün mü?
-Nereye gideyim ki? Kolayca iş bulabileceğim bir iş lazım.
Adam yüzünü inceledi Ferit'in. Ağzını araladı, konuşmadı. Mutfağa girdi, Ferit de peşinden.
-Bak delikanlı, istersen burada çalışabilirsin. Benimde birine ihtiyacım var. Ama ne onlardan olacaksın, ne ötekilerden. Tamam mı?
-Sahiden mi?
-Bana bir daha sahiden mi diye sorma! Bu sorudan nefret ederim. Ben boşa konuşan adam mıyım ki bazı sözlerim sahiden olmasın. Neyse, çok bir para bekleme. Çalışmanın karşılığında burada kalırsın, yemeğini yersin. Sana da duruma göre aylık bir şeyler ayarlarım.
-İnanın çok teşekkür ederim...
-Teşekkürleri sevmem, özürleri de... Benimle iyi geçinmek istiyorsan bunları unutma.
-Peki ben burada ne iş yapacağım?
-Ben yokken resepsiyona bakacaksın. Odaları temizlemeye yardım edeceksin.
-Çok müşteri gelir mi buraya?
-Sence? Bu savaş bizi mahvetti. Yine de 3 5 birileri geliyor. Şurada kitaplığım var, sıkılırsan oradan alıp kitap okuyabilirsin ama üzerlerini karalayım, işaret koyayım falan deme sakın.Anlaşma sağlanmıştı. Ferit huzurla kahvaltısını etti. Peynir, zeytin, bal reçel sırayla keyfini sürerken damağının, o heyecanla etrafı süzüyordu. Dışarıda tatlı bir kalabalığın sesleri vardı. Sanki gece birbirlerini vuran insanlar bunlar değildi. Kahvaltısını ettikten sonra sofrayı topladı. Dikkatlice gezdi lobiyi, kitaplığa girdi. Kitaplar büyük bir özenle dizilmişti. Demek bu ihtiyar adam, buradaki kitapların hepsini okumuştu. Belki de o yüzden böyle bir garip konuşuyordu. Rastgele bir kaç kitabı alıp eline, göz gezdirdi. Okuduğunu beyninde yaymadan yerine koydu. Kafasını sağa sola yatırıp kitap isimlerini okurken birden bir sesle irkildi; "Kimsin sen?". Sert olmaya çalışan mavi bir kadın sesiydi bu. Telaşla arkasına döndü. Aynı tüfek yine kendisine doğrultulmuştu. Bu sefer karşısında masmavi gözleri çatık kaşları arasında kaybolmuş, iki yana ayrılmış saç örgüleri omzuna düşmüş, kaküllü bir bayan vardı. Tüfeğini hiç hareket ettirmeden sorusunu yeniledi. Sesi maviden kırmızıya kaymaya sertleşmeye başlamıştı. Ferit "Yine mi?" dedi. "Ne yine mi? Kimsin sen?". diye yeniledi mavi gözlü kız. Ferit yutkundu. Yine tüfeğin ucundaki mermiye seyreden karanlık yola baktı. Annesi bu sefer aklına gelmedi. Bu sefer düşüncesiz kalmayı başarabilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kreşenko
General FictionFerit, sadece yaşadığı hayatını geride bırakmak, ondan bahsederken başına "eski" kelimesini iliştirebilmek istemişti, oysaki gittiği kasabada her şey eskisinden daha zor olacaktı. Kimselerin adından bile söz etmediği bu eski kasabada, yıllardır süre...