Gümüş diyara girdiklerinde evleri inceliyordu poine. Uçuşan kumral saçları beyaz tenini dövüyordu. Hava biraz kararmaya başladığından rüzgar çıkmıştı. Sokak lambaları yanmıştı ve rüzgar gaz lambalarının alevlerini söndürmeye çalışır gibi onları sarsıyordu. Sokaklar boş diyemezdi ama kalabalık da değildi. Onları fark edenler krallarına saygıyla selam veriyor kendisine de anlamsız, garip bakışlarını sunuyorlardı. Kralın atında üstünde pelerinden başka bir şey olmayan 18 yaşında bir kız olmasını garipsiyorlardı. İhtişamlı kanatlarına dikilen birkaç göz korkuyla irileşti fakat krala duydukları saygıdan ya da korkudan bakışlarındaki anlamlar ağızlarından çıkan kelimelerle buluşamadı. Krala baktı kız. Düşünüyordu. Düşünceleri duyabiliyordu fakat o adamın düşüncelerini duymaya çalıştığında bir bariyere çarpıyordu. Bu sinirlerini bozsa da bir şey diyemedi. Diğer insanlar umurunda olmadığından onların kafasına girmeye uğraşmadı. Aslında kız tahmin edemese de kralın düşünceleri kendisi hakkındaydı. Kanatlarını, kadim ejderhaların onu nasıl kutsadığını, o ormana nasıl geldiğini, neden ejderhaların tanrıça olması için onu seçtiklerini, yaydığı gücü ve hayatında daha önce kimsede görmediği kadar güzel gözlerini düşünüyordu. Kız bunları bilmiyordu. Bilse de birçoğuna cevap veremezdi zaten.
Kız da düşünmeye başladı. Yuvasını, ailesini, kurt kardeşlerini, ağaçların dryadlarından biri olan arkadaşı elenayı, insanların kendisine bakışlarını ve yanındaki adamı. Adamın nesini düşündüğünden emin değildi ama aklını kurcalamasına engel olamıyordu. Karnından gelen bir gurultu dalıp gitmiş bakışlarını geri getirdi ve kız karşısındaki görkemli dev sarayı fark etti. Saray çok güzeldi. Gümüş rengindeydi. Değerli taşlarla süslenmiş duvarlar krallığın ne kadar zengin olduğunu fark ettirmesini sağlamıştı. Bahçesi ona ormanını hatırlatıyordu; çimenler, ağaçlar, çiçekler... Yalnız ormanın aksine burada hayvan değil insanlar vardı.
Sarayın güllerle bezeli kapılarını açıp kendilerini bekleyen muhafızlar kendisine anlamsız bakışlar atarak reverans yaptılar krallarına. Muhafızların bu hareketiyle onları fark eden tüm saray halkı aynı şeyi yaptı. Sadece sarışın bir kadın kendisine diğerleri gibi anlamsız bakışlar atmak yerine gülümsemişti. Kadının düşüncelerini merak etmesini sağlayan bu hareketle kafasının içine girmeye çalışmıştı fakat aynı kralda olduğu gibi bir bariyere çarpmıştı. Tekrardan sinirlenmişti ama belli etmedi. Ormanını özlüyordu. Her canlının kendisine karşı açık olduğu, ona taptığı ormanını. Ama Ice onu hiçbir fikir beyan etmesine izin vermeden Ares denilen adamla yollamıştı. Sarayın mücevherlerle dolu kapısının önünde durup attan indiler. Görkemli kanatlarını olabildiğince toparlamış ve pelerine saklamıştı genç kız. İçeri girip kralın arkasından yürümeye başladı. Uzun bir koridora çıktıklarında koridorun her duvarının farklı tablolarla bezeli olduğunu gördü. İlerlemeye devam ederken gözüne takılan bir tabloyla aniden durdu ve ona doğru şaşkınlık içerisinde hızlı adımlarla yürüdü. Tabloda dev bir kurt vardı. Arkasında da onun kadar devasa olmasa da bir kurt sürüsü. Mavi gözleri ve beyaz korkutucu derecede keskin tüyleri olan o dev kurt kardeşi luciferdan başkası değildi. Yanında birinin varlığını hissetti fakat gözlerini tablodan ayırmadı.
"O tablodaki yaratık Fenrir. Kahinler eski tanrılardan birini yutarak öldüreceğini görmüş ve Fenrir gök yüzüne, yıldızların yanına zincirlenmiş. Fakat nasıl olduysa zincirlerini eritmiş ve kendisinin zincirleyen tanrıyı parçalara ayırarak öldürmüş."dedi krala ait olduğunu anladığı ses.
Kral bunu kıza neden anlattığını bilmiyordu. Kızdan nefret ettiğine emindi. Fakat efsaneleri herkes gibi o da bilirdi ki dünyaya yaşamı üfleyen ve tapılması gereken ejderhaları içerirdi bu efsaneler. Ejderhalar bu kızı kutsayıp tanrıça ilan ettiyse ona saygı duymaktan başka seçeneği yoktu. Tanrılar gelip geçmişti dünyadan, diyardan, saraylardan. Yaydıkları güç inkar edilemezdi tanrıların. Ama hepsi ölmüş ya da öldürülmüştü. Bunu bir insan bir hayvan ya da ecel yapmıştı. Ama hiçbiri olgunluk çağına girdiği anda tüm büyücüler tarafından hissedilmemişti. O ormana gitmesinin sebebi buydu. Kimse cesaret edemezdi o ormana girmeye. Çok farklı yaratıklar yaşadığı söylenilirdi. Ama ormandan yayılan güç hissedilmeyecek gibi değildi. Sarayın büyük kahin ve büyücüsünün hissetiklerine göre ölümsüzlük kanı olan altın sıvı ilk kez bir insan soylunun bedenine girmiş ve büyük bir güç dalgası ufuğun ardındaki krallıklara kadar ulaşmıştı. Yola çıktığı şövalyeler bu denilenleri bilmiyorlardı. Ama kızı sorgusuz sualsiz kabul etmesinin ve tanrıçası bellemesinin sebebi buydu. Kızı gördüğü anda etrafını saran büyülü altın haleleri ve kadim güçleri iliklerine kadar hissetmişti fakat zor biri olduğundan ejderhalar kendisiyle ikinci kez konuşana kadar hissettiklerini tam anlamıyla kabullenmeyi reddetmişti. Yanındakilerin de hissettiğine ama ne hissettiklerini bilmediklerinden emindi. Korkuları da bu yüzdendi çünkü insanoğlu bilmediklerinden korkardı. Kızın sesiyle dikkatini ona verdi:
"O Fenrir değil. O Lucifer. Benim kurt kardeşim. Kadim Sürü'nün lideri. Boyu 15 metre. Kafasında benim ejderha izlerimden birini taşıyor. Ateş ejderhası tarafından kutsandı. O ve sürüsü ölümsüzdür. Daha önce birilerinin kendisini hapsettiğinden bahsetmişti. Ateş ejderhası onu kutsayarak o hapisten çıkmasını sağlamış. Alevlerin gücüyle zincirlerini eritmiş olmalı. O tanrı denilen kişiyse bir tanrı değil. Ejderhaların seçmediği kimse bir tanrı ya da tanrıça olamaz ve ejderhalar da asla kendi canının korkusundan masum bir yaratığı hapsedecek kadar cani birini seçmez."
Adam bir şey demedi ve yürüdü. Kız da onu takip etti. Karşılıklı asılan iki tablonun arasında durdu.
Ağaçların içindeki kadın silüetleri olan tabloya baktı. O silüeti tanıyordu. En yakın ve tek arkadaşı elenaydı. Elena bir ağaç ruhuydu ve tıpkı türünün diğer üyeleri gibi hepsi ormanın içindeki bir ağaçla bağlantılı ve onu korumakla görevliydiler.
Diğer tablo ise soluk renkli dağ ruhları olan patupaiarehelerdi. Onlarla birkaç kez konuşmuştu. Ormanın diğer canlıları gibi onlar da kendisine büyük saygı duyuyordu ama insan soylu olduğundan dolayı pek sevmediklerini biliyordu. Bir zamanlar yaşadıkları toprakların yerel halkına nedenini bilmediği bir sebepten ötürü düşman olmuşlardı. Kendisi her ne kadar ejderhalar tarafından kutsansa da bu canlılar ondan yine de haz etmezlerdi.
Kralla arasında açılan mesafeyi kapatmak için adımlarını hızlandırdığında üstündeki kralın verdiği pelerini toparlamak zorunda kaldı. Tablolara bakmamaya çalışırken sağ tarafındaki tabloyu gördüğü anda başarısız oldu. Tablodakiler vodyanoylardı. Aynı insanlar gibilerdi. Kadını, çocuğu ve yaşlısıyla bir kabile gibi yaşarlardı. Onlar su ruhlarıydı. Tablodaki su ruhu çocuğu görünce istemsizce suratı buruştu. O çocuklar çok sinir bozuculardı. Ormandaki canlıları rahatsız ederlerdi hep. Aslında bu konuda o ya da lucifer bir şeyler yapabilirlerdi fakat rahatsız olan canlılar kadar rahatsızlık veren canlılar da onların sorumluluklarındaydılar. Smoke ve Ice öyle demişti. Eğer o veletler onun sorumluluğu olmasa ağzlarını ve vücutlarını yapıştırmak için elenadan ağaç yapışkanı ödünç alır ve onların etrafta saçma hareketler yapıp yüksek sesle konuşmalarını engellerdi. Luciferın ne yapabileceğini düşündü nedensizce. Lucifer, Poine gibi değildi. Poine asla gaddar ya da soğukkanlı bir katil gibi yaklaşamazdı hiçbir canlıya. Lucifer ise sorumluluklarına ölesiye düşkündü. Ormandaki düzeni ve refahı sağlamaksa onun sorumluluklarından biriydi. Bu sorumluluk uğruna karşısındakini öldürmekten çekinmezdi büyük ihtimalle.
Kız arkasını dönüp krala gitmeye karar verdiği sırada tekrar bir tablo gördü. Tablodakiler hakkında hiçbir fikri yoktu, incelemesi saçmaydı. İstemsizce donup kaldığında o tabloyu başka hiçbir şeyi incelemediği kadar dikkatli inceledi.
Kral koridoru bir türlü geçememenin siniriyle genç tanrıçanın yanına hızlı adımlarıyla yürüdü. Kıza sinirini belli edeceği sırada bakışlarını fark etti. Kız kan donduran bir tabloya bakar gibi korku dolu bakıyordu. Oysa baktığı tablo önünde durduğu diğer 4 tablo yanında bir hiçti. Tabloda büyük bir kuşun bedeninde güzel suratlı kadın kafalarıydı.
"Onların ne olduğu hakkında bir fikrin var mı?"sorusuyla kral genç kıza baktı.
"Gamayun denilen yaratıklar. Yüz yıllar önce nesillerinin tükendiğini bildiğim bir efsane."diye yanıtladı kral.
Kız pek memnun olmamış gibiydi.
"Bu tabloyu sarayın asla göremeyeceğim bir yerine asar mısın? Senden yan yana olduğumuz tüm aylar boyunca isteyeceğim tek şey bu."
Kral kafasını onaylayarak salladı. Koridor muhafızına eliyle işaret etti
"Bu tabloyu al ve leydi Poinenin asla göremeyeceği bir yere yani benim odama bırak."dedi.
Muhafız kralının emrini yerine getirmek üzere tabloya uzanırken kral da kendisine ateş püsküren gözlere sırtını dönüp o gözlerin sahibine bağlılık yemini etmek üzere taht odasının kapısından girdi.Yorumlayarak fikirlerinizi belirtirseniz sevinirim şimdiden teşekkürler 🐨
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ejder Tanrıça
FantasyEjderhalar ve kurtlar tarafından evlat edinmiş ve ejderha gücü bahşedilmiş bir kızın hikayesi bu.