Poine sarayda durmaya katlanamıyordu. Burası onu boğuyordu. O özgür bir kurttu. Burası lüks bir hapishaneydi onun için. Bu yüzden krala şehre inmek istediğini söylemeye karar verdi. Fakat bu koca yerde kaybolmuş gibiydi ve kralı nasıl bulacağını bilmiyordu. Hatta çıkışı bile bulabileceğinden emin değildi. Bu yüzden bir koridor muhafızına kendisini krala götürebilir mi diye sormaya karar verdi. Adam memnuniyetle kabul etmişti tanrıçasının bu isteğini. Saraydaki birçok insanın aksine o, bu kıza oldukça saygı duyuyor hatta tapıyordu. Bunun kızın uzun boyu mükemmel yüzü ve kusursuz fiziğiyle alakası olabilirdi tabii. Kralın bulunduğu toplantı odasına kadar eşlik ederken onunla konuşmaya çalıştı:
"Gerçek adın ne? Ya da herhangi bir soyadın var mı? Nerelisin ve nereden geliyorsun? Oh tanrıça çok soru sordum."
Kız gülümsedi:
"Önemli değil, adım Poine fakat bir soy adım ya da aile adım yok. Zaten babam ben çok küçükken ölmüş ve annem öldüğündeyse 8 yaşındaydım. Aradan on yıl geçti. Tam hatırlamıyorum her şeyi fakat evimizin küçük şirin ve mütevazı olduğunu hatırlıyorum. Pek varlıklı bir aile değildik. Hatta bu saraydakilere göre fakir bile sayılabilirdik. Ama mutluydum. Mutluluğu unutmak zordur. Bunu hatırlıyorum."
"Bunu duyduğuma üzüldüm. Yaratıcılar ruhlarını kutsasın."
"Aslına bakarsan ölüler diyarıyla iletişim kurabiliyorum. O ormana kimsenin girememesinin bir sebebi var. Dünyanın başlangıcı ve sonu önemli değil. O orman her zaman vardı. Dünya kutsal ormanın tohumlarıyla iki kadim ejderha tarafından şekillendirildi. Bu yüzden o orman başlangıca ,sonsuzluğa ,ölülere, yaşayanlara ve ölümsüzlere ev sahipliği yapar aslında. Fakat sadece bu güç bahşedilenler hepsiyle iletişim kurabilir. Ben insan soyluyum, evet, fakat ben 18.yaş günümde kutsanma döngüm tamamlandığı için gerçek bir tanrıça oldum. Gerçekten ölümsüzüm. Yaşlanmayacak, ölmeyecek ,öldürülemeyecek ve dünyadaki yaşam son bulduğunda yaşamı geri getirecek kişiyim."
"Vay canına bu kulağa mükemmel bir şeymiş gibi geliyor. Peki o zaman neden ailenle iletişim kurmadın?"
"Tanrıça bile olsam kendimi bildim bileli bir insanım. Zaaflarım ve korkularım var. Nasıl açıklayabileceğimden emin değilim aslında. Umarım anlamışsındır."
"Peki geleceği görebiliyor musun veya geçmişi?"
"Evet, görebilirim ama bunu ya Ice söylemeli ya da Smoke. Ben kadim ejderhaların elçisi, varisi ve evlatlarıyım. Onlar söylemeden onlar tarafından bahşedilen güçleri kafama göre kullanamam. Yani onlar bu konuda bir şey demedi fakat bu benim görüşüm."
"Doğru bir görüş."
"Peki sen kimsin?"dedi kız. "Ben Darius. Kral Ares'in kuzeni ve gümüş krallık ordularının generali oluyorum."dediği sırada kapının önünde durmuştu adam. Taht odasının kapısıydı bu. Kapıdaki muhafızlara tanrıçanın içeri girmek ve kralla görüşmek istediğini belirtince istemsizce kapıyı açmak zorunda kaldılar. Ve tanrıça kendisine gülümseyip içeri girdi. Kral tahtında oturmuş yanındaki adamlarla bir şeyler konuşuyordu. Kendisini fark edince konuşmayı kesip gözlerini sorgulayıcı bir ifadeyle ona çevirdi. Kız:
"Buradan çok sıkıldım şehre inmek istiyorum."dedi.
Kral hiç tereddütsüz
"Hayır."diye yanıt verdi.
"İzin almaya çalışmıyorum. İneceğimi söylüyorum."
"Ben de sana hayır diyorum."diye kestirip attı kral. Aralarında ölümcül bir bakışma gerçekleşti. "Senden emir alacak değilim."
"Himayemde olduğun sürece alacaksın!"
"Bak kral. Ben senin himayende değilim. Aksine sen benim himayemdesin. Bu krallığı senin toprağın sanıyor olabilirsin ama krallığının üzerinde bulunduğu toprak, benim arazimde. Toprağı ben yönetirim. Dünyanın her yerindeki toprakların olduğu gibi burası da benim. Çünkü toprak dediğin şey doğanın ta kendisi. Bense doğanın evladıyım. Tıpkı senin toprağın evladı olduğun gibi. Bunu anladığın gün gerçek bir kral olabilirsin belki. Şimdi kendi arazimdeki şehre iniyorum. İstiyorsan yanıma nöbetçi verebilirsin ama bana karışırlarsa onları saraya geri yollayan bir rüzgardan sorumlu olmayacağım."
"O güzel kafana şunu sok:" dedi kral fısıldayarak. "Bana saygısızlık etmemeliydin."
Ardından muhafızlara döndü:
"Tanrıçamız şehre inmek istiyor. Yanına gönüllü gidecek bir düzinelik bir ekip istiyorum." Sonra sinsice gülümsedi.
"Ne de olsa yarınki okul eğitimlerinde dövüş dersini ona ben vereceğim ve bu dersler için uygun kıyafetlere ihtiyaç duyacak."
Ardından tekrar masasına döndüğünde kolunda gerçekten bir yanma hissediyordu. Tamam ona zarar vermiyordu ama ciddi ciddi yakıyordu. Göz ucuyla Poine'e baktığında çakmak çakmak gözlerindeki ateş silüeti kendisine kilitlenmişti. Neyseki birkaç saniye sonra kız homurdanarak odayı terk etti.
Poine odadan sinirli sinirli çıkmıştı. Kendisini toplantı odasına getiren asker ona eşlik etmeye gönüllü olup arkadaşlarıyla beraber onu şehre indireceğini söylemişti. Ayrıca kanatlarını saklamasının uygun düşeceğini. Kafasıyla onu onaylarken incelemişti. Siyah gür saçları kuzgun karasıydı. Kahverengi gözleri muzip ışıltılarla kendisine kilitlenmişti. Güçlü çenesi ve düzgün burnu yüzüne oldukça yakışıyordu. Geniş omuzları iri yapılı bedeni ve uzun boyuyla bir çok kızın aklını başından alabilirdi gerçekten. Poine ona yarım saat içinde ön kapıda olacağını söyleyip odasına yöneldi. Dolabını açtı kanatlarını güzelce katladı ve ipek elbiselerden siyah bir tane beğendi. Ama bu elbise uzun etekli leydi elbiselerindendi ve kendisinin bir leydi olmadığına oldukça emindi. Sonra aklına bir fikir geldi. Büyülü bir yaratık büyülü bir elbise de yaratabilirdi. Aynanın karşısına geçti. İlk önce elbisenin gövdesini oluşturdu. Kısa bir eteği vardı. Belini sarıyordu ve dik göğüslerini güzelce kavrayan bir dekolteye sahipti. Ardından dantel kollar oluşturdu. Dirseğine kadar yapışık olan kollar dirseğinden sonra dökülüyor ve kollarını kaldırınca dalgalanıyordu. Derin sırt dekoltesi artık onun için mecburiydi ve dekoltenin bittiği yerden yine danteller çıkıyor mini eteğin üstünden bileklerine kadar dümdüz dökülüyordu. Ayağında siyah bir ayakkabı oluşturdu. Saçını düzeltti ve biraz kızılcık özlü boyayla dudaklarını renklendirdi. Üstüne iste ipek bir şal alıp zaten güzelce topladığı büyük kanatlarını örttü. İşte hazırdı. Giriş kapısına gittiği yol boyunca onu gören elbisesine şaşkın ve ayıplayan bakışlar atıyor fakat ağzını açmaya cesaret edemiyordu. Muhafızların yanına ulaştığında muzip bakışlı esmer onu beğeniyle süzmüştü. Ona yaklaşıp reverans yaptı ve tanrıçanın yüzüklü elini öptü:
"Size eşlik etmekten onur duyuyorum güzellik tanrıçası." dedi ve sırıttı.
Kız da sivri köpek dişleriyle sırıtarak karşılık vermişti. Gülümsemesi kötü değildi. Aksine mükemmele yakındı. Zaten o sivri dişler onu kusursuzluk tanımı olmaktan alı koymak yerine "mükemmele yakın" yapan şeydi. Ne olursa olsun kendisini gören cazibesine kapılıyordu. Tanımlanamaz bir güzelliği vardı. Gece göğünü andıran saçları dünyanın en güzel rengi parlement mavisiydi. Zmrüt yeşili gözleri gerçek birer mücevher gibiydi. Büyük gözleri yüzüne ve küçük burnu mükemmel bir uyum içindeydi. Çıkık elmacık kemiğinin üzerinden hilal biçimli kaşlarına ulaşıyor ona tarifsiz bir çekicilik ve gizem veriyordu. Dolgun kırmızı dudakları süt beyazı teninde mükemmel duruyordu. Açık gerdanı ve uzun boynu safir kolyeyi taşımakta memnuniyet duyar gibi gözüküyordu. Hal böyle olunca onu gören kadın erkek fark etmeksizin herkes dönüp tekrar tekrar bakıyordu. Haliyle Darius da bu büyüye kapılmıştı çoktan.
"Bana eşlik etmenizden mutluluk duyuyorum lordum." dedi kız gülümsemesiyle. Hepsi atlarına yerleşti ve şehir merkezine doğru sürdüler.Merhaba yeni bir bölümle geri döndüm. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı okumak ve cevap vermek beni çok mutlu ediyor. Hikayenin gidişatıyla ilgili şunu söyleyeceğim:
İki haftada bir bölüm yayınlayacağım.
Kurguyu ve karakterleri biliyorum tasarladım fakat dışarıdan bakan birinin düşüncesi ve yorumlarına son derece açığım.
Bunun dışında anlatım şeklim için de görüşlerinizi bildirebilirsiniz mesela betimlemeleri daha sık mı yapayım belirli yerlerde mi gibi konularda da okuyucunun isteğine göre gitme taraftarıyım
hepinize teşekkür ediyorum öpüyorum 😘
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ejder Tanrıça
FantasyEjderhalar ve kurtlar tarafından evlat edinmiş ve ejderha gücü bahşedilmiş bir kızın hikayesi bu.